Yazar: 20:24 İnceleme, Kitap İncelemesi, Roman

Bir Deha İşi: Hacı Aga

Edebiyat, gerçek dâhilerin elinde bir aynadır. Toplumun aynasıdır. Kült olmuş modern klasik Hacı Aga bir deha işidir. Bu dehaya sahip olan Sadık Hidayet, Modern İran edebiyatının en önemli sanatçılarındandır. Hatta birçoklarına göre en önemli sanatçısıdır. Hacı Aga bir hiciv romanıdır ve Sadık Hidayet bu romanla, yaşadığı dönem İran’ının sosyolojik yapısını ortaya dökmüştür. Bu zamansız eseri Türkçemize kazandıran Mehmet Kanar Hocaya ve Sadık Hidayet’in eserlerini yirmi yılı aşkın süredir ülkemizde yayımlayan Yapı Kredi Yayınlarına teşekkür etmeden geçmemek gerekir.

İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında, savaştan çok uzak evinde, geniş ailesinin başında, nüfuzlu yaşlı bir adamdır Hacı Aga. Bir yandan babasından kendisine miras kalan pis düzenini kaybetme korkusu yaşıyor, bir yandan bu pis düzeni güçlendirip öldükten sonra soyuna bırakmanın derdindedir. Sadık Hidayet için bu karakter, toplumun yozlaşmışlığının simgesidir.

Hacı hayatın sahtecilik, yalan, alavere dalavere, şarlatanlık ve üçkağıtçılıktan ibaret olduğuna inanıyordu. İçinde yaşadığı toplum bu temeller üzerine kurulmuştu.

Kitap neredeyse tek mekânda geçiyor. Sadık Hidayet de kitabın ortalarında bu konuya değiniyor. “Bir gün onun hayatı tiyatroya aktarılacak olsa, iktisadi bakımdan sahne dekoru bir taşlıkla sınırlı kalacaktır.” Bütün gün evinin taşlığında hem yedi karısına ve çocuklarına sahip çıkıyor, hem bitmek bilmeyen misafir trafiğini yönetiyor. Bu misafirler ya para derdindeler ya makam, mevki ya başlarındaki bir dertten kurtulmak istiyorlar ya da daha hastalıklı çıkarlar peşindeler. Bu hastalıklı çıkarların içinde katillerin ve tecavüzcülerin cezadan yırtması bile var. Kapısına gelen herkes Hacı Aga’nın nüfuzundan yararlanma peşindeyken, Hacı Aga ise kapısına gelenler sayesinde otorite sahibi olmak peşindedir. Bu pis düzeni güçlendirmek için, korktuğu demokrasiyi kullanarak milletvekili olmanın derdine düşmüş durumdadır. Ayrıca herkese aslında milletvekili olmak istemediğini ama sonsuz ısrarlar sonucuyla vatanı için bunun şart olduğunu anlatıyor. Ortada ne gerçek bir ısrar ne vatan derdi var. Ama Hacı Aga gerekçelerin var olduğu illüzyonunu yaratacak kadar zekidir. Yalan, onun için vazgeçilmez bir araç. Kitabın başından sonuna kaç kişiye aynı yalanları söylediğini saymak gittikçe zorlaşıyor. Para söz konusu olduğunda ise efsanevi bir cimri. Konu maddiyata geldiğinde sürekli dert yanması ve kendini acındırması onun kötü kişiliğinin çok güçlü bir parçası. Hatta o kadar ki fabrikasının kendi payına düşen gelirini teslim etmek için gelen kişiye bile durumunun ne kadar kötü olduğunu anlatabiliyor.

Dünyada paran varsa onurun, itibarın, namusun, her şeyin var demektir. Herkesin gözdesi olursun. Böyle vatansever ve akıllı biri olursan seni pohpohlarlar, bütün işlerini yaparlar. Para ayıpları örter.

İkinci Dünya Savaşı iklimi, dönemin İran’ını da çokça etkilemiş durumdadır. En belirgin sohbet konuları arasında Almanya-Sovyetler Birliği savaşı öne çıkıyor. Romanda hiç adı geçmese bile, Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’in taktikleri İran’a kadar ulaşmış ve Hacı Aga’yı bile etkilemiştir. Radyodan savaş takip edilebiliyor, hatta Hacı Aga nereden denk geldiyse bir Alman propaganda filmini bile izlemiştir. Alman askerlerinin ne kadar yenilmez olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya bayılıyor. Sevmediği kişilere “Bolşevik!” diye sesleniyor. Ama en fenası kendi yalanlarına bile ölesiye inanmış durumda. “Hitler’in Müslüman olduğu söyleniyor. Kolunda ‘La ilahe illallah’ yazıyormuş. Daha ileri gidip onun mehdi olduğunu bile iddia ediyor. Varsın Hitler yeni düzeniyle dünyayı idare etsin. En azından patron değişiyor; bu da bir rahatlık. Mehdinin bütün zuhur alametlerini görüyoruz.” Yazar Sadık Hidayet’in bu söylemlere, dönemin halkı ve siyasileri arasında denk gelmiş olması çok güçlü bir ihtimal.

Taşlıktaki misafir trafiği ise bir noktada tıkanıyor. Munadilhak isimli genç şair, Hacı Aga’nın taşlığında şahit olduğu riyakarlıklara, yolsuzluklara, kötülüklere ve bütün bunlar normalmiş gibi güzelce geçinip giden insancıklara dayanamıyor ve özenle seçtiği kelimeleri bir büyü gibi kullanıyor. Etkili hitabet yeteneğiyle Hacı Aga’yı zor bir duruma sokuyor. Bu bölümün Munadilhak’ın, Sadık Hidayet’in kendisini romana yansıtma biçimi olduğuna inanıyorum. Yazarken bir noktada dayanamayıp Hacı Aga’ya haddini bildirmek için yanıp tutuşmuş olmalı. Bu bölüm okur için de bir rahatlama bölümü. Hacı Aga’ya gittikçe bilenen birçok okur, bu had bildirmeden sonra bir nebze de olsa rahatlamıştır.

Gelelim Hacı Aga’nın özüne. Şurası net: Hacı Aga zeki ve kötü bir insan. Ancak bu kötülük bilinçli bir tercih. Toplum umurunda değil. Evine gelen talepkarlar umurunda değil. Vatanı umurunda değil. Hacı Aga fütursuzca irtica istiyor. Bilerek ve isteyerek, yaratacağı depremleri umursamadan, kayıtsız şartsız irtica. Bir kişinin, on kişinin veya bin kişinin ölmesi önemli değil. Eğer kurduğu düzen çökerse onun elini eteğini öpenler, yarın onun çocuklarına el etek öptürür. Bunu engellemek için din onun vazgeçilmezi, toplum onun için sadece sağmal inek ve dünya sadece onun muradınca dönmekte.

Halk başı önde, öbür dünyadan korkar olmazsa, bu dünyada da itaatkar kalmaz… Daha açık söyleyeyim; insanları öteki dünyanın cezalarıyla korkutmazsak, hayatın zorluklarına katlanmaları için yüreklendirmezsek, bu dünyada süngü, yumruk, tepelemekle yıldırmazsak, yarın başımız belada demektir.”

“Bizim göğüslerine zincir vuran, bıçakla dilim dilim dilimleyen, çabuk inanır, mutaassıp insanlara ihtiyacımız var, dindar müslümanlara değil. Öyle bir şey yapmalı ki çiftçisi, köylüsü kendisini bana, sana muhtaç görmeli, minnet borcu olmalı. Maksadımıza ulaşabilmek için onlar hasta, cahil, kör ve sağır kalmalı; kendi hakkını bizden dilenmeli. Bu mesafe korunmalı; yoksa bütün millet Munadilhak gibi dini bozuk olur.”

Hacı Aga 1940’ların İran’ından, günümüz coğrafyalarına ve kendi çıkarlarını ülkelerinin geleceğini karartmak pahasına muhafaza etmek isteyen, gelmiş geçmiş tüm Hacı Aga’lara unutulmaz bir tavsiye veriyor: İnsanların itaatine sahip olmak için onları aç, muhtaç, cahil ve batıl inançlı bırakmak.

O halde çıkarımız için, kendimiz için teşebbüste bulunmalıyız. Dünya değişiyor. Avrupa’da savaş çıktıysa, kıyım olduysa, boşuna olmadı. Çünkü insanların gözü açılmış, haklarını istiyorlardı. Bu durumda, buradaki insanların ilerlemesine engel olmalıyız ki her şey bizim istediğimiz gibi olsun. Yoksa sokaktaki çöpçü oluruz. Allahtan burada ortam bizim için müsait. Vazifemiz halkı ahmak bırakmak. Böylece başları önde olur ve birbirleriyle didişir dururlar.

Hacı Aga bir hiciv romanıdır. Yayımlandığı 1945 yılından günümüze ve geleceğe ders veren, ondan ders almaktan korkanlar için defalarca sansürlenmiş ve yasaklanmış bir hiciv romanı… Doğup büyüdüğü ve karakterini şekillendiren toplumu eleştiren Sadık Hidayet’in vakur çabasına hayran olmamak mümkün değil. Maalesef ülkesinin içler acısı haline çok üzüldüğü ve mücadele gücünün kalmadığı günlerde, dönemin başbakanı ve eniştesi olan Haj Ali Razmara’nın bir siyasal İslamcı tarafından öldürülmesinden kısa süre sonra, Sadık Hidayet kendi yaşamına son vermiştir. Nihayetinde Kafkaesk romanlar yazan bir yazarın siyasi eleştiriyi de bu kadar başarılı icra etmesi ve toplumunu geri bırakanları ifşa etmesi takdire şayandır.

Okuyandan bir dua umarım,
Çünkü ben kulunuz günahkârım.

Editör: Elif Türkoğlu

Ahmet Utku Çetinkaya
Latest posts by Ahmet Utku Çetinkaya (see all)
Visited 26 times, 1 visit(s) today
Close