Yazar: 18:30 Öykü

Amerikan Sarmaşıkları

Her şey İclal on beş yaşındayken başladı. Dedesinin tek başına yaşadığı müstakil evin bahçesindeydiler. Çardakta Sermin’le oturuyorlardı. İçeriden bardak şıngırtıları, Ekmek Teknesi izleyen büyüklerin kahkahaları işitiliyordu. Kardeşler neşesizdi. Bu tek katlı basık evin bahçesinden aldıkları o eski tadı alamamanın sıkıntısını yaşıyorlardı. Keyifsizliklerini derinleştiren kapalı bir gök de cabasıydı. Her taraf ıslaktı. Geceki yağmurdan kalan damlacıklar, Amerikan sarmaşığı yapraklarının ucundan asılıyordu. Kırmızı avizelerden sallanan kristal misketler gibi parıldıyorlardı. İki dönümlük bahçenin bütün duvarlarına yayılmış bu kızıl kuşatmaya göz gezdiren İclal’in aklına bir fikir geldi. Kardeşine sarmaşıklara tutunarak üç metre yükseklikteki sokak duvarına tırmanmayı önerdi. O da hemen kabul etti. İclal sarmaşıklarda yükselebilmek için kol ve bacaklarının ağırlığını farklı ağaçlara dağıtmaya uğraştı. Birkaç kez sendeleyip düşecek gibi oldu ama sonunda duvarın üstündeki korkuluklara ulaşmayı başardı. Sermin o kadar şanslı değildi. Hedefe varmasına birkaç adım kaldığında ayağını boşa atarak zemine çakıldı ve bacağını kırdı.

Bacağı alçılı kardeşini her gördüğünde İclal’in içini dayanılmaz bir pişmanlık kaplıyordu. Ona sarılarak ağlıyor, kardeşinden özürler diliyordu. Sermin bebekken onu nasıl cimciklediğini, daha yeni yeni yürürken kaç kere gizlice ittirip düşürdüğünü, altına işediğinde hemen annesine nasıl yetiştirdiğini hatırladıkça kendini paralıyordu. Kardeşi iyileşip tekrar yürüdüğünde kendini affettireceğine yeminler etti.

Sermin iki üç aya ayaklandı. Tam her şey yoluna girdi, derken o saçma gün yaşandı. Kazadan altı ay sonra ailecek dedesini ziyarete gittiler. Bahçenin her tarafına nisan ayının türlü sevimliliği yayılmıştı. Vişneler yenecek kıvama gelmiş, serçeler kirazları didiklemeye başlamıştı. Babasıyla dedesinin birlikte düzenlediği bahçeyi kadife çiçeği, krizantem ve menekşe kokuları sarmıştı. Biraz dolaşıp ekşi eriklerden kütürdettiler. Sermin bir ara tuvalete gitmek için ablasının yanından ayrıldı. İclal oraya ilk defa gelmiş gibi etrafını inceliyordu. Çocukluklarının bütün masalsı anlarının dekoru olan bu evi, uzun apartmanların arasında iyice büzülmüş bir cüceye benzetti. Derin nefesler alıp verdi, çiçek kokuları sarmaşıkların baygın esansını bir parça baskılıyordu. Süs balıklarına benzettiği yapraklardan birkaç tanesini kopardı, avucunda buruşturdu. Polyester kadar dayanıklı görünüyorlardı. Birini evirip çevirdi, ağzına attı. Diline acı bir tat bulaştı, dişleri kamaştı. Ağzındakini çiğneyip yuttu. Diğerini de ağzına attı. Birkaç tane daha kopardı, onları da yedi. Açılan kapının gıcırtısını işitene dek midesini yapraklarla doldurdu. Kardeşiyle biraz daha laklak ettiler, sıcak iyice bastırınca eve döndüler.

Geceleyin yatağa girdiğinde İclal’in midesi biraz bulanıyordu ama uyuyabildi. Sabaha doğru şiddetli bir karın ağrısıyla gözünü açtı. Bulantısı dayanılacak gibi değildi, kustu kusacaktı. Sermin’e fark ettirmeden banyoya zar zor yetişti. Kırmızı yapraklar lavaboya pıhtı gibi dağılıyordu. Midesi ağzına doğru ayaklanıyor, içindeki tekinsiz misafirleri kovmak için şiddetle kasılıyordu. Ne yediğini bilmese parçalanan midesini dışarı püskürttüğünü sanabilirdi. Öyle öğürüyordu ki yaş içinde kalan gözleri yuvalarından fırlayacaktı sanki. Lavabo kıpkırmızı oldu. Epey sonra midesi duruldu. Elini yüzünü yıkadı, kapıda telaşla bekleyen annesine, “Yemekten herhalde,” diyerek odasına döndü, yatağına yığılıp uyuyakaldı.

Birbirinin kopyası günler aynı sıradanlıkla peş peşe akıp gitti. Ta ki matematik sınavına kadar. İclal yeterince hazırlanmadığı bu sınav öncesinde gergindi. Matematik düşmanlarından biri olan sıra arkadaşı İrem’e de güvenemezdi. Kağıtlar dağıtılırken midesi bulanmaya başladı, o şekilde sınava devam etmeye çabaladı. Karnına giren ani bir krampla iki büklüm oldu. Sarmaşıkların midesinde alev dansına kalkıştığını hissedebiliyordu. İzin isteyip tuvalete koştu. Ne kadar öğürürse öğürsün sabah yediklerinden fazlasını çıkaramadı. Sarmaşıkların sakinleştiğini hissedince sınıfa döndü. Sınav süresinin sonu gelmiş sayılırdı.

Hande’yle Orkun’un sevgili olduğunu fark ettiğinde daha korkuncu oldu. Sarmaşıklar, aniden kilitli oldukları kuyudan kurtulan azgın yılanlar gibi damarlarına sızarak vücudunun her tarafına yayıldı. Sıkıca sardıkları yüreğini âdeta yerinden söküp alacaklardı. Bayılmamak için kendini zor tuttu. Nefes almakta zorlanıyordu. Bulantı çok şiddetlenmişken bahçede kuytu bir yere ulaşıp içini boşalttı. Ter içinde kalmıştı, titriyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, peş peşe öğürtülerle içinin zehrini çıkarmaya uğraşıyordu.

Amerikan sarmaşıkları hakkında araştırmalara girişti. Kaç yıl yaşadıklarını, hangi toprağı, hangi iklim kuşağını sevdiklerini, tohumlarının kaç güne çatladığını, suya düşkün olup olmadıklarını tek tek öğrendi. Yaprak dökmediklerini, zorlu iklim koşullarına, kuraklığa çok dayanıklı olduklarını okudu. Vücuduna yerleştiklerinden beri hangi mekanizmayla yaşamlarına devam edebiliyorlardı acaba? Asalakça sarmaladıkları ağaçların enerjisini emdiklerini, yaşam süresini kısalttıklarını biliyordu ama aşırı asidik, ışıksız mide ortamında nasıl bu kadar dirençli olabiliyorlardı? Ana merkezleri olan midesinden hızla dağılıp kollarına, bacaklarına, kalbine, beynine ulaşıyorlardı. En şiddetli ataklarda tüm vücudunu elektrik çarpmışçasına sarsarak parmak uçlarına, saç köklerine dek ilerleyebiliyorlardı. O anlarda midesini bıçakla yarası, bu lanetli sarmaşıklardan büsbütün kurtulası geliyordu.

Bu işkenceden birilerine bahsedip yardım almayı çok isterdi fakat bu çok tehlikeliydi. Hakkında ne düşünüleceği belliydi. Bu sırrı kendine saklamaktan başka çaresi olmadığına inandı. Kendince mücadele etmeye karar verdi. Ataklar esnasında yaşadıklarını ayrıntısıyla not aldı. Her atakla veriler birikti. Sarmaşıkların hangi durumlarda ortaya çıktığını keşfetmek için hafızasını yokladı. Atakların geldiği günlerdeki tetikleyici olayları, duygulanımları bulmaya gayret etti. Hazır olmadığı sınavlar, öğretmelerin sorularına yanıt veremediği dersler, voleybol oynarken üst üste kaybettirdiği sayılar, Orkun’la Hande’yi el ele gördüğü anlar aklına geldi. Sarmaşıklar, bir mikrop gibi onun hep zayıf anını kolluyor gibi görünüyordu. Günlerce süren araştırmalarından pek bir sonuç çıkmadı. Kendini, bu parazit sarmaşıklarla birlikte yaşamaya mahkûm hissediyordu.

Ertesi haftalarda durum daha da kötüleşti. Dönem sonuna doğru ataklar sıklaştı. İclal yemeden içmeden kesilip iğne ipliğe döndü. Evden çıkamaz oldu, yaz tatiline kadar okuluna gidemedi. Günlerini odasında geçiriyor, mecbur kalmadıkça ailesiyle bile konuşmuyordu. Doktorların verdiği ilaçlar da fayda etmedi. Sermin ablasına yardım etmek istiyordu ama ne yapabileceğini kestiremiyordu. Akşamları beraberce bisiklet turu atmanın ona iyi gelebileceğini düşündü. Yalvara yakara sonunda İclal’i ikna etti. Tenha yollarda dolanarak hava alıyor, az da olsa sohbet ediyorlardı. Bu gezilerin birinde alacakaranlık bir sokaktan geçerken Sermin bisikletiyle yaşlı bir kadına çarptı. İhtiyar ağzı burnu kan içinde yerde yatıyordu. Ablası kadının başına çöküp çevresinden yardım isterken Sermin donup kalmıştı. Bağırtıları işitenlerden biri kadını tanıdı. Yaralıyı hemen iki blok ötedeki evine götürdüler. Kadın bir süre sonra kendine geldi. İclal konuşamayacak durumdaki Sermin’in suçunu üstlendi, onlarca kez özür diledi. Yaralıya pansuman yaptı, ağrı kesici verdi, hastaneye gitmeyi teklif etti. Sonunda bunalan kadın, vücudundaki eziklerin icabına bakabileceğini söyleyip nazikçe gitmelerini isteyince kardeşler oradan ayrıldı.  O günden sonra ataklar bir daha geri gelmedi. Aradan uzun yıllar geçti, İclal şimdilerde bir avukat. Üniversite okuyan kardeşiyle birlikte yaşıyor. Hayatı rayında ilerliyormuş gibi gözükse de sarmaşık saldırılarını aklından tamamen çıkaramadı. Midesi bir şekilde bulandığında, o üç parmaklı kızıl yapraklardan bir ikisini lavaboda görme ihtimalinden hâlâ korkuyor. Sermin, ablasının kusmak için lavaboya koşarken yaşadığı tedirginliğin doğal olmadığının farkında. Belki bir şeyler sezmiştir ama ablası için telaşlanacak kadar değil. Dedeleri artık yaşamasa da o metruk evin Amerikan sarmaşıkları tüm bakımsızlıklarına rağmen kurumadı. Etrafa yayılmaya, üç parmaklı kızıl yapraklarıyla yukarılara tırmanmaya devam ediyorlar.

Editör: Hatice Akalın

Fatih Selvi
Latest posts by Fatih Selvi (see all)
Visited 15 times, 1 visit(s) today
Close