Bilenin cahilliği bir tükeniştir. Yok oluştur. Aşksız bir kalbin başıboşluğudur. Sonu gelmez bir aldanış, hakiki bir hapsoluştur. Hayatı yalnız kendi yürüyüşünce, kendi adımlarınca görmek ve ön yargının gölgesinde kaybolmaktır. 

Ürkütülmüş duygularla sağa sola savruluyor insanoğlu. Duygularını ürküten ve kalbini uyuşturan bir yaşantının içine giriyor, hiçbir olaya ve meseleye doğru açıdan yaklaşamadığı gibi yalnızca görebildiği kadarına takılıp kaldığı için hep bir eksiklik hissediyor. İyi niyetle yola koyulduğunda bile sonu hüsran olabiliyor. İnsanın eylemleri hep acemicedir, tamamlanmaya muhtaçtır. Şunu anlatmak olaya çok iyi ışık tutacaktır düşüncesindeyim: “Soğuk bir kış gününde motosikletiyle yolculuk eden bir adam göğsüne vuran rüzgârdan çok fazla üşümeye başlayınca motosikleti durdurur. Önünü yeterince kapatamayan ceketini çıkararak, ceketi arkası öne gelecek şekilde ters giyer. Daha sonra yoluna devam ederken kaza yapar ve şarampole yuvarlanır. Olay yerine gelen insanlar yerde baygın yatmakta olan adamın başının ters döndüğünü zannederek el birliğiyle adamın başını düzeltmeye karar verir. Ardından acilen müdahale ederek adamın başını “katır kütür” sesleri arasında düzeltiverirler!” 

İşte şimdi sözünü edeceğimiz “bilen cahiller”, durumu derinlemesine incelemeyi bırak, ufacık bir gayret gösterip meseleye başka bir açıdan yaklaşmaya bile yanaşmazlar. Haliyle ceketi değil başı çevirirler. Onlar için tek doğru vardır; tek açı, tek gerçek, tek yargı, tek eylem… Ters olan baş mıdır, ceket midir? Olaya tek bir noktadan bakan insan ceketi değil de başı çevirmekten başka ne yapabilir?

En çok da ön yargıyla dosttur bilgili cahillik. İnsan kendine benzemeyeni, kendisinden olmayanı ötekileştirerek araya yıkılması güç duvarlar örer. Küçük resme odaklanmaktan büyük resmin muhtevasını göremez ve anlayamaz insan kalbinin ben ve ötekicilikten uzak olduğunu. Kafasında, kör gözlerin inşa ettiği mahkemeler vardır onun. İşi yalnızca yargılamaktır. Kafalarda kurulan bu mahkemeler, gönüllerin önüne heybetli muhafızlar dikmekten başkaca bir işe yaramaz. Öğrendiklerine zincir, fikirlerine prangalar vurarak özgür olmayan bir aklın esiri olmuştur. Kalptir özgür olan. Kalptir dağların bile kaldıramadığı yükü kaldıran; nefesleri anlamlı, hisleri mahzun kılan. Ahmet Murat Özel “Akıl yaralanır/Kalp yaralanmaz çünkü yaradır” demiş. Aklın cahilliğinin insanı ne duruma düşüreceği ayrı bir konudur fakat şairin “yaradır” diyerek tanımladığı kalp eğer cahilse, insanın tükenişi çoktan başlamış ve artık orada bilenin cahilliği vuku bulmuştur.

“Hala en kötü şey, cahilin kendi cehaletini tanımamasıdır.”(St. Jerome) Peki bahsi geçen türden bir cahillik için bu sözü ele alırsak, kendi cehaletini tanımayan bir “gönül cahili” nasıl bir hezeyanın içindedir? Esasında doğru sandığım ve peşinden gittiğim kısıtlı bilgiler vasıtasıyla meseleleri ruhumdan ve kalbimden bağımsız değerlendirmek hatası beni fazlasıyla yaralıyor. İşte tam da bu anlarda aynadaki bir cahil peyda oluveriyor.  Mütemadiyen karşıma çıkan ve yararıma dokunan her şeyi ziyana çeviren bu “aynadaki cahil” yalın yanılgıları ve katı gerçekleri çarpıyor suratıma. Bu, normal şartlarda faydalı olan bir durumun insana engel olması ve insanın bundan habersizce yoluna devam etmesi gibidir. Örneğin güneş elbette ki aydınlatır ve ısıtır fakat aynı güneş insanın gözünü alıyor ve hakikati görmesine engel oluyorsa, çare bakış açısını değiştirmek yahut da konumunu değiştirmek olabilir. Aksi halde bir aldanışı yürür insan. Hayat boyu, sonu gelmez bir aldanışı yürür. 

 “Ben bilirim” demek bilmemezliğin ve “Ben oldum” demek olmamışlığın en açık ifadesidir. Şayet cahillik, bizim gönül cahili dediğimiz tabirden bağımsız olarak düşünüldüğünde bilgisiz olma olarak tanımlanıyorsa; her şeyi bilemeyeceğimizi hesaba katarak, bizleri “bilmediğinin cahili” şeklinde ifade edebiliriz. Haliyle söylenmelidir ki: İnsan her daim öğrenmeye devam etmelidir. Ön bilgilerini tutsak etmeden, sürekli olarak öğrenmelidir. Bunun sonu yoktur ve bu durumun çaresi de yoktur. Olmasının lüzumu da yoktur. Ancak bizim sözünü ettiğimiz gönül cahilliği ki, çözümü olan ve dahi bu çözümü insanın içinde barındıran bir durumdur. Bu çözümün adı aşktır. 

Kendimi bile bulamayışım, detaylarda boğuluşum… Günaha belenmişliğim, belaya bulanmışlığım… Tüm bunlar beni öylesine oyalıyor ve öylesine uğultulu bir kargaşanın içine sürüklüyor ki, bu uğultudan kaçmak gibi ancak ve ancak korkakların yapacağı bir eylemin içinde buluyorum kendimi. Oysaki insanın korkusu bu olmamalıdır. Aşktan değil aşksızlıktan korkmalıdır insan, gafletin sarhoşluğundan korkmalıdır; peşin hükümlü olmaktan, aynadaki cahilin mütemadiyen var olmasından korkmalıdır. “Aşktan korkmak, yaşamdan korkmak demektir ve yaşamdan korkanlar şimdiden üç kez ölmüşlerdir.” (Bertrand Russell)

İşte bu, yaşamdan korkmak ve aşktan korkmak meselesi o kadar kuvvetlidir ki insan “ben oldum” dediği anda esasında “ben öldüm” diyerek kendi ölüm fermanını ilan etmiş, hatta doğrudan doğruya ruhunu öldürmüştür. Bilgisiz akıl kişiyi nasıl cahil bırakırsa, aşksızlık da kalbin cahil kalmasıdır. Hayatını mükemmel şekilde idame ettiren; öğrenen, anlayan, tecrübe eden bir kimse bunlara karşın aşktan uzaksa, hakla batılı ayırmaktan acizdir. Bilen, yaşayan, gören, şahit olan ve hüküm koyan fakat belki üç, belki binler defa ölmüş bir kimsedir. 

İnsan öğrenerek, araştırarak ve aklederek cahilliği paramparça ettiği gibi aşkla da kalbinin cahil kalmasına engel olmalıdır. Zira aşk insan hayatının yegâne sebebidir. Haliyle insan bu iki durumu bir kuşun kanatları gibi görmelidir. Tek kanadı olmayan bir kuşun uçamayacağı gibi aklını ve kalbini cahil bırakmamak için çaba göstermeyen insan da hakikati kavrayamaz. Haliyle “Ters olan ceket midir yoksa baş mıdır?” sorusu karşısında sürüncemede kalacaktır.

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb/Kılma dermân kim helâkim zehri dermânındadır” Fuzuli’nin bu dizelerinden de hareketle denmelidir ki, insan ancak aşkla hoş olur ve onun helak olmasının nedeni, aşka karşı üretilen derman görünümlü zehirlerdir. Aşktan korkmak ve çeşitli yapay dermanlara sığınmak insanın hayatın özünden kopmasıdır. Bilenin cahilliği de tam olarak bu şekilde başlar. 

Maziyi ve müstakbeli daima tartan akıl, kalbin aşksızlığıyla birleşince insanı tek kanadı kırılmış bir kuşa dönüştürüverir. Şimdi tek kanadı kırılmış insanlığımıza da bakarak şunu yinelemek istiyorum sevgili okuyucum: Aşksızlık kalbin başıboşluğudur, kalbin cehlidir ve cahil bir kalbin sahibi cesetten farksızdır.

Oğuzhan Okuyucu
Latest posts by Oğuzhan Okuyucu (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close