Yüzlerce rengin içinde sıkışmış gibi… Belki de hiçbir zaman kendini bir gruba ait hissetmemiş olan insanların yarasının tercümesi budur. 

 Koskoca dünyada kaybolmaya meyilli olsa da gözle görünür olan insanlardan bahsediyorum. Sokakta yürürken göz göze gelinen ama bakışlarını herkesten kaçıran metropol insanı… Herkese karşı mesafeli olan ve sürekli aceleyle hareket eden metropol insanı, bizleri bireyselleşmeye itiyor. İlk bakışta zor görünen bireyselleşme, kalabalık arttıkça insanı kendi özüne yöneltiyor. Çoğalan her bir hane sayısı, büyüyen ve büyüdükçe insanı kemiren dev bir yalnızlığın simgesi. Biri birinin omzuna çarpıyor, öteki yanındakinin ayağına basıyor ama kelimeler anlamını yitirmiş gibi sadece susuyor. Konuşamıyoruz. 

 İstanbul insanının kanındaki yabanilik bayatlamamaya yemin etmiş gibi. Biraz sinirli, bir o kadar sabırsız, soğuk fakat her zaman doyumsuz bir profilin temsilcileriyiz. Uzaktan bir görüşe sahibiz ama gerçek değiliz. Bu durum bana komayı hatırlatıyor. İstanbul insanı senelerdir komada lakin uyanmaktan korkuyor. Nefes alıyoruz almasına, hayattayız da üstelik… Peki gerçekten yaşıyor muyuz? Rengimiz ne bizim? İnancımız, geleneğimiz, siyasal düşüncemiz gerçekten bizi renklendirir mi? Bütün bunları düşünürken bir cevaba varmak çok zor. Bir paletin içine her bir renkten sıkar gibi düşünmek…  Boyayı özgürce sıkmak ama renkleri birbirine karıştırmaktan korkmak… Düşünmek büyük bir eylem. Yan yana duran ama birbirine karışmasına izin verilmemiş renklerin arasında can buluyor. Tıpkı bizim gibi: Sıkışmış. 

 Düşünmeye vakit ayırabilecek lükse sahip her metropol insanı komada olduğunun farkında. Renksiz ve  çürümüş bu çirkin beton yığınına ait olmadığının da farkında. Sadece çözüm bulmakta zorlanıyor. Konuşmayı unuttuğu için, sıkıştığı için susuyor. Diğerleriyle birlikte otobüse biniyor, o meşhur yerde kahve içiyor ve hayatını idame ettirmek için sürekli çalışıyor. Bu sirkülasyonun pasif bir kölesi. Bu ülkenin ağırlığının altında ezilmekten yorgun düşmüş ama sırasını bekliyor. Hangimizin bir parçası böyle değil ki?

 Her sabah aynada karşılaşılan göz altı morlukları ve şişkin gözler bu hayatın en büyük tanığı. Yüzündeki çizgileri yaşına bağlayan ve aynadaki görüntüsüne alıştırılmış olan insanlar, bütün bu çaresiz akışın suçunu diğerlerine atıyor. Korkularını ve mutsuzluğunu bastırmak için birbirini suçlamaktan asla vazgeçmiyor. Biriken suç yığının her sabah yüzümüze baktığının farkına bile varmadan yaşadığımızı sanmaya devam ediyoruz. Yaşamıyoruz ama ölü değiliz henüz. 

Aslı Kaplan
Latest posts by Aslı Kaplan (see all)
Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close