Ahmed Arif, 23 Nisan 1927’de Diyarbakır’ın Hançepek semtinde doğmuştur. Asıl adı Ahmet Hamdi Önal’dır. Diyarbakır Lisesi’nden mezun olmuştur. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde okumuştur. Fakat bölümünü yaşadığı sıkıntılardan dolayı rahatça tamamlayamamıştır. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatındaki yerini almıştır.
Ahmet Arif, Diyarbakır’ın yetiştirdiği en önemli şairlerden biridir. Toplumcu gerçekçi bir çizgide eserler vermiştir ve bir sanatçı duyarlılığıyla duygularını eserlerine yansıtmıştır. Çoğunlukla altyapıyı, ezilen ve sömürülen halkları, Doğunun yaşama zorluklarını konu edinmiştir. Ülkemizdeki Marksist şairlerin başında gelmektedir. Fakat, Ahmet Arif’i diğer Marksistlerden ayıran en önemli yön; şehir yaşamı yerine köy ve dağ yaşamını konu edinmesidir, diyebiliriz. Bu konuda Cemal Süreya’nın tespiti önemlidir. “Nazım Hikmet: Şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden… Ahmed Arif ise: Dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları “âsi” dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. “Daha deniz görmemiş” çocuklara adanmıştır”, demiştir.
Onun şiirini besleyen birçok kaynak vardır. Bunlardan birisi geniş yurt coğrafyası içinde Toros, Anti-Toros ve âsi Fırat, Medetsiz, Munzur, Şahmurat Suyu… Hamavrat suyu, Dicle, Mengene Dağı, Harran Ovası ve Hozat Diyarbekir Kalesi olarak ifade edilebilir. Bir diğer beslendiği kaynak ise, halktır. Halktan beslenirken, yaşamı gözlemleyerek, bu gözlemlerini okuyucusunu toplumsal sorunlara çekerek kullanmıştır. Bu sorunları, inandırıcı, etkileyici, deyimlere yer veren ve abartılı bir üslupla kaleme almıştır. Beslendiği kaynaklar olarak destanlar ve ağıtlar da örnek olarak gösterilebilir.
Şiirlerindeki bireysel aşklar belli bir noktadan sonra şekil değiştirmiştir. Anadolu sevdası ve bireysel aşk birleşmiştir. Bu aşkların içerisinde, mücadele, aykırı ses ve bir direniş vardır.
Hasretinden Prangalar Eskittim adlı şiirinde, ilk olarak ele alınması gereken husus prangadır. Ağır suçlardan hapishaneye giren kişilerin, ayaklarına takılan kalın ve ağır bir ayak kelepçesidir, pranga. Bu noktada, Ahmed Arif’i düşündüğümüzde, onu pranga ile birleştirdiğimizde ortaya çıkan kavram: “düşünce suçu”dur. Hasretinden prangalar eskittim der iken; hapishanede uzunca süre kaldığını ve bu süre zarfında da hasret çektiğini düşünebiliriz. Bu şiirdeki pranga, sembol olarak ele alınabilir. Pranga ile bağlantılı olarak, hapishane kavramı da bu şiir için ele alınabilir.
Hapis kavramını sevmemesine rağmen, onun hayatında ve fikirlerinde hapishanelerin önemli bir rolü olduğu ve şiirlerinde sıklıkla yer tuttuğu aşikardır. Şiirin ilk dizelerinde hitap ettiği kişiler ve olgu önemlidir. Bu kişiler: iyi çocuklar, kahramanlar, namussuzlar, halden bilmezler ve kahpe yalandır. Gittikçe masumiyetini kaybeden bir sıralanışın olduğunu söyleyebiliriz. Ardından, zemheri kelimesi ile anlatılan karakış, kışın en şiddetli zamanı ve soğuk hava, tasvir açısından önemli bir kelime olmuştur. “Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,” bu dizelerde hayvanlar ve insanlar dahil her şeyin uyuduğunu fakat bir tek onun uyumadığını görürüz. Dışarıda, devam eden bir hayat varken, o hapishanededir. Hürriyeti elinden alınmıştır ve hapishanede güçlü kalabilmek adına sevgisine sığınmıştır. “Leylim” kelimesi de sıkça kullandığı bir kelimedir, “leyl” kökünden gelir ve gece, karanlık anlamındadır. Çağrışım açısından, Ahmed Arif’e hitap eden bir kelimedir. “Saçlarına kan gülleri takayım” ile kastedilen ise gül gibi açılmış olan yaralardan sızan kanlı görüntüdür. Bir diğer yönden düşünüldüğünde de kurşun yarası olarak da ele alınabilir. Devamında gelen, “Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.” dizeleri ile ise, en derinden en yükseğe ve en küçükten en büyüğe kadar her yere bağırmak isteği görülmektedir. Son dizedeki: “Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…” ifadeleri oldukça güzel ve derindir. Bireysel aşk tamamen genişleyerek tüm toplumu kapsar hale gelmiştir. Işık ve aşkın kaybolması ile yalnızlık hissine üşüme hissinin ekleneceğini ve artacağını vurgulanmıştır.
Ahmed Arif’te, en büyük acılarını dile getirirken bile, karamsar bir havadan daha çok geleceğe umutla bakan bir tavır mevcuttur, diyebiliriz.
- Olduğu Kadar Güzeldik Adlı Öykü Kitabına Bir Bakış - 27 Ağustos 2022
- Mehmet Eroğlu’nun Kıyıdan Uzakta Adlı Romanına Bir Bakış - 25 Mart 2022
- Nermin Yıldırım’ın Saklı Bahçeler Haritası Adlı Romanına Bir Bakış | 2. Bölüm - 25 Şubat 2022