Yazar: 19:20 Anlatı

Ama Anlatamadığım Kadar

Çünkü ben, iyi anlatmanın ne olduğunu bilmem. Bir şeyler anlatmak gelir içimden, anlatamam. Anlatmasam daha iyidir, dinlemeseniz. Dinledikçe çoğalır acılar ve acılar çoğaldıkça çaresiz kalırım. Bunu istemiyorum. Bir şeyler anlatabildiğim zaman muhakkak ki dikkate alacaklar beni. Almazlarsa? Almazlarsa kendileri bilir, belki onları ilgilendirmez. Beni ne kadar ilgilendiriyor, bir türlü karar veremedim buna. Düşüm mü daha güçlü düşüncelerim mi? İzdüşümüm bu dünya ile uyumsuz. Ne yazık ki. Anlatamadığım ve anlatmayacağım kadar çok hepsi, benden çok, ona eminim. Bir şeyler var demek istediğim, dilimin ucuna geliyor, sonra kaçıyor. Bir şeyler var ama. Bu da bir şey. İyi mi kötü mü? Hepsinin üstünde, hepsinden farklı. Anlatamayacağım bir şey.

Bir şeylerin büyüklüğü rahatsız ediyor beni. Çok büyük hem de asıl rahatsız eden fakat isim verirsem başıma talihsiz şeyler gelebilir. Bu, hoş olmaz. O da biliyor ki saklıyor kendini benden. Gölgemi görüyorsun, karanlığımı biliyorsun o zaman. Karanlığımı bilen ruhumu kavrar. Kavramaya yetecek kadar gücün yok. Demek ki zayıfsın. Zayıflar ihtiyaç duyar akla ve güçlüler o aklı yok etmeye yemin etmiştir. Ortak akıl, istemiyor beni. Ortak amaçların dışındayım ve her birinde başkalaşıyor ruhum. Birleştiğim tek bir nokta var bu hayatla o da ölüm tutkusu. Olgu değil bu, her canlı ölüme âşık. Eğer öyle olmasa kimse ölmez. Ölürse de ayıp, herkes tutkusunu yaşamalı bu hayatta. Kimse söylemiyor bunu, en çok da böylesi şeylere üzülüyorum. Benim de söyleyeceklerim var, dinlemiyorlar. Bana üzülmeyin. Ben olsam kendime üzülmezdim. Anlatamadığım şeyler var, sizler üzülmemelisiniz.

Ateşi çalan bir tanrıyı bir başka tanrı cezalandırmış. Böylesi hikâyeler yazamıyorum ve anlatamam kimseye. Bu beni yazanlardan eksik kılmaz ama onlardan daha mı iyiyim sanki? Ben, kimseyi cezalandırmadım -kendim hariç-. Ve ben kimseyi üzmedim -kendimden çok-. Günlerden haziranda bir gün, saati boş verdim, hızlanıyor kan basıncım ve gözlerimin ucuna geliyor o fakat ulaşamıyorum ona. Hay aksi! Böylesi bir durumu tahmin etmemiştim, algoritma hesaplamalarımda yeri yoktu bu mağlubiyetin. Onun da yok, böyle bir algoritmadan haberi de. Asıl düşündüğüm şey, beni böyle düşünmeye neyin ittiği. O itti, evet, o. Hava ısınıyor, terliyorum. Düşüncelere kapılmayacağım daha fazla, aklıma geldikçe fena oluyorum. Ben onu böyle hayal etmedim hiçbir zaman. Tamam, geçti. Başka bir şey yapmalı ama ne? Demek ki yenilgi dahilinde bir algoritma böyle kurulmuyor. Bu tarz sözcükler nereden geliyor aklıma, bilmesi güç. Bir de… Evet… Bir de…

Bana bilmediğim bir şey söyleyin. Hiç bilmeyeyim hem de. Hiç. Bakın, hiçi bilmek çok garip bir ihtiyaçtır. Hatta bir zorunluluktur kimisi için ve bu yüzden hiçbir zaman bilinmez. İnsanlar ne tuhaf. Anlatamıyorlar. Anlamak istemedikleri için olabilir ama anlayamamak? Benim derdim sözcüklerle değil, sözcükler çok basittir. Sözcükler nereden gelir? Ruh ve beden, birbirini vurmalı. Hepsinden aynı anda kurtulmalıyım. Başka bir şey var içimde, anlatamıyorum. Anlayamazsınız. Denemeyin, tehlikelidir anlamak. Böylesi bir tehlikeye atamam sizleri. Dikkat! Çarpılırsınız! Anlatabiliyor muyum? Her şeyi benden beklemeyin, biraz da siz anlayın. Barometre yükseliyor, amperler şişmiş. Vücudumu görüyorsunuz fakat aslında yoktur o, başka bir şeydir gördüğünüz. Benle muhatap olmayın, bir başka biridir karşınızdaki. Ben değilim, emin olabilirsiniz.

Hayır. Hiçbir şeyden emin olmayın. Kuşku duyun. Önce kendinizden. Benim konuştuğum siz misiniz sahi? Gerçek olamayacak kadar gerçeksiniz ve bu sizi yalan yapıyor. Olumsuz bir şey demek istemiyorum, bozulmasın moraliniz. Ben bozuk moralle iyi işler yapmaya alışığım. Bunları yazarken de moralim pek iyi değil. Yazamazsın, diyorlar, her şeyi anlatamazsın. Öyle bir iddiam yok. Ama anlatamadığım kadar çok şey birikti sayfalarda ve her seferinde artıyor anlaşılmayanlar. Matematiksel bir sorundan söz etmiyorum, benim alanıma girmiyor. Ayrıca mantığın sayısal olarak ifadesi de bu satırların arasında kendine yer bulamaz. Ben, başka bir şeyin peşindeyim. Mesela, bir kahvenin öğütüldüğü zaman varoluşsal bir sancı çekip çekmediği daha çok düşündürüyor beni. Parçalar çözünüyor, eriyip gidiyorlar. Onlar varlar, sonra yok. Tamamen kaybolduklarını söylemeli miyim? Her bir eylem bir başka eylemi doğurursa, eylemsizliğin de bir başka eylemsizliğin tetikleyicisi olduğunu söylemem yanlış olmaz. Duruyorum. Sadece duruyorum. Birisi beni de yerimden oynatacak. Bekliyorum

Anlatsınlar. Evet, anlatın, sizi dinliyorum. Anlatabilirsiniz ne geçiyorsa aklınızdan. Dinleyeceğim. Gerçekten, yapacağım bunu. Anlatın. Anlatmadınız. Anlatmamak bir eylemsizlik mi yoksa eyleme bir karşıtlık mı? Bu karşıtlık da bir eylem değil midir? Değildir. Kimisi de değildirin değildirini arayacak. Her şeyin zıttı olduğunu söyleyecekler. Her şeyin zıttı yoktur, kandırmayın kendinizi. Yok ile var, zıt değildir. Varlık yokluğa gider ama yokluktan varlığa varabilir misiniz? Her şey var mıdır mesela? Bence yoktur. Gülümsüyorum, sizler de gülümsediniz şu anda itiraf edin. Anlatamıyorsunuz ama anlaşıyoruz. Anlatmadığınız şeyleri merak ediyorum, gerçekten de ilgimi çekiyor. Hiç düşündünüz mü neden Ay, Güneş’ten çalar ışığını? Hırsız değildir, güneş biliyor bunu fakat engellemiyor da. Çünkü Güneş, zayıftır. Kendi ışığını asla taşıyamaz hakkıyla. Ay taşıyor. Bunu asla anlatmıyorlar birbirlerine. Nezaket kurallarını kapsıyor bu yaptıkları, bense kaba bir adamım. Güneşi bir gün yok ettiklerinde ay ne yapacak? Bunu sormalısınız kendinize. Bir gün hiçbir şeyi anlatamayacak hâle geleceksiniz ve çaresiz kalacaksınız. Nefesinizi tutun. Anlatacaklarım var, dinlemeniz gerekiyor. Evet, hemen, şimdi!

Biz sizlerle bir öyküyü inşa ediyoruz ama bundan kimsenin haberi yok. Sizin de yok. Size bunu söyledim ama hemen unutacaksınız çünkü öykünün kahramanları o öyküyü asla hatırlamazlar, her şey yaşanır ve ansızın biter. Ben kalırım geriye çünkü anlatamayacaklarım vardır. Benim anlatamadıklarımda siz varsınız. Sizleri anlatırsam edebiyatın doğasına ihanet etmiş olurum. Bu, bana çok ters. Bir sözleşme yapalım. Toplumsal bir sözleşme olsun. Aramızdaki ilişkiyi düzenlememiz gerekiyor. Belli bir saatten sonra kimse bir şey anlatmamalı, nasıl olsa anlaşılmak mühim değil. Anlatanlar, anlatamayanlar… Anlamayanlar kadar anlayamayan da var. Ben bir yerlerdeyim, ilginç bir yerlerde. Bana bir şeyler anlatmadığınız sürece sizi anlayamam, böyle bir yeteneğim yok. Bana bir şeyler anlatırsanız belki anlamam. Bu, size bağlı. Ayrıca tanrıların kavgası bitmedi, bitmeyecek. Ateşi ben çalmadım fakat çalmış olsaydım ilk önce kendimi yakardım ki her şeye son vereyim. Tanrı intihar etti, yetişin! Hiçbiriniz koşmazsınız, yeni bir tanrı bulursunuz kendinize. Ben ölmüşümdür. Tanrınız rahmet eyler mi?

Ben olsam size rahmet falan eylemezdim. Hak etmiyorsunuz. Siz önce tanrınıza dürüst olun. Olmadınız. Bunun için sizi suçlamıyorum. Bir haklılık payınız elbet vardır. Yoksa da beni ilgilendirmez. Laiklik önemli, modern dünyanın gerekliliği. Ayrıca bu dünyayı ben yaratmadım ve sizi kendi yaratmadığım bir dünyada yargılayamam. En çok bunu düşünüyorum: Beni yargılayanlar ne düşünüyor hakkımda? Biliyordur o, eminim. Onun kim olduğunu, neye benzediğini bilmiyorsunuz. Benim de anlatamayacaklarım var, yine de dinliyorsunuz beni. Sabrınıza hayranım. Aslında pek bir şey anlatmak değil amacım, bir şeyler anlatmaya çalışmak; anlatabilmek ya da. En iyisi siz kendinizce bir şeyler bulun anlatmak için, sağlığa iyi gelmiyorum. Tütüncüler de uçuşuyor dumanlar. Görüyorum, sizin göremediklerinizi görüyorum. Her şey uçuşuyor. Katı olan her şey. Buharlaşmak değil bu, başka bir şey. Katıdan başka bir şeye dönüşüyor, ne olduğunu bilmiyorum. Dil yetim yok. Sözlüklerde hep eski sözcükler hâkim. Kendimce bir kelime uydursam da siz inanmazsınız. Birisi biliyor olmalı, bunu sadece ben görüyor olamam. Birileri biliyor, ben neredeyim ve kimim. Anlamıyorlar sadece.

Anlamak zor bir şeydir, çaba gerektirir. Okuduğum hiçbir şeyi anlamıyorum. Anlamam da gerekmiyor. Okuduklarım gerçekten anlamlı olsaydı, yazılmazlardı. Demek ki kimse anlatamıyor derdini. Romanlar, tiyatrolar, makaleler… Bir sürü tür, ne için var bunlar? Her biri birbirinin aynısı. Ya tekrar ederler birbirlerini ya da birbirlerine meydan okurlar. Anlayamamışlar birbirlerini asla. Metinlerarasılık bir intihardır, kimse inkâr etmemeli. Benim yazdıklarıma karışanlar hiçbir şey yazamıyorlar. Okumak isterim bir gün bir şey yazarlarsa. Eleştirirler ama sadece eleştirirler, daha iyisini yapamazlar. Ben, yapmak zorundayım. Anlatabiliyor muyum? Anlamazlar, haklısınız. Sanki sizler anlıyorsunuz beni. Beni anlayacak birini bulsam evleneceğim, bu hayat tek başına zor. Bu şehir de beni anlamıyor. Kendimi anlamıyorum işin aslına bakarsanız. Bir anlasam neler olacak. Hiçbir şey olmayacak tabii ki, kandırıyorum kendimi. Böyle iş mi olur? Olmaz, olduramazsınız. Birileri birilerini anlayacak diye düştüğümüz duruma bakın. İşin içinden çıkılmıyor, ne biçim felsefe bu!

Derdim, düşmanımdan az değil. Düşmanlarım… Anlatamadığım her şey benim düşmanımdır çünkü anlatılmayı beklerler ve anlatılmadıkça da yerler beynimin etini. Sözcüklerim tükenir. Direnirim. Sesler yitirilir. Susarım. Nereye kadar?  Yazının bir anlamı yok, herkes başka bir şey anlıyor. Demek ki kimse anlaşamıyor. Beni duyun, ben size söylüyorum doğruları. Bu yazılara inanmayın, yalan söylüyorum başından beri. Bu bir paradoks ve sizlere hoşça kal diyemem, dediğim anda her şey çöker. Sen tutuyorsun bu yazıyı ayakta, anlamadığın ne varsa anlatamadığındır. Anlatıyorum öyleyse… Aynı numara ve artık işlemiyor. Bir şeyler anlatmalısın, dinlemeliyim. Sesin gelmiyor, sıkışıp kaldın bir yere sanırım. Olsun, seni ben kurtaracağım. Anlattığım şeyleri iyi dinlemelisin, sana kurtuluş reçeteni yazıyorum. Derin bir nefes al, rahatla. Sonra bir kalem al eline, beyaz bir kâğıt koy önüne. Vasiyetini yaz. Evet, ciddiyim. Ölüm sana gelmiyorsa sen ona git. Kurtulursun. Anlatamadıklarınla ölürsün. Kimse anlamaz seni ama önemli değil. Beni de anlamadılar, bir şey olmuyor. Azrail ile mülakata oturmazsın. Tabii, içinde kalanları bilemem. Ama anlatamadıkların… Hep bu anlatamadıklarım… Çok şey fakat çok bir şey değil, hiç desem de hiçbir şey kadar olamaz. Bilemem, anlayamadığımdan.

Herkes anlatabilseydi keşke, dünya böyle bir yer olmazdı. Herkes anlar mıydı birbirini? Anlamazdı da. Dünya hiçbir zaman böyle bir yer olmayacak o zaman, tasalanmaya gerek yok. Öldün mü? Ölmediysen devam ediyorum anlatmaya çalışmaya, elimden bir tek bu geliyor. Ölmemelisin, çok yol var. Ölürsen, herkes ölür. Ölmez tabii ki ama anlatılmayanlar asla anlatılmaz. Anlatacaklarım bu yüzden çok önemli. Bu bir masal değil, sonu güzel bitmeyebilir. Masal anlatıcıları yanlış yapıyorlar, sonu güzel biten bir şeyi dinlemek keyif vermez kimseye. Bundan bir mesaj çıkarılmamalı, bir anlam içermiyor mutluluk. Mutsuzluk! İşte bunu anlatabilenler kalıyor ayakta, demek ki gerçekten hissediyorlar dile gelenleri. Mutsuz değilim fakat mutsuzluğu anlatmak kadar beni mutlu eden bir şey yok. Mutlu da değilim sonucunda, ne olduğumu anlatmak güç. Her anlatılan, bir başka anlatılmayana sebep oluyor. Dinleyenler hak verecek. Okuyanların aklı karışacak. Düşünmeyenler de vardır, düşünenler de yok olur. Bir var olanlar vardır ki onlar yok olmamak için mi vardır yoksa yok olmak için mi var olmaya çabalarlar daima? Sorular uzun ve zor. Benim kendime sorduğum çok şey var, anlatmak ne mümkün!

Dinleyemediğim veya dinlemediğim çok şey var. Anlatsalar, dinlerim. Dinlemenin amacı nedir? Büyük bir soru bu benim için ama dünya için küçük. Amaçsız olmaktan daha iyisi, bir amacı yok yere benimsemek olsa gerek. Amacımı tamamen şaşırdım. Oysa dinlemek istiyordum herkesi fakat bir türlü dinletmediler. Susuyorlar. Susmayın, biraz olsun konuşmalıyız. Susmayın efendiler, siz sustukça bir anlamı olmuyor konuşmanın. Anlatamadığım kadar çoksunuz, nereden başlarsam başlayayım gelmiyor sonu. Beni dinlemelisiniz ve ben de sizleri. Dünya neyden oluşmuştur? Bunu tartışalım biraz da. Dünya, kendiliğinden oluşmamıştır ve kendiliğinden yok olmayacaktır. Biriniz muhalif kimliğine bürünün, lütfen. Ben iktidarı ele aldığım zaman hoş şeyler olmayacak. Anlatamadığım şeyler o gün açığa çıkacak ve beni dinlemek zorunda kalacaksınız. Seçim hakkı tanımıyorum, her seçim bir yalnızlık doğurur. Ben, fazlasıyla yalnızım. Anlatamadıklarım da yalnız. Hepsi bir olsa dert kalmaz geriye. Derdimin olmaması bile bir derttir, bu ne yaman çelişki! İmdadıma yetişsin büyük düşünürler, işin içinden çıkamıyorum ben. Gerçi onlar da hiç dinlememişlerdir birbirlerini, hep anlatmışlar aklından geçenleri. Benim anlatacaklarım onlardan az değil. Dinleyenim yok. Dinletemiyorum sanırım kendimi. Dinlemiyorlar.

Dinin ilk kuralı, ilk on kuralı, ilk yüz… Bitmeyen kurallar silsilesinden kendime bir pay çıkaramıyorum. Beni bir kalıba sokmamalılar, bu bir hutbe değil. Çok basit şekilde açıklamalıyım dediklerimi: Benim yaşamımın bir önemi yok, herkes kadar yaşanmışlık ve yaşanmazlık var. Yaşayamadıklarım? Onları anlatamam. Yaşanmışlıkları bile anlatamıyorum. Anlatmadığım şeyler yaşanmamış olabilir. Hiçbir peygamber, peygamber oluşuyla övünmemiştir. Övünenler peygamber olmaz. Fakat peygamberler anlatabilmiştir dertlerini ve dinletebilmişlerdir kendilerini. Demek ki anlatabilmek ve dinletebilmek, anlatmak ve dinletmekten çok daha önemli. Kendimi dinliyorum. Duyuyor muyum? Bir şeyler diyorum ama çok bir şey ifade etmiyor. Evet, hiçbir şey. Doğru cevap! Hiçbir şey ifade etmemesi aslında bir şey ifade etmemesi değildir çünkü hiçliği olumsuzlayamazsınız, zıttı yoktur. Benim zıttım yok. Var olduğuma bir delil sunun, delil yok. Ancak yok edemiyorum kendimi ve bu varlığımın bir alameti değil. Her şey iç içe geçmiş. Anlatamadığım şeyler orada işte, bir anlatabilsem belki dinlerler ama ben peygamber değilim ve buna gücüm yok.

Ölümü kendime şirk koşacağım. Anlatamadığım ne varsa benimle mezara gömülecek. Ölüm deyip de geçmemek gerek, insan öldüğüyledir. Öldüğü kadar vardır ya da yoktur ama ölümle eş değer olmamıştır hiçbir zaman. Ben, tam o noktadayım. Bir sağlama işlemi yaptığımda ölüyorum ve bu iyi bir şey. Sonra görüyorum ki yaşayamamışım. Anlatmak. Böyle bir eylem yok. Dinlemek. Bu da. Kalbimin sesini dinlersem beni çok yanlış bir yere götürecek, kalbim durmalı. Ölümün sesi çok daha hoş ve kalbimle bir değil. Ölmek isterken ölemem, böyle bir şey değil ölüm. Onu bilenler de anlatamaz. Sadece ben değilim anlatamayan, birçokları var benim gibi. Anlatmazlar istesem de, anlatacakları zaman ölecekleri tutar. Halbuki ölümsüzlüğün bir kaynağıdır anlatım. Destan anlatıcıları iyi bilir, halk hikâyesi anlatanlar o kadar iyi bilmez. Olağanüstülük içerir yaşam kimine göre. Bazısı ise basitlikten yanadır. Bir de efsaneler var. Kutsallaştırmaya karşıyım bu hayatı, en çok da kendimi. Asla kutsal bir varlık olmak istemiyorum. Hele bir de yokluğu kutsallaştırmıyorlar mı! Açlar. Yok ki açlar. Öylesine yokluk içerisindeler ki bununla övünüyorlar. İnsanoğlu çaresiz. Ben onlara çare olamam. Çok dinledim fakat anlamadım ne dediklerini. Anlatamadılar! Aynı dili konuşmuyoruz, büyük bir sorun bizim için ve çözmeliyiz artık bu meseleyi. Başka birini bulurlar kendilerine, birini peygamber ilan ederler ve o da bunları kurtarmaz, kurtarmış gibi yapar. Her şey bir masal şeklini alır. Ne oldu destanlara? O büyük kahramanlar öldü. Halk hikâyesi dinlemek istemiyor kimse, aşıklara yer yok burada. Her şey kutsal ama bir o kadar da kutsallıktan uzak. Büyük bir yalan ve ben, sözcüsüyüm gerçeklerin.

Putlardan söz etmek istemiyorum çünkü her dediğim bir süre sonra putlaşacak. Anlatamadıklarım! Benim putlarım onlar. Alacakaranlığa bürünüyor bütün dünya. Putları kırsınlar da kurtulalım. Anlatamadıklarımı bilmiyorsunuz ve bilmediğiniz şeyi aydınlatamazsınız. Karanlığın içerisine doğru yürüyün, her yer daha çok kararır. Güneşe çıplak gözle bakamazsınız çünkü yetmez gücünüz. Güneşi anlayamazsınız bu yüzden. Karanlık sizi dinler ve en sonunda yutar. Güneş bir puttur, herkes görür. Karanlık da bir puttur ama kimse bilemez içinde ne var. Aslında karanlık, güneşin kendisidir çünkü kör gözler sizi varoluşun tam da başladığı yere götürür. Yok olursunuz. Bir var, bir yok. Güneş gelir ay gider, ay çıkar güneş eksilir. Hep bir yerlerde anlatılmayanlar. Ama anlatamadığım kadar dinletemediğim de var ve beni anlamayacak, dinlemeyecekler. Bunu düşünmemek zorundayım. Her düşünce bir puta evriliyor ve en sonunda kırılıyorlar. Düşüncelerimin karanlığı, sizin için bir aydınlık olmalı. Kulak verin anlatamadıklarıma, bir şey anlayamasanız da.

Bir şeyler, çok şeyler, hiçbir şey… Aslında hiçlik, hiç düşünmediğim kadar büyük. Bir şeyler anlatmak istediğim zaman hiç olmuyor asla, birikiyorlar. Koskoca bir yığın ve ben sıkışıp kalıyorum. Bu bir aşk anlatısı olabilirdi fakat adını ne koysam tereddütlerim kalacak geriye. Bir isim vermek zor. Ben kendi adımı bile unutuyorum bazen, hatırlamama gerek kalmıyor. Birisi hatırlatmalı mı ki? Dinlerim bir şey anlatırsa, adıma dair çok şey var konuşacak fakat hiçbir yere varamayacağız, biliyorum. Ne desem boş, anlatılan her şeyin bir sonu var. Anlatamadığım kadar anlayamadığım şey mevcut ve kimse sormuyor, neden? Sorsalar bir yanıt alamayacaklar ve yanıtsız kalmayı sevmez insanlar. Bu anlattıklarım sadece seninle benim aramda, başka birisi bilmemeli. Büyük sırrımızı öğrenirlerse anlatamadığım ne varsa çözmeye kalkarlar, hoş olmaz. Tepki çekeriz. Biz burada böyle yapmıyoruz, edebiyatın kendine has kuralları var. Hayır, yok. Her şey serbest yaşadığımız bu çağda. Kendime kızıyorum, gereksiz bir statüko yaratmışım. Herkes istediği gibi yazsın ve kimseler mutsuz olmasın. Herkes bir şeyler anlatsın, yeter ki anlatabilsinler ne düşünüyorlarsa. Birisi okur, birisi okurken de öteki dinler. Sonra onlar birbirlerine anlatır ne anladılarsa. Hiçbir şey anlamadılar. Anlamıyorlar. Dinlemiyorlar birbirlerini. Sonra bütün her şey dönüyor başa.

Ben ne baştayım ne sonda. Bir şey başlarken sonlanıyorum ve sonlanırken tekrar başındayım her şeyin. Bu bir hiçlik meselesi, aynı anda kaç farklı yerde olabilirim? Zihinde, sözde, yazıda… Her birinde farklı bir benin inşasına tanıklık ederler, asla anlayamazlar kim olduğumu. Her birinde bir şey anlatırım ama asıl anlatılmak isteneni kavrayamazlar. Burada ne anlatmak istemişim de anlatamamışım? Çok şey, bir düşünseler… Anlamak bu kadar zor olmamalı, kendimi kendime anlatmak da. Bir şeyler yanlış gitmeye başlayınca her şey yanlış gidiyor, zincirleniyor birbirine ölüler ve öldüremediklerim. Ben, bir ölünün çok ötesindeyim. Ah, bir ölebilsem! Böyle şeyler asla gelmezdi başıma, düşünmezdim anlatamadıklarımı. Birileri de bir gün beni düşünsünler, benim kadar anlatmaya çabalasınlar kendilerini. Benim kadar anlatamadıkları vardır, eminim. Her ne kadar emin olsam da her şey bir olasılık dahilinde. Beni ben yapan düşünceler olamaz, beni ben yapan ben de değilim. Anlatılamayacak bir şey. Özüm, tözüm, sözüm… Hepsi aynı şey gibi ama hiçbiri, birbiriyle dost değil. Ben, en büyük düşmanıyım kendimin. Anlatamadığım her şey bir bir çıkıyor karşıma ve ben ne olursa olsun anlatmak için karşı duruş sergiliyorum. Beni ben bile yargılayamam.

Bu şehri içime çekiyorum. Gökyüzünü de. Yeryüzünü çekemiyorum, yer çekimi engel oluyor. İçimde çoğulcu bir diktatörlük ama nasıl, bir türlü ikna edemiyorum kendimi, kendimi yıkmaya. İçimde tekil bir demokrasi, nasıl oluyor hiç bilmiyorum. Aynı anda kendimle bir seçim yarışındayım ve kaybediyorum. Bana bir ölüm verin, bir de ölü. Ölürüm, benim ölümdür. Ölümdür, ben ölürüm. Hangi varlığı yok edebilmişim de yoktan var olmuşum? Anlatamıyorum, böyle bir şey değil yaşamak. Anlatamıyorum. Anlamıyorsunuz. Anlasanız da bir şey değişmeyecek. Dinleseniz de unutursunuz. Dinletebilirim kendimi bu dünyaya. Ey dünya! Hayır, bu dünya benim değil. Başka bir gezegen, sadece adını hatırlar gibiyim bir yerden. Benimkini anlatamam, anlamazsınız. Onu dinlerdim fakat dinleyecek bir şey kalmadı geriye. Şimdi yepyeni bir özlem var içimde. Anlatılanların özlemi büyüyor, bir şeyler anlatmış olmak için anlatmak istiyorum sadece. Ben kendimi anlamıyorum belki de. Hayır, belkisi fazla, sorun bu. Ben, hiçbir zaman anlamadım kendimi. Anlattım durdum ama kime, neyi? Beni de anlamıyorlar bu yüzden. Anlamasınlar. Anlatamam nedenini.

Ama anlatamadığım kadar bir o kadar daha anlatamadığım var ve an artıyor anlatamadıklarım. Anlamlandıramıyorum. Andan kopuyor her şey ve her an çok daha anlamsız. Anlamını yitiriyor bütün anlar. Kimse bir şey anlamaz, böylesi bir adamın anlatmasını istemezler bir şeyleri. Ben olsam ben de istemezdim, anlatamadığım kadar çok istemezdim hem de. Hiçbir yere varmıyor bütün anlatılanlar ya da daha doğrusu anlatamadıklarım. Ben de bir yere varamıyorum. Ne ileri ne geri, ne var ne yok. Başka bir makam benimki. Herkes anlattığıyla övünür ben anlatamadığımla övüneceğim. Varoluşsal sancılarıma bir son vereceğim ve terk edeceğim bu öyküyü. Bu öykü, benim değil, başka birinin. Bunu yazan ben değilim. Anlattıklarım benim değil çünkü anlatamadığım kadar… Hiçbir zaman iyi bir anlatıcı olamadım, bu kadarını bile diyemem kendime. Eğer bütün düşündüklerimi anlatabilsem ve keşfedebilsem yazıyı, dünyanın en ünlü kişisi ben olurdum. Yine de demezlerdi bana öykücü/romancı/şair çünkü benim anlattıklarım hiçbiri değil. Ben, ben olmayan beni anlatıyorum. Bu yüzden en çok anlatamadığım da yine ben ve kendimi bir gün anlattığımda ben olmayacağım, olamayacağım.

Bütün bunları okuduysanız çok teşekkür ederim. Anlatacak çok şey var, anlatılamayacak şeyler de. Ortasında bir yerlerdeyim bütün anlatıların. Bir gün ölümsüz bir kahraman, bir gün ölümün ta kendisi. Anlatamadıklarım, anlattıklarımdır belki. Sizin dinledikleriniz de benim dinletemediklerim. Oysa her şey ne kadar yakın birbirine ve hiçbir zaman birleşmiyoruz. Düşüncelerimden öncesi var, varlığımdan öte. Yokluğumu bilenler de yoktur şimdi, varlarsa da benim kadar. Her şey düşüncenin eseri değil, her şey ona esir olmuş. Ben olamam, düşünceleri de esir edemem kendime. Varlar ya da yoklar. Anlatamam. Anlatamadığım kadar çoklar. Anlayamazsınız. Anlaşılacak çok az şey var bu cihanda ve gerisi boş. Hangi yıldızlar nerede kümelenmiş, hangi masal nasıl bir kötü sona sahip? Her soruya bir cevap bulmak çok gereksiz, kendime bulamam en başta. Tüm cevaplar, sorulardan önce tükendi. Geriye ne töz kaldı ne söz. Belki biraz öz.

Özüm, yalnızlığımdır. Anlatamadığım kadar çok büyük bir yalnızlık. Öylesi bir yalnızlık ki isyan eder durur, bir şey olmaz sonunda. Olmasın, dayanamam. Anlamadılar, anlamıyorlar, anlamayacaklar. Yapacak bir şey yok onlar için. Anlatamadıysam benim suçlusu, suçsuz olan anlatılanlardır sadece. Duymadınız, görmediniz, bilmediniz beni. Anlatamadığım kadar çoksunuz ve ben anlatabildikleriniz kadar azım. Daha da azalırım her bir anlatılmayanla ve en sonunda görürüm sonunu. Herkes anlatamaz, herkes de anlaşılmazmış. Öyle bir şeymiş yazılanlar ve söylenenler. Düşünülenlerse uçup gitmiş. Anlatamadım, önemi yok. Anlamadınız, buna bozulmam. Ah bir de öylesi var ki eylemin eylemsizliğine takmışlar kafayı, olamam onlardan. Benim varlığım da yokluğum da bir, neysem neyim.

Biri bir gün bana gelsin de beni anlatsın. Bir de onlardan dinleyeyim. Anlatamadığım kadar mıyım acaba ya da anlattıklarımın arasında kaybolup gitmiş miyim? Dinleyeceğim, susacağım ve kulak vereceğim dediklerine. Onlar ne kadar bahsederse benden, o kadar varım. Bahsetmediklerinde ise yok sayılmam, gelirim dillerinin ucuna ve bir şekilde yer edinirim kendime. Olmazsa da olmaz, evrenin kaderini reddederim bir kez daha ama evrenin haberi bile yoktur. Özümle birdir onlar, özümden ötesi ölümdür ve sonra başlar her şey en baştan. Ölüm bir bahanedir yaşayamayanlar için, benimse yaşamakla derdim olmamıştır. Anlatabilmekti tüm mesele, anlayabilmekti bir şeyi. Oysaki hiçbir zaman kapanmaz bu mesele, kapatabilen de meselenin özünden şaşmıştır. Bunu okuyanlar olursa sorsunlar kendilerine, anlamışlar mı? Anladığı kadarını anlatır insan, anlatamadığı kadarıyla anlaşılmaz. Çünkü ben hiçbir zaman iyi bir anlatıcı olmadım, olabileceğimi de sanmam.

Editör: Mete Karagöl

Derya Onaran
Latest posts by Derya Onaran (see all)
Visited 44 times, 1 visit(s) today
Close