Yazar: 15:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Tarık Buğra’nın Küçük Ağa Romanında Trajik Olaylar

Küçük Ağa romanı, baştan sona çatışmalar ile kurgulanmış olmak ile birlikte bu çatışmalar vasıtasıyla trajik unsurları da bizlere sunmayı başarmıştır.

Sonraları, Küçük Ağa adını alacak olan Salih, romanın başında, Birinci Dünya Savaşı ardından, Arabistan cephesinden Akşehir’e dönen bir onbaşıdır. Salih, romanın kurgusu içinde trajik unsurlarının başı sayılabilir. Bu trajikliği ile beraber kendi içinde de bir çelişki yaratan, bir karakter olmuştur. 

Salih’in köye dönüşü ile birlikte, köyün içinde bulunduğu savaş sonrası yokluğu, acıları, bekleyişleri ve korkuları net bir şekilde görürüz. Bu yokluk ve diğer duygular, toplumsal bir trajik unsur olarak ele alınmalıdır. Örneğin; “Parasızlık, yokluk ve açlığa karşı belli belirsiz bir ümit baharı bekliyordu.” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.7) Bu duyguların toplumca bir sessizliğe neden olması da önemlidir. “Tek tek değil de bir arada susuşun bir başka anlamı var gibiydi. Belki de dünyanın sonu böyle beklenirdi.” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.8) “Habere göre, Yunan ordusunun yürüyüşü bütün Anadolu’da büyük kaynamalara, hatta ayaklanmalara sebep olmuştu.” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.93)

Salih ve Salih gibi olanların evlerine dönüşünün anlatıldığı kısımlar da oldukça trajiktir. Bir şekilde yarım da olsa sağ kalabilmeyi başarmış gazilerin genel olarak tasvirleri hem savaşın yıkımını vermesi hem de o dönem için kendilerini nasıl hissettiklerini görebilmemiz açısından önemli olmuştur. “Bunlar bozgunun sakat, yarım kalmış döküntüleri idi, işe yarayabilecekler esir kaplarında ve tecrit edilmişlerdi.” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.13)

Tek başına güçlü bir trajik unsur silsilesini oluşturan Salih’in hem fiziksel hem de ruhsal olarak tasvirleri, insanın içini burkan niteliktedir. “Ceketinin onbaşılık şeridi sökülmüş sağ kolu bomboş sarkıyordu. Sağ kulağı yarım, yanağı kapanmış bir yaradan ibaretti ve iyiyim diyordu. Açlık, uykusuzluk, kızgın güneş, kum fırtınaları ve ölümle bir daha, bir daha, belki bin defa pençeleşmeler kavurup gitmişti de iyiyim diyordu.” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.16) “Sağ kulak yarım, yanak paramparça, yırtılmış dudağın aralığından görünen kırık dişler…”   (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.29) “Salih’in gözlerinden pıt pıt diye iki damla yaş düştü…” (Buğra, Küçük Ağa, Ötüken Yayınları,1999, s.43) Fiziksel olarak kendisini eksik hisseden Salih, ruhsal olarak da büyük bir buhran içindedir. Artık hiçbir işe yarayamayacağını düşünerek hem öfkelenir hem de üzüntüye boğulur. Bu düşüncelerini, kahvehanede ve evde pekiştiren birçok kişiye ve o kişilerin cümlelerine maruz kalmıştır, diyebiliriz. Yaşadığı bu trajedi ile birlikte, Niko’ya ve Niko’nun çevresine yaklaşarak, bir nevi iç sesini susturmaya çabalamıştır. Fakat Niko’nun kendisinin olmadığı dönemde epey değiştiğini ve düşman konumuna geçtiğini fark eden Salih, kendisinin bir değişim sürecine girmesi gerektiğini anlamıştır.

Salih’in romanın başında gördüğümüz trajik ruh halinden, Küçük Ağa’ya dönüşüm süreci, büyük bir azim ve direnişin sembolü olarak ele alınabilir. Ayrıca, trajik unsurlar, Küçük Ağa harici; kadınlar, mekanlar, maddi ve manevi zorluklar, vatan sevgisi, millet olma bilinci, sadakat ve sevgi kavramlar, kişiler ve olaylar üzerinden, bizlere sunulmuştur.

Visited 61 times, 2 visit(s) today
Close