Son kitabınız Bir Kalbin Boyutları insana dokunan, temas eden öyküler içeriyor. Dili zarif ama sert. En başa dönersek, çeşitli dergilerde yazdınız bugüne kadar, dergicilik sizin için ne ifade ediyor? Orada başlayan yolculuğunuz ilk kitabınız Küçük Dertler ile meseleye dönüşüyor. Tüm bu iç içe sorulara yanıt olarak ne dersiniz?
Edebiyat dergileri, yazmaya yeni başlayan yazarın kendisini ölçüp tartabileceği, bugünlerde nelerin, nasıl yazıldığını görebileceği, işin teorik kısmında hangi açmazları nasıl çözebileceğini keşfedebileceği kılavuzlar. Dergilerin olmadığı bir edebî ortam düşünülemez. Notos’ta öykümün yayınladığı günü hiç unutamam. Bunu ancak “katıksız mutluluk” diye tarif edebilirim. Yakışık almaz belki ama şunu da söyleyeceğim, daha sonra kitabım yayımlandığında bile o kadar mutlu olmadım. Dergicilik müthiş bir gönül işi. Çarkı ancak döndürebileceğiniz bir düzenden -dövizdeki son yükseliş ve kâğıda gelen fahiş zamlar yüzünden- dergilerin yaşamını tehdit eden bir düzene geçildi bu günlerde. Notos ve Varlık geçenlerde bir destek metni yayınladı hatta. Eli kalem tutan herkesin bu çağrıya kulak vermesi gerekir. İlk kitabım Küçük Dertler 2015’te yayımlanana kadar öykülerimi edebiyat dergilerine gönderiyordum. Pek çok kişi bu işin tanıdıklıkla bir ilgisi olduğunu düşünüyor ama tanıdığım hiç kimse yoktu. Hatta Bursa’da yaşadığım için o çevreye de olabildiğine yabancıydım. Elbette reddedilen öykülerim oldu, hiç vazgeçmeden yazmayı ve öykü göndermeyi sürdürdüm. Yayımlanan her öyküm yazmayı ne şekilde sürdürmem gerektiğiyle ilgili bir fikir veriyordu. Notos, Sözcükler, Kitap-lık, Öykü Gazetesi, Varlık, Hece Öykü, fanzinler ve online dergiler, hepsine derin bir minnetle teşekkür ediyorum.
Okumada oburluk diye bir kavram var. Ben daha çok bunun disiplin içeren bir şey olduğunu düşünüyorum. Şunu da merak ediyorum, bazı yazarlar kendi yazım süreçlerinde okumayı durduruyor, siz yazma sürecinizde neler yapıyorsunuz? Ritüelleriniz var mıdır?
Okumada oburluk çok yakından bildiğim bir kavram. Okuma yazmayı öğrendiğim günden beri okumadan geçen bir günüm neredeyse yoktur. Bir kitap aslında kitaptan çok “gidebileceğiniz bir yer”dir. Kütüphanede yan yana duran kitap sırtları kapılardır aslında. Birini açar ve içeri girersiniz. Oradaki hayat çoğu zaman gerçekten bile gerçektir, türüne göre heyecanlı, korkunç ya da eğlencelidir. Pek çok kahramanın içine süzülüp yolculuklar yapmak, kulağa çok büyülü gelmiyor mu sizce de?
Bir şeyler yazarken okumayı bırakan yazarlar varsa da ben hiç tanımadım öyle birini. Neyden korkar acaba böyle bir yazar, etkilenmekten mi, taklit etmekten mi, aklının karışmasından ya da yazdıklarını okuduğuyla karşılaştırıp beğenmemekten mi? Okumak öyle kolay vazgeçilecek, ara verilecek bir şey değil. Yazmanın da okumanın da yeri apayrı. Az okuyan bir yazarın iyi yazabileceğine inanmıyorum.
Herhangi bir yazma ritüelim yok. Rast gele bir yazma sürecim var. Yazmak için çoğunlukla evimi tercih ederim. Evin bütün odalarında, mutfakta yazarım. Eskiden kurşun kalem ve kâğıt kullanırdım, şimdi çoğunlukla bilgisayarda yazıyorum.
Sanatın diğer dalları ile aranız nasıl? Neler dinler, neler izlersiniz?
Mozaik, rölyef ve ebruyla uğraştığım dönemler oldu, fakat hiçbirinde süreklilik sağlayamadım. Sanat kadar ilgimi çeken bir konu da zanaat. İkisinde de ustalaşmak, kusursuzluğa ulaşmak matematik ve ölçü gerektiriyor. Örneğin bir ara mobilyacılığa ilgi duyuyordum, kadifeyle kapladığım bir puf ve yatak başlığı yaptım, hırdavatçıları, çivi ve vidaları, yapı marketlerin ham ağaç kokulu kereste reyonlarını çok severim. Burada amaçlarımdan biri ellerimi meşgul etmek. Böylece öyküleri daha kolayca düşünebiliyorum.
Caz ve blues dinlemeyi severim. Yazarken genelde klasik caz tercih ederim çünkü bu kafamı rahatlatıyor. “Her şey yolunda, bildiğin bir şeyler çalıyor, rahat rahat yaz şimdi,” der gibi. Sinemayı, Jim Jarmusch, Lars Von Trier, Zvyagintsew, Haneke filmlerini severim.
Bir Kalbin Boyutları ile nasıl tepkiler aldınız? Yeni projeleriniz nelerdir?
Bir Kalbin Boyutları ile güzel tepkiler aldım.
Yeni dosyamı geçenlerde tamamladım, yayınevine teslim ettim. Haziranda yayımlanacak sanırım. Dosyayı teslim ettikten sonra yazmanın nedense güçleştiği bir dönem oluyor, şimdi o dönemdeyim. Ama geçecek, her defasında geçer. Bu aralar roman yazmakla ilgili düşünüyorum. Öykü tadında, sıkı dokulu samimi bir roman yazmak istiyorum. Kafamdaki hazırlık bitince yazmaya oturacağım. Beceremesem de en azından denemedim demem.
Hayat yeniden güzel olur mu, ne dersiniz?
Olacak. Ben bütün kalbimle inanıyorum, umarım güzel günler göreceğiz.
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024