Yazar: 15:58 Öykü

Betül Haymanalı’nın “Tek Taraflı” İsimli Resmi Üzerine İki Öykü

Betül Haymanalı’nın çizmiş olduğu görsele, Instagram takipçilerimiz tarafından gönderilen 300 kelimelik öyküler arasında yayımlamaya değer görülmüş iki öykü şu şekildedir.

1- Gamzenur Çeliktaş, öyküsü Benlik
2- Ömer Dağlı, öyküsü Temassız

Öyküleri okuyanlar:
Betül Haymanalı
Onur Özkoparan

Tek Taraflı, Betül Haymanalı

Gamzenur Çeliktaş – Benlik

Soğuk bir sonbahar havası Beyoğlu’na çöktüğü vakit, genç kadın sokakların arasında dolaşıyor, rutin yürüyüşlerinden birini gerçekleştiriyordu. En çok yürürken düşünceleriyle baş başa kalabiliyordu, çünkü her adımda zihnindeki düğümlerden biri çözülüyordu. Ela gözlerini gökyüzüne çevirip derin bir nefes aldı. Okuyacağı bir kitabın olmadığını düşünüp karşı sokaktaki sahafa girerek kitapların arasına daldı. Bir kitap alacak olmasa bile sahaflarda ve kitapçılarda vakit geçirmeyi çok seviyordu, çünkü dokunduğu her kitap içindeki merak duygusunu besliyordu. Ellerini raflarda gezdirirken, gözüne dikkat çekici bir kapağı olan kitap çarptı. Kaşlarını çatarak kitabı ellerine aldı ve kapağı incelemeye başladı. Daire şeklinde olan kafa, bir göz, burun ve nokta şeklinde ağız ile resmedilmişti. Bu kafayı birleştiren gövde ise kare şeklindeydi ve oldukça büyüktü. Genç kadın gövdenin sağ tarafındaki kalp şekline dikti gözlerini. Bu büyük gövdenin içindeki minik kalp, çizgilerin içinde kaybolmuştu. Tıpkı kalbimiz gibi. Çoğu zaman kendini günlük hayatın silsilelerine kaptıran insan, kendi benliğini yani kalbini unutur. Bu unutma zamanla öyle bir hâl alır ki kararlarımızı her daim aklımızla alırız. Aynı zamanda yaşadığımız çevre, etrafımızdaki insanlar da benliğimizi şekillendiren unsurlardandır. Eğer bu kitap şu an elinizde ise ve ön taraftaki kapak dikkatinizi çekmişse, kalbinize yani benliğinize odaklanmanın vakti gelmiş demektir. O kare şeklindeki gövde, her insana aittir aslında. İnsan o koca gövdeye neler sığdırır da kalbini fark etmez, benliğini unutur. Tıpkı o çizimdeki gibi benliğimizin özünü taşıyan kalbimiz hayatın karşılaştırdıklarıyla birlikte küçülür de küçülür. Daha sonra anlarız ki benliğimizi unutmuşuz, bir kenara atmışız. İşte bu sebeple sevgili okur, bu kitap kalbini önemseyen ve benliğini yanından bir an olsun ayırmayan insanlar için yazıldı. Okumak istersen eğer, kalbinle okumayı unutma. Genç kadın kitabın arkasındaki bu yazıyı gülümseyen gözlerle okudu ve o sahaftan benliğiyle birlikte çıktı. Birkaç dakika sonra trenin en arka koltuğunda, elinde benliği, kalbinde kendi özüyle birlikte evine doğru yol alıyordu.


Ömer Dağlı – Temassız

Uyanıyor, bir günün daha başladığına içten içe hayıflanıyorsun. Yatağın kırık başlığına, devrilmemeye çaba göstererek dayıyorsun sırtını. Omuzların nasıl da tutulmuş! Sen yatağın sertliğine yoruyorsun bu ağrıları. Ama bilmiyorsun ki hayatına yapışmış endişe geceleri vücudunu kaskatı kesiyor. Alarm sesine, sanki yanına bir bomba düşermiş gibi tepki vermenin, yersiz korkularınla olan bağını da göremiyorsun. Çünkü yalnızca bir şeylere yetişmenin telaşı içindesin. Hayatına, hayatını yaşamana engel bir perde inmiş. Işığı bulmak uğruna çaba göstermemişsin. Elbette hiçbir kalbe dokunamadın, hiçbir kalp de gelip sana dokunmaya çalışmadı. Artık ayağa kalkman gerektiğini biliyorsun, düşündükçe parçalarına ayrılmayı kabullenemiyorsun. Kendini meşgul ederek yaşamak zorundasın, çünkü seni uyutacak bir dayanağa ihtiyacın var. Tuvalete giriyor, duş alıyorsun. Kahvaltı niyetine ekmek arasına koyduğun iki dilim kaşarı yiyorsun. Maddi ihtiyaçlarını başarıyla tamamladın, stüdyo dairenden çıkıyorsun. 

Durağa kadar yürüyorsun; kulağında bir trompet sesi, İbrahim Maalouf. Adımlarını müziğin ritmine uyduruyorsun, elbette ezberinde şarkı. Sürekli aynı şeyleri dinliyorsun. İş yerine gelmişsin. Görevine başlıyor, anahtarla kasayı açıyorsun. Saat sekiz otuz. Akşam dokuza kadar buradasın, son dakika müşteri gelirse biraz daha geç çıkabilirsin. Sen kendi zamanının erimesini bile kanıksamışsın. Hayallerinin ellerinden kayıp gitmesi çok yaralamamıştı; aslında hedeflerinin gerçekleşmemesi öldürmüştü seni. Üniversiten, uzak gençliğin. Bir anlığına iş yerin tenhalaşıyor. Sırtını, tıpkı sabahleyin başlığa dayadığın gibi kırık sandalyene dayıyorsun. Yine kaskatı kesiliyorsun. Duraklamak bozguna uğratıyor beynini. Neyse ki biri kasaya poşetini koyuyor. Temassız.

Saat dokuz yirmi ikide marketten çıkıyor, on gibi evine varıyorsun. İlacını içiyorsun, yavaştan uykun geliyor. Göz kapaklarına boşluklar çöküyor. Sırtını yatağın başlığına dayıyorsun. Uyku öptü öpecek seni dudaklarından. İrkiliyorsun, annen arıyor. Usta bir oyunculuk sergileyip iyi olduğunu, hedeflerine çok yaklaştığını söylüyorsun. Hafta sonu geleceğim diyerek bahaneni düşünmeye başlıyorsun. Şube müdürü fazladan mesai kilitlemiş. Kaburgaların kırılır gibi aşağı kayıyor, başın yastığa yapışıyor. Sırtın hiç ağrımıyor. 

Uyanıyor, bir günün daha başladığına içten içe hayıflanıyorsun. Bomba bir saniye sonra infilak ediyor. Saat yedi on beş.

Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close