Yazar: 00:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Kültür, Roman

Araba Sevdası – Recaizade Mahmut Ekrem

Araba Sevdası romanını incelemeye başlamadan önce genel olarak yazarın hayatını incelememiz gerekir. Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847’de İstanbul’da Vaniköy’de doğdu. Babası Tanzimat’tan sonra Takvimhâne nâzırlığı yapan şair, hattat ve vak‘anüvis Mehmed Şâkir Recâi Efendi, annesi sülâlesi Timurtaş Paşa’ya dayanan Adviye Hanım’dır. Küçük yaştan itibaren Arapça ve Farsça öğrendi. Tasviri Efkâr gazetesinde yazılar yazdı. 1877’de Şura-ı Devlet üyesi oldu. Namık Kemal ve Abdülhak Hamid ile mektuplaşmaları edebiyat alanındaki görüşlerinin belirlenmesinde etkili oldu. “Hayâliyyûn-Hakîkiyyûn” tartışmasından sonra iyice güçlenen realist akımın etkisi altında 1896 yılında Servet-i Funun Mecmuasında tefrika halinde resimli bir şekilde Araba Sevdası adlı romanını yazmıştır. Eser bir yıl sonra kitap olarak basılmıştır. Bu roman ile birlikte Hakîkiyun dediğimiz realist akımı benimsemiştir. Eser Türk edebiyatında ilk realist roman olarak yer alır.

Recaizade Mahmut Ekrem yazdığı Araba Sevdası romanıyla bir bakıma kendi fikirlerini ve kendi batılılaşma evresini yansıtmış olur. Her ne kadar yanlış Batılılaştığı için dönemin alafranga zihniyetini eleştirse de kendi yaşamını ve hayatını incelediğimizde bir bakıma kendini Bihruz Bey ile kıyasladığını görürüz. Bihruz Bey karakteri üzerinden kendi Batılı tasvirini ortaya koymak istemiş ve bunu başarmaya çalışmıştır. Kendisinin de Batılılaşma yönü ağır basan bir kişi olduğu için dönemin tartışmalarında edebiyatta kuralın olmamasını eleştiren Muallim Naciye karşı Abdülhak Hamid’in yanında yer almıştır. Çeşitli devlet görevlerine getirilen Recaizade Mahmut Ekrem bunun yanında Mektebi Mülkiye ve Mektebi Sultanide hocalık yapmıştır. Hocalık yaptığı sırada “Üstad-ı Ekrem” sıfatı ile anılmıştır. Servet-i Fünun dergisinde Edebiyat-ı Cedide dönemini açmıştır. “Sanat sanat içindir” anlayışıyla eserlerini yazmıştır.

Araba Sevdası romanı genel itibarı ile dönemin alafrangalık anlayışına yapılan bir eleştiridir. Biçim ve anlam ikilemini anlayamayan Osmanlı züppe gençlerinin yanlış bir biçimde modernleşme kavramını içselleştirmesine duyulan bir tepkidir. Ancak Recaizade Mahmut Ekrem’de yaşayış tarzı bakımında pek de bu duruma tezat düşen bir stilde değildir. Yahya Kemal’in aktardığına göre Bihruz Bey aslında Recaizade’nin kendisidir. Yazar kitabı yazdığı dönemi eleştirir. Yani bir geriye dönüş veya geleceği tahmin etme durumu bu eserde görülmez. Bundan dolayı kitap dönemin bir eleştirisidir. Yazar kendi önsözünde eserin yazılma amacı ile ilgili şunları söylemiştir.

  “Bilirsiniz ki insan eğlencesiz yaşayamaz. Bendeniz gibi yaradılış olarak yalnızlığı sevenler için ise okumak ve yazmaktan iyi eğlence olamaz. Şu kadar ki sürekli bu şekilde meşgul ve özellikle ciddi olunca yorgunluğuna dayanmak mümkün değildir. Bu halde yorgunluğu az, eğlencesi çok meşguliyetler aranmak tabiidir. İşte bu ihtiyacın sevkiyledir ki ara sıra böyle şeyler yazmakla eğlenerek vakit geçirmeye mecbur oluyorum.”

Bu önsözden de anlaşılacağı gibi yazarın eserini yazmasının tek amacı eğlenmektir. Ancak eseri incelediğimizde sadece eğlenmek için yazılan bir eser olmadığını görürüz. Çünkü eserde ki tiplemelerde o dönemki Batılılaştığını sanan Osmanlı insanlarının bir analizini içerdiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan bu eleştiri Recaizade’nin değerli bir analitik bakış açısını ortaya koyduğunu gösterir. Eseri incelemek için öncelikle dönemin Osmanlı toplum yapısına bakmak gereklidir.

Eser 1870’lerde Osmanlı Devletinin başkenti olan İstanbul’da geçmektedir. Başkent İstanbul bu dönemde yazılan romanların genel olarak ana mekânıdır. Ancak genel olarak İstanbul da yaşayış tarzlarına göre semt semt ayrılır. Batılılaşmanın dönem zihniyetine göre en yoğun yaşandığı bölge Galata ve Beyoğlu’dur. Avrupalı tüccarların ve yerli gayrimüslim halkın yoğun olarak yaşadığı bu semtler Batılaşmak isteyen Osmanlı halkının vazgeçemediği mekânların başında gelir. Konuşulan dilin değiştiği bir bakıma kendi çağdaş toplum yapısının bulunduğu semt burasıdır. En önemli terziler ve alafranga eşya satan yerlerin bulunduğu bölge olmasından dolayı buraya rağbet yüksektir. Eserde de buna örnek olarak bazı terzi ve esnafların ismi geçmektedir.

Terzi Mir markalı pardösüsü, Herald işi potini, M.B. markalı bastonu, Albert Kün markalı giysileri, berber İzidor’daki tıraşı, Kitapçı Vik’ten alınmış kitaplarıyla Bihruz Bey döneminin en şık giyinen kişileri arasındadır. Bunları yaparken en pahalı kıyafetlerin kendisini modernleştireceğini düşünür. Beyoğlu’nda kendi modern semtini bulan Osmanlı Müslüman batıcısı kendini bir bakıma burada güvende hissetmez. Bundan dolayı burada işini hallettikten sonra kendi semtine döner.

Tanzimat romanlarında karşımıza çıkan en ünlü mekânlardan bir diğeri ise Üsküdar’dır. Özellikle Çamlıca tepesi eserimizde de ene mekândır. Eser Çamlıca bahçesinin açılışıyla başlar. Bu dönemde diğer Tanzimat eserlerinde de Çamlıca bahçesini ana mekân olarak görürüz. Çünkü Çamlıca tepesi Avrupai Beyoğlu ile Muhafazakâr Sur içi İstanbul’unun arasında modernleşme babında en ideal mekân olarak gösterilebilir. Burada aslında toplanan kişiler bir bakıma sosyal hayat içinde modernleşecek Türk toplumunun davranış tarzlarını yansıtması bakımından önemlidir. Kadın-Erkek ilişkisi, umuma açık yerde davranış biçimi ve mahremiyetin tekrardan sorgulandığı mekânlardan birisidir. Dönüşen toplumların sancılarını en çok hissettiği dönemde yazılan bu eser bir bakıma bu sancının tezahürüdür. Dönüşümü biçimsel ve radikal bir şekilde yaşayan toplumların göstermelik bir modernleşme kavramı içinde kaldığını anlatmaya çalışır.

 Alafrangalığın eleştirisi değil biçimsel yaşayışa duyulan bir tepkinin ürünü olan bu eserde yazar eserdeki kişiler üzerinden topluma bir eleştiri getirmeye çalışır. Tanzimat Döneminde gelen eşitlikçi anlayış biçimi toplumsal bir yozlaşmanın önünü açmış ve bu eleştirilen tiplerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Eserin ana kahramanı Bihruz Bey bu tiplemeye uygun bir durumdadır. Bu tipler genel itibarı ile batıdan gelen her şeyi kendi ülkesinde üretilen ürünlerden üstün tutan bir anlayışa sahiptir. Türkçeyi kaba ve kötü bulur ve Türkçenin yerine Fransızca konuşulmasını ister. Ayrıca bu tipler Fransızcayı da iyi bir şekilde bilmezler. Kelimenin aralarına ezberledikleri birkaç Fransızca kelime sıkıştırarak Fransızca bildiklerini sanırlar. Bu karakterleri Tanzimat romanlarının çoğunda görürüz.

 Bunun dışında Osmanlı toplum yapısına bakacak olursak bu dönemde gelen yenilgiler ve devletin kötü durumundan dolayı bir bakıma Batılılaşmak kendini bu yenilmiş toplum psikolojisinden kurtarmaya çalışmaktır. Bu kişiler genelde romanlarda tek tip görülür. Muhteşem bir kişiliğe sahip olan, ailesinden kalan mirası yiyen, gösteriş meraklısı, taklitçi ve müsriftir. Bu karakterler genellikle Osmanlı Devletinin kalburüstü ailelerine mensup kişilerdir. Babaları sarayda çalışan bir kişidir. Ondan miras kalmıştır ve ana karakter de bu mirası yer.

Romanın karakterlerine bakacak olursak;

Bihruz Bey: Bihruz Bey romanımızın ana karakteridir. Kendisi saf ve duygu dolu bir kişiliğe sahiptir. Tanzimat romanlarının genel özelliklerinden birisi de budur. Ana karakter yaptığı yanlışların altında iyi bir kişiliğe sahiptir ve yanlışların altında ise hep farklı kişilerin dolduruşuna gelmesi yatar. Bihruz Bey genel olarak yukarıda anlattığımız Tanzimat romanının genel zengin ve yanlış Batılılaşmış karakterine uygun bir tiplemedir.  En pahalı kıyafetleri giyen ve giydiği kıyafetlerin markalarına önem veren bir kişidir. Pahalıdan kasıt bu romanda batılı anlamda en yeni kıyafetlerdir. Bihruz Bey her gün evinden çıkmadan önce eldivenlerini, fesini, yeleğini, Frenk işi gömleğini giyer ve bu pahalı kıyafetlerin herkes tarafından görülmesini isterdi. M.B. markalı bastonunu da yanından ayırmazdı. Bu bağlamda Bihruz Bey klasik bir yanlış Batılılaşan dediğimiz biçimsel değişim geçirmiş Osmanlı tiplemesidir.

Bihruz Bey yaşadığı duyguları en uç kesimlerde yaşayan birisidir. Periveş hanıma karşı duyduğu sevgi buna bir örnektir. Periveş hanımı Çamlıca bahçesinde ilk kez gördüğü anda âşık olması ve duyduğu ilk espri ile ona yüce sıfatlar yakıştırması bir bakıma duyguları en uç noktalarda yaşadığına örnektir. Ayrıca burada Bihruz Bey bir bakıma Keşfi Bey’in yanında da doğru insan modelini simgeler. Çünkü Keşfi Bey yalancı, düzenbaz ve lakayt bir tiplemedir. Bihruz Bey bu kişinin yanında biraz daha ideal kişiyi oluşturur. Ayrıca bu bağlamda romanda sürekli Bihruz Bey kendini Keşfi Bey ile karşılaştırarak bu kıyaslamayı da bize sunar.

Bihruz Bey’in yine en büyük sorunu yanlış batılılaşmasıdır. Küçüklüğünden itibaren kesik bir eğitim alan Bihruz Bey babası falanca paşanın kendisini imtihan etmesi ve aldığı sonucu kâfi görmesi sonucu okuldan alınarak Bab-ı Ali kalemine işe verilmişti. Bu dönemde Devlet dairelerinde ki yozlaşmayı da görmemiz açısından bu olay fazlaca önemlidir. Liyakat usulü değil tamamen adam kayırmacayla işe alım yapıldığının belgesidir bu roman. Ayrıca diğer Tanzimat romanlarında da bu durumu görürüz. Yani aslında yazarlar bir bakıma bu dönem tiplemelerini anlatırken, bu kişilerin aynı zamanda devlet dairelerinde de çalıştığını göstererek toplumsal yozlaşmanın yanında devlet dairelerindeki yozlaşmayı da halka yansıtmaya çalışmıştır. Bu devirde devlet dairesinde işe girmek bir tanıdığının olması ve onun kâfi derecede hoşuna gitmenle alakalı bir durumdur. Bunun yanında Bihruz Bey işe girmesinin yanında sürekli işe giden de bir kişi değildir. İşe başladığı dönemde ara ara uğrayan Bihruz Bey bir süre sonra işe kaleme gitmeyi kesmiştir. Burada onu bu konuda uyaran bir kişinin olmaması bir bakıma Osmanlı Devlet yapısının içerisindeki yozlaşmayı belgeleyen bir durumdur.

 Annesi onu tek evladı olması münasebetiyle şımarık büyütmüş ve bu şımarıklıkla hayatı boyunca Bihruz Bey sürekli burnu havada bir tip olarak gezmiştir. En büyük eğlencesi ise pahalı ve şık kıyafetlerini giyerek şehirde at üstünde turlamaktan ibaretti. Bunun nedeni sadece pahalı kıyafetlerini herkesin görmesiydi. Ayrıca Bender fabrikasından çıkan arabasıyla birlikte mesire yerlerini ve yeni açılan bahçeleri gezmek de yaptığı önemli işlerdendir.

Bu şekilcilik bir bakıma Bihruz Bey’in Osmanlıyı yansıtması olarak nitelendirebiliriz. Çünkü Osmanlı Devleti de Batılılaşma kavramını şekilcilikten ibaret olarak almıştır. Modernleşme kavramı çerçevesinde yaptığı reformlar sadece yüzeysel kalabilmiştir. Bunun nedeni bu reformların Osmanlı Devleti toplumu için bir alt yapısı olmamasıydı. Avrupa’da yaşanılan gelişmeler bir takım felsefi ve sosyolojik temeller üzerine kuruluydu ve bu çerçevede gelişmişti. Ancak Osmanlı Devleti toplum yapısı bu sosyolojik ve felsefi kuramlar çerçevesinde gelişmediği için alınan kurumlar ve yapılan reformlar bir bakıma temelsiz bir binayı süsleme girişimi olarak kalıyordu. Bu romanda da Recaizade Mahmut Ekrem bir bakıma Bihruz Bey karakteri ile Osmanlı Devletinin içine düştüğü bu çelişkili reform durumunu anlatmaya çalışmaktadır.

Bihruz Bey babasının ölümü üzerine büyük bir mirasın üzerine konmuştu. Ancak sorun bu mirası güzel bir şekilde yönetebilecek bir tecrübesinin olmamasıydı. Küçüklükten itibaren serbest yetişen bu bey kalan mirası kısa bir sürede bitirme noktasına gelmişti. Zevk ve sefahat uğruna para harcamaya doymayan karakterimiz bir süre sonra mali sorunlar yaşamaya başlayacaktır. Bihruz Bey’in bu gösteriş meraklılığının yanında yanlış batılılaşma dediğimiz kavram doğrultusunda konuşma şekline bakalım. Fransızca kelimeleri cümlelerinin arasına serpiştiren Bihruz Bey, bunu bir marifet gibi kullanmaktadır. Fransızca konuşmayan Osmanlı toplumunu alt tabaka olarak gören karakterimiz konuştuğu herkesin kendi söylediği Fransızca kelimeleri bilmesi gerektiğine inanıyordu. Gezmek için gittiği Çamlıca bahçesinde karşılaştığı kişiler kendisinin bu konuşma yapısını ve hareketlerini tepkiyle karşılıyordu. Şüphesiz giydiği kıyafetleri ve lisanını bir itibar gibi görüyordu. Bunun yanında annesi ile yaptığı bir konuşmada şu ibare gayet ilginçtir.

  • Konağa mı gideceğiz?
  • Öyle ya!.. İşte eylül de giriyor… Yağmurlar sıklaştı… Havalar serinledi. Bunlarda bir tarafa kalsın, önümüz ramazan… Bilirsin ya, ben camilere giderim… Burada nasıl olur?…
  • Ramazan o kadar yakın mı?
  • Öyle ya, şunda on gün kaldı…
  • Hiç haberim bile yoktu… Fakat buraları da pek güzel, nasıl bırakalım da gidelim?… Oton(Sonbahar) burada çok güzel olur!
  • Oton ne demek?
  • Sonbahar değil mi ya?.. İlkbahar: prentan, Sonbahar: oton…
  • Frenkçe mi bu?
  • Fransızca… Fransızcanın her kelimesi güzeldir… Bizimki gibi kaba değildir.

Bihruz Bey’in iki konağı vardı. Birisi Çamlıca’da ki yazlık konak diğeri ise Süleymaniye’de ki kışlık konaktı. Annesi ramazandan dolayı kışlık konağa geçmek isteyince Bihruz Bey Fransızca kelimeleri kullanması, annesinin garibine gitmiştir. Bihruz Bey ise bu dilin Türkçe gibi kaba bir dil olmadığını ve Fransızcanın her kelimesinin güzel olduğunu düşünmesi bakımında önemlidir.

Bu şekilci batılılaşmanın ürünü olan düşünce yapısına rağmen Bihruz Bey’de Fransızcayı iyi bir şekilde bilmez ve sürekli sözlüğe bakma ihtiyacı hisseder. Buna rağmen kendisinin kullandığı kelimeleri başkasının bilmemesini ayıplayarak karşılaması ilginçtir. Bunu Beyoğlu’nda bir dondurmacıya gittiğince de görmekteyiz. Fransızca kelime söylediğinde karşısındaki garson anlamayınca garsonu azarlaması buna bir örnektir. Bunun dışında Periveş Hanıma yazdığı mektuplarda Türk şairler yerine yabancı şairleri kullanmak istemesi yine Türkçeyi beğenmemesine bir örnektir.

Bihruz Bey’in bu durumu bir bakıma narsizmin bir örneğidir. Kendini beğenmişlik ve sürekli Keşfi Bey’in yanında kendini ideal bir kişi olarak gören Bihruz Bey bu bakımda narsist bir kişi olduğunu söyleyebiliriz. Çamlıca bahçesinde Periveş Hanımın Keşfi Bey ile Bihruz Bey’e doğru bakmasından sonra Bihruz Bey kendisini Keşfi Bey ile kıyaslayarak Periveş Hanımın sadece kendisine bakabileceğini düşünmüştür. Çünkü Keşfi Bey, Bihruz Bey’in yanında sönük kalmaktadır.

Bihruz Bey’in batı hayranlığı çok kez romanda karşımıza çıkmaktadır. Periveş Hanım’a şiir yazarken sadece Fransızca şiirler araması ve yaptığı yorumlarda Fransızca şiirleri sürekli övmesi, bir bakıma Alafrangalığa duyulan hayranlığı simgeleyen olaydır. En sonunda bir divan şiirini de eklerken kelimeleri çevirememesi ve çevirdiği kelimeleri beğenmemesi de bu olayda batı hayranlığını anlatan en önemli detaylardandır. Bihruz Bey’in batı hayranlığı çok ciddi bir safhaya ulaşmıştır. Ancak bu hayranlık bir bakıma yüzeysel bir hayranlıktı. Çünkü seçtiği Fransızca şiirlerde de en sevilenleri geçmiş ortalama bir Fransız şiirini süsleyerek yorumlamıştır.

Ayrıca Bihruz Bey evin tek çocuğu olarak büyüdüğü için şımarıklığına bir örnek daha olarak şunları söyleyebiliriz. Yaşadığı acıyı içselleştiren ve dışa çok fazla aktarmayan Bihruz Bey yaşadığı acıyı kendi içerisinde çok fazla büyütüyordu. İlk kez gördüğü bir kişiye büyük bir aşk duyan kahramanımız, bu acıyı kendi içerisinde o kadar büyütüyordu ki başkalarının telaşını küçümseyerek dertlerini önemsizleştiriyordu. Bu da aslında bir narsizm örneğidir.

Periveş Hanım: Romanda Bihruz Bey’in âşık olduğu kadının ismi olan Periveş Hanım’ın karakter özellikleri ise şunlardır. Periveş Hanım romanda aslında varlıklı olmayan bir kişidir. Çamlıca bahçesine arkadaşıyla kiraladığı gösterişli bir Lando ile gitmiştir. Lando o dönemde pahalı bir at arabasıdır. Bihruz Bey’in Periveş hanıma âşık olmasında güzelliğin yanında bu gösterişli Landonun da önemi büyüktür. Çünkü Periveş Hanımı gördükten sonra peşinden gittiğinde gördüğü at arabasını da çok beğenmiş ve bu güzel ve ihtişamlı kişi anca böyle bir at arabasına binebilir diye söylemiştir. Aslında Bihruz Bey burada eşya ile itibarı karşılaştırmış ve kişinin itibar sahibi olabilmesi için pahalı kıyafetler giyip pahalı eşyalar kullanması gerektiğini belirtmeye çalışmıştır.

Anca ne Periveş Hanım o arabaya sahiptir ne de Bihruz Bey’in anlattığı kadar güzel özellikler kendisinde mevcuttur. Periveş Hanım ortalama bir aileden gelip hem kendini göstermek hem de gezme amaçlı sürekli mesire alanlarına seyahatler yapardı. Çamlıca bahçesine yaptığı seyahatlerde Bihruz Bey onu görmüş ve âşık olmuştu. Bu ilk görüşte aşk hadisesinde ise kendisine aslında mevcut olmaya abartı sıfatlar yüklemiştir. Periveş Hanım romanda aslında Türk modernleşmesinde kadın nasıl gelişmektedir veya nasıl modernleşmektedir sorusuna cevap vermektedir. Klasik Osmanlı toplum yapısında kadının rolü Tanzimat ile değişmek zorunda kalmıştır. Bu değişim kadına yeni bir kimlik yükleme ihtiyacı hissettirmiştir. Bundan yola çıkarak Tanzimat ile birlikte farklı bir role bürünen kadın figürü ideal olarak nasıl tanımlanmalı sorusu Tanzimat romanlarında aydınlatılmaya çalışılmıştır.

Bundan dolayı genellikle Tanzimat romancılar kıyaslayıcı bir tavır izler. Eserlerinde iki kadın karakter yazan romancılar bu karakterlerini karşılaştırarak ve birinde kendi ideal kadın tasvirini işleyerek kıyas yapmaya çalışmışlardır. Ancak bu romanda böyle bir şey söz konusu değildir. Her ne kadar Bihruz Bey modernleşme kavramını şekilsel bir yapıyla incelemişse ve o şekilde kendine işlemişse bir o kadar da Periveş hanımda bu olayı görürüz. Periveş hanım da şekilsel olarak modernleşmeye yani batılılaşmaya çalışan bir figürdür. Giydiği kıyafet veya bindiği arabayla kendini göstermeye çalışmışlardır. Üsküdar iskelesinde kiralık olarak tuttukları landoya bindiğinde sevinmiş ve bu şekilde kendisinin de zengin görüneceğini düşünmüştür.

Tanzimat karakterlerinde bu şekilci batılılaşma en fazla dikkat çeken olaylardan birisidir. Eğitimsel olarak alt sınıfa mensup olan Periveş Hanım, Çamlıca bahçesinde yaptığı bir espri ile bir kişinin gönlüne girmekte başarılı olmuştur. Ayrıca eğer pahalı bir eşya kullanıyorsa zengin bir semtte oturduğuna inanılıyordu. Semtler arasında böyle bir hiyerarşi söz konusuydu.

Tanzimat romanlarında en fazla işlenen bir diğer konu ise yerin rolleriyle kadın ve erkeğin nasıl bir ilişki yaşayacaklarıydı. Yeni dönem ile birlikte toplumsal olarak bir değişim yaşayan kişiler birbiri ile ilişkisi nasıl olacak sorusu bu bağlamda incelenmesi gereken elzem bir mevzudur. Tanzimat ile birlikte kadın ile erkek nasıl flört etmeli mevzusu bu romanda da incelenen bir konudur. Öncelikle nasıl iletişim kurmalıdır değil de nerede iletişim kurmalıdır? Sorusunu bu konuda sorabiliriz.

Tanzimat döneminden itibaren başlayan modernleşme bağlamı birçok yeni mekânın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu mekânlarda öncelikli olarak yeni bahçeler gelmektedir. Klasik dönemde Fatih ilçesi yani sur içi İstanbul’u her bakımda merkezdi. Kadın ve erkeğin farklı rollerle karşımızda olduğu bu dönemde ilişkilerde farklı bir biçimde kuruluyordu. Ancak modernleşme bağlamında Tanzimat sonrası batı yanlısı bir toplum için ilişki kurulabilecek bir mekân arayışı vardı. Bölge olarak bu mekânları yorumlayacak olursak eğer ilk olarak sur içi İstanbul’una bakmamız gerekir.

Sur içi İstanbul’u devletin başkentidir. Devlet otokrasisinin yoğun olarak bulunduğu yerlerdir. Manevi havası bir bütündür. Bundan dolayı burası daha muhafazakâr bir bölgedir. İnsanlar bu bölgede rahat bir şekilde hareket edemezlerdi. Buna örnek olarak romanda kışlık evinin bulunduğu Süleymaniye semtiyle yazlık evin bulunduğu Çamlıca semtini gösterebiliriz. Bihruz Bey’in annesi ramazan ayı geldiğinde kışlık ev olan Süleymaniye’deki köşke taşınmak ister. Çünkü ramazan ayının manevi havası buraya uygundur. Ancak Bihruz Bey ise yazlık konakta kalmak ister. Çünkü modernleşme bağlamında yeni kimlik bu semte uygundur. Bihruz Bey’in annesi daha muhafazakâr bir kadın tiplemesindedir. Aslında klasik Tanzimat anne figürüdür. Bundan dolayı semtleri kimlik olarak da ayırabiliriz. Buluşmalar ve ilk flörtlerin sur içi İstanbul’unda olmamasının nedeni tam olarak budur.

Ayrıca gayrimüslim vatandaşın daha fazla yaşadığı Beyoğlu semti ise bir bakıma ikilemin yoğun olarak yaşandığı bir semttir. Burada modern karakterler işini hallettikten sonra Beyoğlu’nda fazla durmak istemezler. Burası onların bir bakıma alışveriş semtidir. Burada modernleşen Türk ve Müslüman toplumunun bir bakıma kendi öz kültüründen de tam olarak sıyrılamadığını görüyoruz. Periveş Hanım’da Bihruz Bey’de tam olarak böyle bir karakterdir. Bir bakıma kendi kültüründen sıyrılmış ve modernleşmiş bir ideal Tanzimat karakter profili çizen Bihruz Bey bir bakıma da kendi özünden kopamayan bir karakteri temsil etmektedir.

Çamlıca semti bundan dolayı buluşma ve modernleşme kavramında simge bir yere sahiptir. Buraya gelen kişiler bir bakıma daha rahat hareket ederler. Çünkü muhafazakâr topluma sahip sur içi İstanbul’u ile Beyoğlu arasında ideal bir yer olan Çamlıca ve Üsküdar seyahat bakımından uğrak bir yer olmuştur. Burada kişiler daha rahat bir hareket imkânı bulmuşlardır. Bu bağlamda açılan Çamlıca bahçesi ise simge bir mekâna bürünmüştür. Bahçeyi ziyaret eden kadın ve erkek herkes burada farklı bir rolde hareket etmektedirler. Romanımızda Periveş Hanım ile Bihruz Bey’de bu bahçede birbirleri ile karşılaşmışlardır. Burada bir bakıma kadın-erkek ne yapacağını bilmeyerek bir ucundan girdikleri bahçeyi dolaştıktan sonra diğer ucundan çıkarak buradaki seyahatlerini tamamlıyorlardı. Modernleşmenin simgesi olarak bu bahçeleri ziyaret etmek mühimdi. Ayrıca bu mesire alanlarına kadın erkek aynı anda giriyor ve farklı bir sosyalleşme imkânı buluyorlardı.

Periveş hanım bu sosyalleşmede kendisini göstermek isteyen bir kadın rolündedir. Tamamen dış görünüşüyle dikkat çekmek isteyen bir kadındır. Bundan dolayı da sahte bir güzelliğe sahiptir. Buna kanan kişi ise Bihruz Bey’dir. Her alanda şekilciliğe kapılan Bihruz Bey, güzel bir kadının ahlaklı olacağına kanaat getirmiştir.

Bu romanda bir benzetme yapacak olursak eğer Periveş Hanımı Batıya benzetebiliriz. Bihruz Bey ise Osmanlı Toplumunu temsil etmektedir. Sahte dış güzelliğine kapılan Bihruz Bey, Osmanlı toplumunun modernleşme bağlamında batılılaşmasını sahte ve simgecilik üzerinden yapmasını simgeler. Sadece şekilsel olarak değişimi modernleşme sayan Osmanlı toplumunu Bihruz Bey temsil eder. Şekilciliği ve dış güzelliği ile çekiciliği ile Periveş Hanım ise Batı Uygarlığını temsil eder. Bu bakımdan Bihruz Bey’in sadece şekilciliğine bakarak Periveş Hanıma âşık olması, Osmanlı toplumunun batı uygarlığına kapılması ve onu sadece şekilcilik üzerinden sahiplenmesini simgelemektedir.

Romanda üzerinde durulmak istenen bir diğer önemli konu ise flörtleşme mevzusudur. Çamlıca bahçesine kadın-erkek herkesin girmesi ve birbiri ile sosyalleşmesi yeni bir tartışmayı ve açmazı meydana getirmektedir. Kadın ile erkek bu sosyal ortamda nasıl ilişkiler kuracaklar ve bu kurulan ilişkiler nasıl olacak sorusu Tanzimat romanlarında sık işlenen konuların başında gelmektedir. Bihruz Bey bu konuda flörtleşme mevzusunu yanlış anlayan ve komik bir duruma düşen bir tiplemedir. Periveş Hanımı ilk gördüğü esnada âşık olan Bihruz Bey, ona yaklaşmak ve konuşmak istemiştir. Ancak kullandığı kelimeler ve yaklaşımı toplum tarafından komik bir duruma düşmesine neden olmuştur. Ayrıca yazdığı mektubu verebilmek için at arabasının peşinden koşması yine gülünç duruma düşmesine neden olmuştur.

 Tanzimat döneminin getirdiği serbestlik bir bakıma kişilerin rahat hareket etmesine neden olsa da bu rahatlığı yeni gelişen olgularda kullanmakta tecrübesiz oldukları için garip bir duruma düşmelerine neden olmuştur. Kadın-erkek ilişkisi bu bağlamda bir çıkmaza girerek sonucun nasıl geleceği bilinememiş ve romanlarda yazarla bu konu üzerinde kendi düşüncelerini işlemişlerdir. Periveş Hanım ile Bihruz Bey arasındaki münasebet de bu çıkmaz ile ilgilidir.

 Keşfi Bey: Keşfi Bey, Bihruz Bey’in arkadaşlarından birisidir. Bihruz Bey ile Bab-ı Ali’de aynı kalemde çalışan Keşfi Bey yapı olarak Bihruz Bey’den çok farklı bir kişiliğe sahiptir. Öncelikle Bihruz Bey romanda saf ve dürüst bir kişi olarak karşımıza çıkarken Keşfi Bey düzenbaz ve yalancı bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Yazar aslında burada bize bir karşılaştırma sunar. Bihruz Bey ile Keşfi Bey arasında yanlış Batılılaşmış kişilerin arasındaki farkları ortaya çıkarmak istemiştir. Kitabın başından itibaren ilk olarak Periveş Hanımın Bihruz Bey ile karşılaşmasından sonra Keşfi Bey, Periveş Hanımı tanıdığını ileri sürmüştür. Aslında tanımamış sadece bir kez karşılaşmışlardır. Bundan sonra kitabın ilerleyen bölümlerinde de Bihruz Bey sürekli Keşfi Bey’in yalanlarını dinlemiş ve ona inanmıştır. Buradan Bihruz Bey’in her koşulda Keşfi Bey’e inanması sürekli başına iş açacaktır. 

Bihruz Bey bir bakıma kendini sürekli Keşfi Bey’le kıyaslayacak ve sonucunda kendini ondan üstün görecektir. Bu Bihruz Bey’in narsizmi ile alakalıdır. Ancak yazar sürekli bu iki karakterin özelliklerini anlatması bize de bu kıyası yapmamız için bizi teşvik eder. Bu kıyas ile Bihruz Bey’in Keşfi Bey’den karakter açısından üstün olduğunu çıkarabiliriz. Keşfi Bey yalanları ve entrikaları ile sürekli Bihruz Bey’i kandırmaktadır. Bu yol ile istediğini yaptırabilmekte olduğundan Avrupa Devletlerinin çıkarları gereği Osmanlı Devletini kullanmaları çıkarımını yapabiliriz.

Mösyö Pierre: Mösyö Pierre romanda ara ara karşımıza çıkan bir tiplemedir. Bihruz Bey’in evine gelen ve ona Fransızca öğreten bir eğitmendir. Bu kişi genel manası ile paragöz birisidir. Bihruz Bey’in yaşadığı durumlara göre çeşitli bahanelerle para kazanmaktan geri durmayan bir tiptir. Bihruz Bey’in çektiği aşk acısını gereksiz bulsa da buradan bir çıkar elde edeceğini anlayınca aşk kitapları bulup bunları değerinin daha fazla fiyatlarıyla Bihruz Bey’e satarak bir çıkar elde etmeye çalışması önemlidir. Bihruz Bey’in evinde sürekli çıkarlarına uygun hareket etmeye çalışan ve her mali kaybını Bihruz Bey’den çıkarmaya çalışan Mösyö Pierre bir bakıma Osmanlı Devletini ekonomik açıdan sömürmeye çalışan Avrupa’yı bu romanda simgelemiştir.

 Avrupa’nın paragöz ve çıkarcı tutumları bu romanda Mösyö Pierre üzerinden anlatılmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devletini her açıdan geride tutan ve bulduğu fırsatlarda Osmanlıyı zor durumda bırakan Avrupa ülkelerini bu roman üzerinden simgeleşmiş bir şekilde görürüz. Bu tipleme sadece Araba Sevdası romanında değil genel manası ile tüm Tanzimat romanlarında karşımıza çıkan bir karakterdir. Bu karakterler Osmanlı Devletinin son döneminde batılılaşma veya muasırlaşma sevdasıyla hareket eden bir kesimi kullanarak sadece simgesel olarak batı özentiliği yapan kişilerle çalışmış ve onları kullanarak para kazanmışlardır. Biçimsel açıdan Batılılaşmak isteyen bir toplumu kullanarak maddi gelir elde etmişlerdir.

Bu açıdan Mösyö Pierre gibi tiplemeler Tanzimat romanlarının vazgeçilmezleridir. Bihruz Bey’in sıkıntılı olduğu durumları kaçırmayarak her durumda ondan maddi bir gelir elde etmeyi düşünmesi ilginçtir. Hatta Bihruz Bey ve yanındaki gençlerden gördüğü Otuzbir oyununu kendisi de öğrenmiş ve Bihruz Bey ile oynadığı oyunlardan para kazandığı için Fransızca “Kumarda kazanan aşkta kaybeder veya Kumarda kaybeden aşkta kazanır” gibi cümlelerle teselli etse de Bihruz Bey’den maddi açıdan gelir elde etmeyi hiçbir zaman ihmal etmemiştir.

Mösyö Pierre veya onun gibi tiplemeler hem Osmanlı hem de geri kalmış tüm medeniyetlerde görülmektedir. Bir bakıma geri kalmışlığı kullanarak onlardan maddi ve manevi çıkarlar elde etmek amacıyla hareket eden bu karakterler genellikle amaçlarına ulaşırlar. Bunun dışında bir örnek daha vermek gerekirse Bihruz Bey’in aşk acısı çekmesini fırsat bilen Mösyö Pierre kendi evinden bulduğu eski Fransızca aşk kitaplarını Bihruz Bey’e sanki yeniymiş gibi satarak gelir elde etmeyi amaçlamıştır.

Valide Hanım: Bu karakter romanda Bihruz Bey’in annesidir. Bihruz Bey tek çocuk olarak şımarık bir şekilde yetiştirilse de bazı konularda Annesine takılması bir bakıma kısmi bir özerkliğe sahip olduğunu gösterir. Bihruz Bey’in annesi tutumlu ve geleceği düşünen bir kişidir. Oğlunun aşırılıklarını kontrol edemese de maddi açıdan uç noktalarda olmasını bir bakıma kısıtlamaya çalışmıştır. Babasının vefatından sonra Bihruz Bey mirasyedi bir havayla babasından kalan her şeyi tüketmeye başlamıştı. Bunun sonucunda borçlar birikirken kalan miras neredeyse tükenme noktasına gelmişti. Son kalan Süleymaniye’deki kışlık köşkü satmak isteyen Bihruz Bey bu konuda annesine takılmıştı.

Bihruz Beyin annesi kısaca söylemek gerekirse Tanzimat romanlarında karşımıza çıkan gelenekçi anne tiplemesine uyan bir karakterdir. Muhafazakâr tarafı ağır basan bu karakter oğlunun aşırılıklarını bir bakıma kısıtlamaya çalışır. Tanzimat’ın getirdiği yenilikleri veya değişimi anlamayan anne, oğlunun hareketlerini anlamayacak seviyededir. Bu aşırılıklar ona saçma gelir. Fransızca kelimeleri kullanmasını istemez. Yazar bu kısımda bir bakıma Bihruz Bey’in annesi ile Periveş Hanım kıyasıyla eski dönem ile yeni dönem Osmanlı kadını arasındaki farkları da bize göstermeye çalışmıştır. Periveş Hanım süslü ve kendini göstermeyi severken Bihruz Bey’in annesi kendi içerisinde ve muhafazakâr bir tiplemedir. Yeni nesil Tanzimat gençlerinin geçirdiği değişimi anlatmaya çalışan Recaizade Mahmut Ekrem bir bakıma bu kıyas ile Tanzimat’ın eleştirisini yapar.

Tanzimat ile kadınların da yozlaştığı ve şekilciliğe önem verdiğini anlatmaya çalışır. Geleneklerine bağlı kadınların yaşam tarzlarını da Bihruz Bey’in annesi üzerinden anlatmaya çalışmıştır. Ancak bu iki geleneğin ortasını yansıtacak olan ve ideal kadın tiplemesi romanda mevcut değildir. Bu karakterlerin dışında roman içerisinde bahsedilen yan karakterlere gelecek olursak şu kişileri söyleyebiliriz. Dadı Kalfa evin hizmetçisi ve Bihruz Bey’in başyardımcısı konumundadır. Bihruz Bey’in düştüğü durumlarda sürekli yanında olan ve bu durumlar için sürekli Mösyö Pierre’yi suçlayan Dadı Kalfa vicdani yönü kuvvetli bir kişidir. Bunun dışında Andon araba sürücüsüdür.

 Recaizade’nin bu romanında evin yardımcılarından birisinin gayrimüslim olması önemlidir. O dönemki İstanbul nüfusunun önemli bir kesimi gayrimüslim unsurlardan oluşmaktadır. Şoför olan Andon veya Bihruz Bey’in borçlu olduğu esnaflardan olan Terzi Mir, Arabacı Kondoyani vb. gibi kişiler bize o dönemki Osmanlı İstanbul’unun sosyal hayatındaki gayrimüslim unsurların faaliyetleri hakkında bilgi vermesi açısından önemli bir unsuru teşkil eder.

Araba Sevdası Romanının Yazıldığı Dönemin Sosyolojik Değerlendirmesi

Araba Sevdası romanı 1870’lerde geçer bu dönemde özellikle ön plana çıkan durum Batılılaşma idi. Abdülaziz döneminin son yıllarına rastlayan roman insanların Batılılaşırken veya modernleşmeye çalışırken biçimsel olarak olaya bakması ve sonucunda sadece şekil ve giyiniş olarak batılı insanlara benzemesinden yakınıyordu. Abdülaziz dönemi başlarında Tanpınar’ın deyişiyle Abdülaziz döneminin başında boğaz kenarındaki köşkler ön plana çıkarken son devirlerinde yani 1870’lerde arabalar ön plana çıkmıştır. Yani yazar bu romana Araba Sevdası ismini verirken büyük ihtimalle eserin yazıldığı dönemdeki batılılaşma yolunda en önemli araç olan arabaların popülerleşmesini kitabın ismi olarak uygun görmüştür. Bihruz Bey eserde ilk başlarda Arabasına çok önem verirken ve arabasıyla sırf gösteriş olsun diye sürekli geziler yaparken eserin sonuna doğru aşk acısı ile birlikte arabasına önem vermemesi ve arabanın borç karşılığında alınmasına bir bakıma sevinmesi, bu biçimsel dönüşüm yani batılılaşma isteğinin içi boş bir heves olduğunun kanıtıdır.

Bunun dışında Bihruz Bey’in kişilik özelliklerinden Osmanlı son döneminin gençlerinin genel bir tanımını yapacak olursak şunları söyleyebiliriz. Osmanlı toplumunun kalburüstü ailelerinin çocukları Osmanlı Devletinin son dönemindeki yenilgilerden ve diğer devletler karşısındaki geri kalmışlıklarını örtebilmek için eziklik duygusuyla batılılaşma hevesi içerisine girmişlerdi. Bu Batılılaşma hevesi aslında sadece biçimsel olmasının nedeni buydu. Çünkü böyle bir değişimin temel bir dayanağı yoktu. Avrupa’nın geçirdiği değişimin altında yatan Felsefik ve sosyolojik etmenler Osmanlı toplumunda mevcut değildi. Bundan dolayı yapılan değişim temelsiz bir şekilde yapılıyordu.

Ayrıca bu değişimin getirdiği sonuçlar ile birlikte gençler siyasi olaylardan uzak durarak apolitik bir hava içerisinde hareket etmeye çalışıyorlardı. Eserde bu olay Bihruz Bey’in Mösyö Pierre ile bir konuşmasında geçmektedir.

“Mösyö Piyer, şimdi bir makale okudum. Süveyş Kanalı hakkında pek önemli şeylerden bahsediyor diye söze başladı ve okuduklarını paragraf paragraf özetlemeye girişti. Arada bir kendi şahsi düşüncelerini de ilave ederek bu vakitsiz konferansı uzattıkça uzatıyordu. Bihruz Bey bu siyasi konferansı dinleyecek halde değildi. Mösyö Piyer’in sözlerini asla dinlemiyor, daha doğrusu dinler gibi görünmeye çalışıyor, fakat bir kelimesini bile anlamıyordu. Avare öğrencisinin böyle siyasi ve ciddi bahislerde muhatap olma kabiliyetsizliğini herkesten iyi bilmesi gerektiği halde.”

Çektiği aşk acısının etkisiyle ülke içerisinde olan olayların vahametini önemsemeyen Bihruz Bey bir bakıma dönemin kendisine benzeyen kişilerinin bir örneğini oluşturur. Bunun dışında eserde dönemin özelliklerine dair pek çok özellik vardır. Öncelikle buharlı gemiler mevzusu önemlidir. Bu dönemde yeni yeni görülen gemiler Keşfi Bey’in İzmir’e seyahati sırasında karşımıza çıkan bir durumdur.

 Bunun dışında satılan ürünlerde yabancı markaların ağır basması eserde sıkça değinilen bir durumdur. Osmanlı devletinin özellikle 1839 Baltalimanı Anlaşmasıyla birlikte açık gümrük sistemine geçmesi Avrupalı devletlerin kendi ürettikleri ürünleri sistematik bir şekilde rahatça Osmanlı Devleti içerisinde satmalarına neden olmuştur. Bu ise genel manada piyasada Batı ürünlerinin egemen olmasına yol açmıştır. Bihruz Bey’in satın aldığı ürünlere bakarsak bu durumu fark edebiliriz.

Ancak sosyolojik açıdan bakacak olursak Bihruz Bey gibi yaşayan kişilerin Osmanlı Devleti içerisinde yaşayanların çoğunluğu olduğunu söyleyemeyiz. Halk bu dönemde ikiye ayrılmıştır. Bihruz Bey gibi yaşayanlara Alafranga denirken geleneklerine düşkün kişilere ise Alaturka denirdi. Bu olay toplum içerisinde birbirini anlayamama gibi sonuçlar ortaya çıkarıyordu. Özellikle Çamlıca Bahçesi bu olayların sürekli yaşandığı bir mekândı. Bihruz Bey Çamlıca Bahçesinde konuştuğu dil ve giyimi üzerine etrafında duran kişiler tarafından garip bir şekilde tanımlanıyordu. Aşırı Batıcı giyimi ve konuştuğu dil bakımından etrafındakilerle anlaşmakta zorluk çekiyordu.

Bihruz Bey’in Batılılaşmasına bakacak olursak aslında batının her alana sirayet etmediğini de görebiliriz. Özellikle Bihruz Bey’in evine bakacak olursak bu durum karşımıza çıkar. Çamlıca’daki yazlık köşkte Batılı anlamda düzenlenmiş bölümler mevcuttu. Öncelikle yemek salonundaki masa ve sandalyeler buna bir örnektir. Ayrıca çalışma odası da bu anlamda düzenlenmiştir. Hatta Bihruz Bey buralara giderken bile Fransızca isimlerini söyleyerek gitmesi Batılılaşmanın günlük hayata sirayetini bize gösterir. Ancak gelenekçi bazı şeyler hala kullanılmaktadır. Özellikle evin içerisindeki Selamlık kısmı ve yatak odası için kullanılan Harem ismi bazı mahrem konularda hala gelenekçi zihniyetin devam ettiğini gösterir.

Günlük hayatta ise bazı materyaller Batılılaşma yolluyla gelen ve o dönem için yeni yeni oluşan olgular mevcuttu. Bunların başında Gazeteler gelmektedir. Gazeteler roman içerisinde geçmekte olup modernleşmenin bir unsurudur. Halk artık daha fazla olaylara hâkim olmuştur. Bunun sonucunda bu özgürlüğün getirdiği yapılanmalar ortaya çıkacaktır. Genç Osmanlılar bu dönemin bir ürünüdür. Ancak bu süreç herkes için aynı şekilde ilerlemez. Bihruz Bey gibi kişiler kendi yaşamlarını toplum gündeminden üstte tutması herkesin olaylara aynı derece ilgili olmadığını gösterir. Ancak Bihruz Bey’in yaşadıklarından yola çıkarsak Batılılaşma hevesinin geçici olduğunu görebiliriz.

Bihruz Bey Batılılaşma yolunda kendi öz değerlerini ve kültürünü aşağılamaktan geri kalmamıştır. Batı kültürünü kusursuz doğu kültürünü ise yetersiz olarak düşünen Bihruz Bey bu konuda zaman zaman aşırıya giden yorumlamalarda bulunmuştur. Kendi eksikliklerini görmeden kültürünü aşağılamaya yer aramıştır. Periveş Hanım’a yazacağı mektupta kütüphanesinde bulunan kitaplara baktığında Türkçe eserleri yetersiz görmüş ve Fransızca eserleri ise çok beğenerek eklemiştir. Vasıf’ın Divanında bilmediği kelimeler olduğu için Türklerin şiir yazamadığını savunmuş ve “Ah! Türklerde adam gibi bir şair gelmemiş ki” diyerek bir bakıma kendi yetersizliğinden dolayı kendi dilini yermiştir.

Tanzimat döneminde Âli ve Fuad Paşaların öncülüğünde başlatılan yenileşme hareketinin getirdiği özgürlükler ortamını yanlış yorumlayarak hareket eden bu züppe gençlere örnek olarak gösterdiğimiz Bihruz Bey gelen gelişmeler ve yeniliklerle eskiye hınç ve öfke ile bakmışlardır. Bu ise bir önceki kuşaklar ile aralarında sorun olmasına neden olmuştur. Annesi ile yaşadığı diyaloglarda bu pek çok geçmiştir. Yukarıda verdiğimiz örneklerde geçen Fransızca tartışmasında annesi Fransızca kelimelerini anlamaması kuşaklarda ki çatışmanın bir ürünüdür. Fransızca bir kültür dili olarak bu dönemde Osmanlı toplumuna girmiştir. Bu dönemin eski kuşakları ise Fransızcaya bir kültür dili olarak değil gâvur dili olarak bakmışlardır. Buna örnek olarak eserde geçen şu diyalogu örnek olarak gösterebiliriz.

“- Demek ki hemen demenaje (taşınmak) edeceğiz…

– Benimle konuşurken Allah aşkına araya gâvurca laflar karıştırma evladım! “Demi aza” ne demek? Niçin bana Türkçe söylemiyorsun? 

– O kaba dili konuşmak içimden gelmiyor da onun için… Demenaje yani göç edeceğiz…

– Ha şöyle Müslümanca konuş!”

Kuşak çatışması ailelerin içerisinde anlaşma bakımından bile sıkıntı olabiliyordu. Islahatlar çerçevesinde yenileşen Osmanlı Devletinin toplumu da değişiyordu. Bu değişikliklerin kuşaklar arasındaki farkları oluşturması hasebiyle çıkan anlaşmazlıklarda din faktörü de önemli bir yer tutuyordu. Bihruz Bey’in annesi Fransızcaya gâvur dili Türkçeye ise Müslüman dili olarak bakıyordu. Yani Fransız ihtilâli ile doğan ve Bize de Tanzimat ile gelen Türkçülük veya Milliyetçiliğin eski kuşaklar için bir anlam ihtiva etmediğini belirtmek yanlış olmaz. Bu kuşak için din temelli bir ayrım söz konusudur.

Batıdan alınan reformlalar toplumda batı kusursuzluğunu işlemiş olması bakımından Bihruz Bey’in geçirmiş olduğu değişimin nedenini anlamamız açısından bize ipucu verir. Yeni gelen teknolojilerin alınması ve içselleştirilmesi değil sadece biçimsel olarak yanında bulundurulması önemliydi. Bihruz Bey Fransızca Gazeteleri anlamamasına rağmen sürekli yanında bulundurmasının nedeni de budur. Eserde bu kısım şöyle geçmektedir.

“Vapur iskeleden ayrılır ayrılmaz beyefendi gazetesini açtı. Baş tarafından büyük bir dikkatle okumaya koyulduysa da başmakaleden bir şey anlamıyor, fakat etrafa karşı anlar gibi görünmeye çalışıyordu… Başmakaleyi kıvıramayacağını aklı yatınca gündelik havadislere geçti. Bunlardan zar zor ve yarım yamalak bir şeyler anlayabildi.”

Yani önemli olan anlamak değildi. Bunu bulundurabilmek ve toplum tarafından takdir toplayabilmek yeterliydi. Aslen Osmanlı Devletinin modernleşmesi de buna benzer bir yapıdaydı. Alınan kurumları ve yapılan ıslahatların bir temelinin olmaması ve sadece şekilsel bir şekilde yapılması burada Bihruz Bey üzerinden ilenmiştir. Bir bakıma daha önce de kıyas yaptığım gibi bu eserde Bihruz Bey Osmanlı Devletini temsil etmektedir. Bundan dolayı saf ve çevresindeki olaylara fazla kolay bir şekilde inanan Bihruz Bey’in yumuşak ve iyi yanı da sürekli vurgulanır. Yaşadığı şeylerin müsebbibi kendisi değildir. Yanlış yönlendirmeler ve yalanlar bir bakıma onu bu hale getirmiştir.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Osmanlı Devletinin XIX. yy da yaşadığı gelişmeler sonucunda önce Batılılaşma ile askeri alanda Avrupa’ya yaklaşması daha sonrasında Kırım savaşından sonra dış borç alarak ekonomik olarak Avrupa’ya entegre olması ve Tanzimat ile birlikte de sosyal açıdan Avrupa kültürünün egemen olması sonucu Osmanlı toplumunun geçirdiği değişimlerle oluşan bir sonucun ürünüdür Araba Sevdası romanı. Bihruz Bey ise saydığımız gelişmelerle yaşanan değişimin bir uç ürünüdür. Tüm Osmanlı toplumunun radikal bir değişim yaşadığı söylenemez. Roman içerisinde de gördüğümüz üzere kendi kültürünü korumaya çalışan bir muhafazakâr kesimin de olduğunu söylememiz gerekir. Toplum içerisinde yaşanan bu değişime katılan ile katılmayan kişiler ikiye bölünmesi “Alaturka” ve “Alafranga” terimlerini doğurmuştur. Bu kutuplar bir bakıma Cumhuriyete ve hatta günümüze kadar sürecek olan bir zıtlığın doğuşudur.

Onur Torun
Latest posts by Onur Torun (see all)
Visited 303 times, 1 visit(s) today
Close