Yazar: 16:54 İnceleme

Jean Paul Sartre’ın Hayran olduğu ve “Onca Yoksulluk Varken” Romanının Yazarı Kimdi?

Ne yazarlar sevdim zaten yoktular…

İlk romanı Polonya’da Bir Kuş Var. Türkçe’ye bu adla ve Sevgi Tamgüç’ün çevirisiyle girdi. Yapıtın asıl adı Education Europeene (Avrupa Eğitimi) Avrupa okurlarını sarsan bir yapıt. Yazarlık serüveninin son durağı ise modern klasikler arasında anılan Uçurtmalar oldu.

Ünlü Fransız direnişçi diplomat ve yazar Stéphane Hessel’in, aktarıldığına göre onun için, “yaşadığı yüzyıl ile ölüm dansı yapmış her türlü entrikaya karışmış bir aydındır.” demiş.[1]

Gary’nin edebiyatındaki felsefi derinlik, okura sürekli şu soruyu sordurur: “Romanlarında hayatını mı anlatıyor, yoksa hayatı başlı başına bir roman mıydı?” Onu hızla edebiyatın zirvesine taşıyan ilk romanı, Alman işgali altındaki Polonya’da faaliyet gösteren gizli bir direniş örgütünün hikâyesini ele alıyordu. Bu eser, ünlü düşünür Jean-Paul Sartre’ın hayranlığını kazandı; çünkü Gary yalnızca güçlü bir edebî felsefe dili kurmakla kalmamış, aynı zamanda absürt ve varoluşçu bir üslup da geliştirmişti. Sartre, bu romanı okuduktan sonra yazarla tanışmak istedi. Sartre, Avrupa Eğitimi’ni okuduktan sonra Gary ile bir araya gelmek istemiş ve buluştuklarında uzun uzadıya sohbet etmişlerdi. Romanın felsefi derinliği ve varoluşçu tınıları Sartre’ın ilgisini çekmişti. Nitekim 1945’te kurduğu Les Temps Modernes dergisinde de Éducation Européenne üzerine değerlendirmelerde bulundu; eserin direniş edebiyatı için önemli olduğunu, fakat kalıcı değerini anlayabilmek için zamanın sınavına bırakılması gerektiğini yazdı. Bazı kaynaklar ise Sartre’ın romanı direniş anlatısı olarak zayıf bulduğunu aktarır. Gary de Maurice Nadeau’ya yazdığı bir mektupta, Sartre’ın kendisiyle uzun uzadıya konuştuğunu ve kitabını dikkatle değerlendirdiğini özellikle belirtir. Her durumda, bu eserle Gary, dönemin en güçlü entelektüel çevrelerinden birinin dikkatini çekmiş ve genç yaşta felsefi üslubuyla kendini kabul ettirmişti. “İkinci Dünya Savaşı üzerine yazılmış ilk önemli eser bu; ayrıca direniş üzerine de en iyi roman,”[2] diyen Sartre’ın hayranlığı boşuna değildi: Gary, henüz 31 yaşındayken, 1945’te yayımlanan Polonya’da Bir Kuş Var (Éducation Européenne) romanıyla Prix de la Critique Ödülü’ne layık görüldü. Bundan sonra yayımladığı her roman bir ödül getirdi. Afrika’da kanunsuz fil avını merkezine alan Les Racines du Ciel (Cennetin Kökleri), Fransa’nın en prestijli edebiyat ödülü olan ve bir yazara yalnızca bir kez verilen Goncourt Ödülü’nü kazandırdı. Böylece Gary, 20. yüzyılın en çok okunan Fransız romancılarından biri haline geldi. Onun anlatımındaki devrik cümleler, felsefi göndermeler ve insanın varoluşunu sorgulatan üslup, 20. yüzyıl edebiyat tarihine damgasını vuran olağanüstü bir yazar kimliği sundu.

Peki, bulunduğu yüzyılın en tuhaf, en ilgi çekici, entrikalarla dolu ve edebiyat becerisi bu kadar yüksek bu yazar kimdi? İki romanını Emile Ajar mahlasıyla yayınlayan bu yazar aslında Romain Gary’di. Diplomatik konumu ve sinema alanındaki yönetmenlik çalışmalarıyla elde ettiği popülerlik, onu yüksek sosyetenin önemli bir figürü haline getirmişti. Tam da bu nedenle, kimi eserlerinde kendi adını kullanmamayı tercih etti.

Gary’nin keskin gözlem yeteneğini ve güçlü kalemini ilk fark eden kişi annesiydi. Zaten kendisi de defalarca, yazarlığa yönelmesinin en büyük nedeninin annesinin arzusu olduğunu dile getirmiştir. 1914 yılında, Litvanya’nın Vilna kentinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Gary, edebiyat tarihine yalnızca eserleriyle değil, kırdığı rekorlarla da geçti: Fransız edebiyatının en prestijli ödülü olan Goncourt’u iki kez alan tek romancı oldu. Kendi adıyla yazdığı Les Racines du Ciel (Cennetin Kökleri) ve Émile Ajar mahlasıyla kaleme aldığı La Vie Devant Soi (Onca Yoksulluk Varken) bu ödülü kazandıran romanlardı.

Gary’nin niyeti, bu başarıyı elde etmekten ziyade diplomatik konumunun ve içinde bulunduğu yüksek sosyetenin getirdiği sınırlamalardan sıyrılmaktı. Ancak ödülü iki kez alması, ona hayranlarının yanı sıra azımsanmayacak sayıda düşman da kazandırdı. Yine de bu başarı, masa başında ömür tüketmenin değil, doğuştan gelen olağanüstü yeteneğin ve zekânın ürünüydü. Üstelik başarıları yalnızca bu iki Goncourt ödülüyle sınırlı kalmadı: Fransa’da en çok satanlar listesine giren La Vie Devant Soi (Onca Yoksulluk Varken) dahil olmak üzere otuzdan fazla ödüllü roman, deneme, oyun ve anı kitabıyla 20. yüzyılın edebiyat panoramasına damgasını vurdu.

Gary, İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Fransa’da hukuk öğrenimini tamamlıyordu. Bir Yahudi olarak kaçmayı tercih etmedi; bunun yerine savaş pilotu oldu. Çok tehlikeli görevler üstlenerek bu süreçten sağ çıkmayı başaran az sayıdaki pilottan biri olarak öne çıktı. 1945’te yayımlanan Avrupa Eğitimi (Polonya’da Bir Kuş Var) romanının çıkışıyla aynı döneme rastlayan Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevi, onu Los Angeles Başkonsolosluğu’na kadar taşıdı. Ancak bu diplomatik kariyerin ardından siyasi yaşamını geride bırakarak kendini bütünüyle sanatına adadı.

Romain, edebi ve sanatsal açıdan güçlü eserler ortaya koymasına, dönemin seçkin ve sosyetik çevrelerinde yer almasına rağmen, dünya çapında diğer edebiyatçılar kadar geniş bir ün kazanamadı. Romanları pek çok dile çevrilmiş olmasına karşın, Anglofon dünyada yeterince tanınmamasının birkaç nedeni vardı. Los Angeles’ta yaşadığı yıllarda Fransızcayı farklı ve “uygunsuz” buldukları bir biçimde kullanması, kimi zaman da sinsice dile getirilen anti-semitik eleştirileri sert bir dille reddetmesi, onu Anglo-Amerikan edebiyat çevrelerinin gözünde tartışmalı bir figür haline getirdi. Zira Gary’nin kalemindeki keskin eleştiri ustalığı, Amerika ve İngiltere’nin edebi beğenileriyle pek bağdaşmıyordu. Üstelik Anglosakson dünyası, varoluşçuluğun iğneleyici üslubuna ve gerçekçiliğin çıplak şeffaflığına mesafeli duruyordu. Jean-Paul Sartre ve Charles de Gaulle gibi figürlerin Gary’ye duyduğu hayranlık da onu belirli bir entelektüel çember içinde tutarak, geniş kitlelerden bir nebze soyutlamış olabilir. Belki de İkinci Dünya Savaşı’na “Fransa’ya Özgürlük” sloganlarıyla pilot olarak katılması ya da insanın kendi varlığını sorgulatan özgün üslubu, bu mesafenin sebeplerinden biriydi. Hatta, içinde Sophia Loren gibi yıldızların da bulunduğu geniş Hollywood çevresiyle ilişkili diplomatik kimliği dahi, onu küresel ölçekte edebiyat alanında daha yaygın bir kabul görmekten alıkoymuş olabilir. 

Onca Yoksulluk Varken başarılı bir Vivet Kanetti çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış ve Romain Gary’nin dünya edebiyatında en çok ses getiren eserlerinden biri olmuştur. Romanın merkezinde, küçük bir Arap Yahudisi olan Momo vardır. Hikâye, Paris’in 18. bölgesi Montmartre’nin doğusunda, La Chapelle’nin batısında kalan ve Kuzey Afrikalı ile Sahralı göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Goutte d’Or mahallesinde geçer. Afrika mallarının satıldığı büyük açık hava pazarı Le Marché de bu mahallenin karakteristik mekânlarından biridir. Roman, Avrupa’nın arka sokaklarında yaşanan ayrımcılığı, göçmenlerin gündelik hayatını ve Batı’nın çifte standardını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Gary’nin idealizm, masumiyetin ihaneti ve kahramanlık temalarını işleyişi bu eserde de kendini gösterir. Dramla yoğrulmuş, dil ustalığıyla inşa edilmiş bu metin, yazarın betimleme gücünü, entelektüel birikimini ve hayata dair felsefi bakışını yoğun biçimde hissettirir.

Eseri okurken Gary’nin “tanrısal anlatıcı” tekniğini on yaşındaki bir çocuğun sesiyle nasıl ustaca buluşturduğunu görürüz. Bu açıdan, anlatıcı figürü Salinger’in Teddy öyküsünden daha etkileyici bir derinlik taşır. Zarf ve bağlaçların yoğunluğu, çocuğun dil ritmine uydurulduğundan anlatıyı asla zehirlemez. Romanın dili, yalnızca bir hikâyeyi aktarmakla kalmaz; aynı zamanda okuyucuyu Avrupa’nın arka sokaklarıyla ve vicdanıyla yüzleştirir.

“Rol yapmazsanız asosyal, uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz.” (Romain Gary)

Kitaptan Alıntılar:[3]

Madam Rosa yüzeyinden ötürü sığamıyordu içine, hatta gariptir, bu kadar yalnız bir insanın onca geniş bir yüzeyinin olması…

Köpeğimi sattım. 500 frangı aldım, bir lağım deliğine attım. Sonra kaldırıma oturdum, yumruklarımı gözlerime bastırıp danalar gibi ağladım, ama mutluydum…

Bence en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi takmazlar, oysa dürüst insanlar her şeyi dert edinirler, gözlerini kırpmazlar. Dürüstlük böyle bir yüktür…

Dublaj odasındaydım, tersine bir dünyaydı ve şu anasını sattığımın dünyasında gördüğüm en güzel şeydi. Yaşamımı geriye doğru dublajlamak istedim, 10 yaşında nereye geri gideceksem. Bir çocuk değilim ben. Bir orospunun oğluyum. Babam anamı öldürdü, bunu öğrendiğiniz an her şeyi öğrendiniz hayatta demektir ve artık bir çocuk sayılmazsınız…

Mösyö Hamil, sözcüklerle insanı öldürmeden her şeyin yapılabileceğini söyler ve der ki umutsuzluğu dansa kaldır…

Kapının önünde oturmuş zamanın geçmesini bekliyordum, ama zaman her şeyden daha yaşlıdır pek yavaş ilerler. İnsanlar acı çekince gözleri büyür, içi, bebeği değil resmen dışı…

İçim altüst oldu ve dehşet bir şiddete tutuldum. Ta içimden geliyordu. İşte en kötüsü budur. Dışarıdan kıçınıza tekmeler inince kaçabilirsiniz. Ama böyle bir şey içeriden geldi mi kaçmak olası değildir. Böyle bir şeye yakalandın mı gitmek, bir daha hiçbir zaman hiçbir yere dönmemek isterim. Sanki biri oturuverir içime. Çığlıklar atmaya kendimi yerden yere vurmaya başlarım, dışarı çıkabilmek istediğimde başımı çarpar vururum ve beceremem, bacakları olan bir şey değildir bu, insanın hiçbir zaman bacakları olmaz içinde…

Yüzleri her an değişen, her bir yana kaçan, yaşamlarında iki kez arka arkaya aynı suratları olmamış adamları sevmem ben. Sahte jeton derler bunlara ve tabii onların da kendilerine göre nedenleri olmalıydı, kimin yoktur ki, herkes gizlenmek ister, ama yemin ederim size bu adamın öylesine sahteleşmiş bir hali vardı ki, neler gizlediğini düşünmeniz bile tüylerinizi diken diken etmeye yeterlidir.

Bana kalırsa eciş bücüş yaratılanlar gerçekten büyük bir gereksinim içindedirler, bu yüzden kendinizi onlara kabul ettirmeniz çok daha kolaydır…

Kaçmak yoktur hayatta sadece orada olmamak içindir her şey…

Doğa aklına eseni yapar, üstelik ne yaptığını bilmez, bazen çiçekler kuşlar bezen de 6. kattan artık merdivenleri inemeyen yaşlı Yahudi’dir…

Bu sıra dışı Fransız edebiyatçısı yalnızca Émile Ajar adıyla değil; Shatan Sogat ve Fosco Sinibaldi takma adlarıyla da eserler kaleme aldı. Pek bilinmese de, ünlü Pseudo (Yalan Roman) da onun imzasını taşır. Yalnız yazıyla değil, sinemayla da ilgilendi; Uçurtmalar romanının film uyarlamasının yönetmen koltuğunda da o da vardı.

Türkçeye halen çevrilmemiş birçok eseri vardır. Bunlardan en dikkat çekici olanlarından biri Europa’dır. İngilizce çevirisi ABD’de büyük ilgi görür ve çok satanlar arasına girer. Gary, bu romanda hem Amerika’daki diplomatik yaşamını hem de kişisel aşkını konu ederken, bir yandan da Avrupa’ya yönelik takıntılı bakışını sergiler. 

Gary’i bizde ilk keşfeden Attilâ İlhan’dır. Cennetin Kökleri’ ni Türkçeye çevirmesi için ricada bulunduğu Mehmet Erdoğan’a, “Gary ölmüş Mehmet, inan fevkalade bir yazardı. Tabancayla başına sıkarak hem de… bıraktığı notta ‘her şeyi çok hatırlıyorum’ yazılıymış,” demesinin ardından İlhan, “çeviri kitabına etkili bir önsöz de hazırla Mehmet,” derken üzgünmüş.

Attila İlhan onu şöyle tanımlar: “Ne Avrupalılar sevdim, zaten yoktular.”

Kitabın filmi, Romain’in ölümünden çok sonra beyazperdeye uyarlandı. Eski dostu Sophie Lauren, Romain’in hatırası için başrolü oynamış. Film ülkemizde de yayınlandı. Ancak kitabı okumanızı tavsiye ederim. Film, o etkiyi vermiyor.  


[1] Stéphane Hessel (1917–2013), Alman doğumlu bir Fransız diplomat, direnişçi, insan hakları savunucusu ve yazar. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız Direnişinde görev aldı, Nazi toplama kamplarından sağ kurtuldu. Savaş sonrası Fransa’nın Birleşmiş Milletler temsilcilerinden biri oldu; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hazırlanmasında da payı vardı. Daha sonra çeşitli diplomatik görevlerde bulundu; UNESCO, BM ve Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı. Hessel, 1950’lerden itibaren Romain Gary’nin de görev aldığı diplomatik çevrelerin bir parçasıydı. Gary’nin özellikle 1945–60 arası dışişleri kariyeriyle Hessel’in yolları Paris ve New York’ta birkaç kez kesişti. Aralarında dostane bir tanışıklık olduğu biliniyor; Hessel bazı röportajlarında Gary’nin “zekâsına ve ironisine hayran” olduğunu belirtmiş ama o “ölüm dansı yapmış aydın” cümlesi ne kendi kitaplarında ne de arşivlenmiş söyleşilerinde doğrudan yer alıyor.

[2] https://www.tabletmag.com/sections/arts-letters/articles/great-pretenders?utm_source=chatgpt.com

[3] Onca Yoksulluk Varken, Emile Ajar, Çeviri: Vivet Kanetti, Agora Kitap, Basım Tarihi: 2019 (Üst kapak)

Editör: Melike Kara

Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close