Yazar: 19:02 Öykü

Bembeyaz Karanlık

Yusuf Bey erkenden gelmişti hastaneye. Daha bir saat vardı randevusuna. Geç kalmaktan o kadar korkuyordu ki. “Olsun,” dedi, “biraz hava alırım bahçede.” Telaşlı, yorgun adamları, çocuklarının ellerini sıkı sıkı tutan anneleri, kendisi gibi yalnız bekleyenleri, iki büklüm yaşlıları izlerken ne kadar insan o kadar hikâye diye içinden geçirdi. Zihnini düşüncelerden arındırmak için oturduğu yerden görebildiği bankları saydı, sonra çöp kutularını. Kalkıp yürüdü başka şeyler sayabilmek için.

Doktor Kemal Bey içinse yoğun bir gündü hastanede. Gerçi hangi gün yoğun değildi ki. Yatan hastalarının vizitesini bitirdikten sonra bir kahve arası vermişti kantinde. Mailine bakınca yüzü düştü. Çok emek vererek yazdığı bir makale reddedilmişti. Neden diye düşünmenin yeri ve zamanı değil. Daha randevulu hastaların var, gün uzun hadi Kemal, diye kahvesini fondip yapıp odasına gitmek için kalktı.

“Merhabalar Yusuf Bey, hoş geldiniz. Nasılsınız?”

“Merhaba Doktor Kemal Bey, methinizi duydum, sizi epey araştırdım. Nihayet tanışabildik.”

“Teşekkür ederim beyefendi.”

“Asistanınızın yönlendirmesiyle muayene öncesi istediğiniz tahlillerin hepsini yaptırdım.”

“Evet, sonuçlarınız önümde. Şikâyetinizi sizden dinleyeyim. Nedir rahatsızlığınız?”

“Doktor Bey, ben yıllardır hava sıcakmış, soğukmuş aldırmadan her gün 10 kilometre koşarım. Kışın sabah erkenden işe gitmeden, yazın ise mesai bitiminde sporumu yaparım. Daha doğrusu yapardım. Çünkü son bir aydır neredeyse hiç koşamadım. Koşamamak benim için büyük bir sorun.”

“Koşarken nefes darlığı, göğüs ağrısı yaşıyor musunuz? Eğer öyleyse ekg ile kalp damar sağlığına bakılması lazım.”

“Açıkçası koşarken yaşadığım hiçbir rahatsızlık yok. Sorun hiç koşamamam. Dermanım yok. Bütün kaslarım, eklemlerim ağrıyor. Her gün bir öncekinden daha yorgun uyanıyorum. Eczaneden rastgele kas gevşetici bir ilaç alıp kullandım ama pek işe yaramadı. Koşuya çıkacak enerjiyi bulamıyorum kendimde.”

“Yakın zamanda hayatınızda rutininizin dışında gerçekleşen bir durum oldu mu? Kastettiğim sizi üzen, yoran bir değişiklik.”

“Hayır, hayır. Hayatım her zamanki gibi. İşe gidip geliyorum. Yalnız yaşıyorum, annem-babam çoktan rahmetli oldular. Sosyal bir çevrem yok. Evde kitap okurum genellikle.”

“Hımm. Yusuf Bey, peki her şey normal seyrindeyken sizi buraya getiren sorun tam olarak ne?”

“İstemsizce üç dört kilo verdim. Sabahları zorla bir dilim ekmek, birkaç zeytin, bir parça peynirle kahvaltı yapıyorum. Bütün gün bir şey yemesem de açlık, yeme isteği duymuyorum. Sırtımı delen bir ağrı hissediyorum. Geceleri sık sık terden sırılsıklam halde uyanıyor, her defasında çamaşırlarımı değiştiriyorum.”

“Anlıyorum, bahsettiğiniz şikâyetler pek çok hastalığın belirtileri arasında sayılabilir. Şöyle buyurun muayeneye geçelim, sonrasında tahlillerinizle durumunuzu değerlendirelim.”

“Tabii ki.”

“Durumunuz gayet iyi. Açıkçası hiçbir sorun görünmüyor. Tahlillerinizde herhangi bir hastalığa teşhis koyabilmeme yardımcı olacak normal dışı bir değer yok. Tiroitleriniz iyi çalışıyor, D vitamini düzeyiniz normalin üzerinde. Taramadaki diğer tüm değerleriniz referans aralığında, hatta iyi seviyede.”

“Nasıl yani, her şeyim normal mi?”

“Aynen öyle. Zor bir süreçten geçiyorsanız tüm sıkıntılarınızın sebebi psikolojik olabilir. Mesela depresyondaki bir insan, kolunu kaldırması gerektiğini bilir ama kolunu kaldıracak gücü kendinde bulamaz. Hayattan soğuma, hiçbir şeyden zevk alamama, alışkanlıklarını sürdürememe, iştah kesilmesi gibi sıkıntıları yaşayabilir. Tabii kesin tanıyı ilgili bölüm koyabilir ancak. Ben sizde gördüğüm tabloya dair bir yorum yapıyorum sadece.”

“Yani siz şimdi bedenen gayet sağlıklı olduğumu mu söylüyorsunuz?”

“Karşımda fiziksel anlamda gayet sağlıklı bir birey gördüğümü söylüyorum.”

“Fakat nasıl olur? Mümkün değil.”

“İstanbul gibi kaotik bir şehirde pek çok kişi sizin yaşadığınız problemlerin benzerini yaşıyor. Hepimiz bazen stresi doğru yönetemediğimizde, stresle başa çıkmadığımızda kendimizi çöküşte hissedebiliriz.”

“Hayır, hayır! Siz durumumun ciddiyetini anlamıyorsunuz. Ben ölmek üzereyim.”

“Bu kanıya nasıl vardınız?”

“Aslında kanser olduğumu teyit etmeniz için size geldim. Ciğerlerimden hırıltıya benzer bir ses geliyor. Tüm belirtiler hastalığımı bağırıyor.”

“Yusuf Bey, sanırım yaşadığınız şikâyetleri Googe’a yazıp kendinize hastalıkların en zorunu beğenmişsiniz. Sırtınızı dinledim, ciğerlerinizde bir problem yok. Teşhis koyabilmek için bilimsel verilere ihtiyacımız var. Vücudunuzda kanserli hücre olsa yaptığımız taramada bu ihtimali aklımıza getirecek bir sonuç mutlaka karşımıza çıkardı. Ek tetkikler de isterdim. İnanın hiç gerek yok. Siz hastalık hastası olmuşsunuz. Kafanızda kurgulamış, boş yere evhamlanmışsınız.”

“Sitelerde hakkınızda o kadar çok olumlu yorum vardı ki. Sizi çok başarılı bir hekim sandığım için tercih etmiştim.”

“Mesele benim hekimliğimden ziyade sizin kuruntularınız. Size, orta yaş dönemindeki sağlıklı her insan gibi yaşamanıza devam edebilirsiniz, endişelenecek; ileri tetkikleri gerektirecek bir durum yok, diyorum. Bunun nesi kötü?”

“Maskeli balo, artık bitsin istiyorum. Yıllardır ruhumun yaşadığı ıstırabın bedenimde nasıl bir karşılığı olmaz? Çöp tenekesine dönmüş benim kalbim. Dünyanın ne kadar pisliği varsa içimde birikiyor. Artık Tanrı’ya ‘Bak senin yarattığın dünya beni ne hale getirdi. Üstü kalsın ben gidiyorum. Bay bay!’ demek istiyorum.”

“Yusuf Bey, bakın sizin…”

“Müsaade edin lütfen. Neden beni dinlemek istemiyorsunuz? Sizin dinlemekten imtina ettiğiniz hayatı yaşadım ben. Ben, bizzat, kendim. Ellerimde papatyalarla güle oynaya çıktığım yollardan dönerken öldüm ben. Koca şehri, ülkeyi hatta dünyayı yakıp yıkmam gerekirken, sustum. Sadece sustum. Susmak nedir bilir misiniz Doktor Bey? Yüreğinizden feryatlar yükselirken üstelik. Etimle, kemiğimle, yüreğimle sustum. Sonra da evime gelip tulum peynirli, cevizli erişte pişirdim. Oturdum yedim. Üç kere başlayıp her defasında yarım bıraktığım Tutunamayanlar’ı bitirdim o gece. Zihnimde, meymenetsiz bir Olric’in yaşadığını da böylece fark ettim. Olric cevabı zor sorularda hiç yardımcı olmuyor. Burcu’nun kelimeleri olsaydı kurtarırdı beni. Onun kahkahaları bana yeterdi. Hayattaki her şeyle başa çıkabilirdim Burcu’nun kahkahalarıyla.”

“Nasıl sorular Yusuf Bey sizi bu kadar rahatsız eden?”

“Sen ölürken neredeydi Tanrın? Gülünç mü görünüyordun yoksa zavallı mı? Alay mı ediyordu yoksa acıyor muydu sana? Ya Kemal Bey, sahiden neredeydi yüce Tanrı?”

“O geceden tam bin sekiz yüz yirmi beş gün yedi saat sonra, nüfustan bir tanıdığın yardımıyla adresini buldum. Gittim evinin önüne. Bahçe katındaydı dairesi. Dışarıda dört kişilik ahşap bir masa, salıncak, yerlerde oyuncaklar, köşelerde saksı saksı çiçekler, çiçeklerde rengârenk rüzgârgülleri vardı. Burcu’nun yokluğuyla geçen yılların, bana sözlerini unutturduğu şarkıların melodileri çalıyordu orada, o bahçede. Burnuma gelen mis gibi yasemin kokusunun gerçek olduğuna yemin edebilirdim. Masada kahvaltı yaptım, salıncakta kahve içtim, çocuklarla araba yarıştırdım, çiçeklerin kurumuş yapraklarını temizledim. Kaç dakika, -belki de saat bilemiyorum- apartmanın önünde durup kendime o mutluluk resminde bir yer aradım. Hava kararınca üst kattan kelli felli bir adam, ‘Kime baktın, ne aranıyorsun birader?’ diye bağırınca hızla uzaklaştım. Yürüdüm. Yürüdüm. O kadar yürüdüm ki, kendimden kurtulduğumu sandım. Kaçıncı biradan sonra, nasıl gittiğimi bilemediğim, annesinin evinin civarındaki parkta, çınar ağacının altında sızıp kalmışım. Sonbahar olmasına rağmen buz kesmişim. Sabah daireden mesai arkadaşım arayınca uyanabildim. Sağ olsunlar gelip aldılar beni. Bir hafta yataktan çıkamadım. Mutlu olmasına sevindim. Mutlu olmasına sevindim de o mutluluğun bir parçası olamamak beni kahretti. İnsan hepi topu bir kez gömülür de kaç kez öldükten sonra Doktor Bey? Hastalık, ruhumdaki yangının bedenime hediyesi, çıkış biletim olacaktı. Tanrı’nın bunu bile çok gördüğünü söylüyorsunuz.”

“Yusuf Bey, sizi çok iyi anlıyorum. İstemediğiniz, kabullenemediğiniz bir veda yaşamışsınız. Belli ki ayrılığın etkilerinden yıllardır kurtulamamışsınız. Fakat her şeyin çözümü var, inanın bana. Bakın hastanemizde alanında uzman, çok başarılı arkadaşlarım var. Acilen size en uygun tedaviye başlanırsa…”

“Ne kadar da kibarca deli olabileceğimi ima etmeye çalışıyorsunuz.”

“Hayır, aksine sizin delilik ile psikolojik rahatsızlık arasındaki farkı gayet iyi bileceğinizi düşünüyorum.”

“Keşke ben de delirebilseydim. Hafızamın bana oynadığı oyunlardan, yaptığı kötülüklerden kurtulurdum. Ne yazık ki gayet aklım başımda. Size sinüs kosinüs teoremlerini yazabilirim ya da ne sorarsanız sorun doğru cevaplayabilirim.”

“Ben yalnızca size yardımcı olmak istiyorum. Buraya iyileşmek için gelmediniz mi?”

“İyileşmek istediğim için gelmedim. Aslına bakarsanız her şeye rağmen ruhumun hapsolduğu bedenime sahip çıktığıma tanıklık etmeniz için geldim. Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da bir yanım hâlâ inanmak istiyor Tanrı’nın varlığına. Onun varlığı benim umudum.”

“Sizi anladığımı sandım ama yanılıyorum galiba. İnsan kendine niye böyle eziyet eder ki? Düşünün, tedavi olursanız yeniden koşabilirsiniz. Sadece bunun için bile denemeye değmez mi?”

“Yeniden koşmak mı? Annem babam hayatta olsalardı onları üzmemek için yaşıyormuş taklidi yapmaya devam edebilirdim. Artık tutunmaya çalışmak istemiyorum. Özellikle tutunmaya çalışmak dedim. Dünya onu sevenlerin olsun. Ben ki bir gönle sığamamışım; ne yapayım malı, mülkü, hevesi. Dikili ağacım var gerçi. Tema’nın kampanyalarına katılıyorum, boşa tükettiğim oksijenler için. Sen hiç gerçek ile hayal arasına sıkıştın mı Doktor Bey? Nefesi kesiliyor insanın o arafta. Bembeyaz bir karanlık düşün. O bembeyaz karanlıkta sisin altında tükeniyorsun sessizce. Ben oradayım işte. İnanın çok çalıştım, inanın çok uğraştım Tanrı’nın zalim dünyasını sevebilmek için.”

“Yusuf Bey, ne yapmamı istiyorsunuz benden, gerçekten size nasıl yardım edebilirim?”

“Haklı olduğumu fark ettiniz değil mi? Sadece ölmek istiyorum.”

“Herkesin hayatında, en uzun gecesi, hatta geceleri vardır. Her gecenin sonunda güneş doğar. İşte psikolojik tedavi karanlıktan aydınlığa çıkana kadar yürüdüğümüz yolda bize umut ve güç verir.”

“Yine başladınız psikolojik psikolojik mavralara Doktor Bey. En uzun gece filan deyince bir an beni anladığınızı sandım. Ne yapacaksınız, beni de Çehov’un zavallı Andrey’i gibi altıncı koğuşa mı yatıracaksınız? Aslında fikir fena değil. Hiç değilse saklanırım orada.”

“Beyefendi sanırım anlaşamıyoruz, maalesef ben size yardımcı olamıyorum. Aynı şeyleri tekrarlamaya gerek yok.”

“Ne oldu Kemal Bey, rahatsızlık mı verdim? Varlığım size fazla mı geldi de kapı dışarı ediyorsunuz beni. Sizin kadar namlı bir hekime hiç yakıştıramadım bu tavrı. Oysa anlatacaklarım bitmemişti. Keşke ben de pek çokları gibi cehaletin dayanılmaz hafifliğini yaşayabilseydim, her şeyin farkında olmanın dayanılmaz ağırlığı yerine.”

“Yusuf Bey, siz …”

“Tamam uzatmayayım. Siz ne kadar ömrüm kaldığını söyleyin ben de çekip gideyim. Bana ancak böyle yardımcı olabilirsiniz. Duymak istediğimi söylemeniz yeterli.”

“Bir hekim olarak yalan söylememi bekliyorsanız, bu kesinlikle mümkün değil. Sizin, psikiyatrik tedavi ve moral desteğe, güçlü bir yaşam motivasyonuna ihtiyacınız var. Küçük dünyanızdan bir an evvel çıkmalısınız. İsterseniz asistanım Seda Hanım hemen şimdi yardımcı olur size. Hâlâ hayır diyorsanız buyurun.”

“Bekliyorum. Üç ay, hadi altı ay da olur. Sonunu bilirsem bir süre daha rol alabilirim bu dünya sahnesinde.”

“Beyefendi lütfen, hemen çıkmazsanız beyaz kod…”

Seda Hanım ile içeri giren güvenlik görevlisi, her şey yolunda mı diyerek kaygılı gözlerle iki adama baktı. Kısa süren bu gergin bekleyişi ilk bozan Yusuf Bey’di. Güvenlik görevlisine dönerek “Zamanlamanız harika, çıkmak üzereydim. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, vaktinizi aldım Kemal Bey,” dedi. Yavaş yavaş merdivenlerden indi. Bahçedeki boş banklardan birine oturup sigarasını yaktı.

Hastaneye gelen ambulansın sirenini, caddedeki yoğun trafiğin gürültüsünü ya da önünden gelip geçen insanların konuşmalarını duymuyordu. Ölmek üzere değildi, peki şimdi ne yapacaktı? Bir b planı yoktu ya da başka bir seçeneği. Kocaman bir hiçlik duygusu kalbinden tüm bedenine yayılıyor, zihnini uyuşturuyordu.

Yusuf Bey’in odadan nezaketle çıkmasına şaşıran Doktor Kemal Bey, kapısının önünde sırasını bekleyen hastaya on dakikaya geleceğini söyleyip, asistanının ve güvenlik görevlisinin meraklı bakışlarına aldırmadan terasa çıktı. Sigarasını yiyordu neredeyse. Eline telefonunu aldı ve bir kitap satış sitesinden Tutunamayanlar’ı sipariş etti. Saatine bakıp hızlı adımlarla odasına yönelirken az önceki hastanın bahsettiği bembeyaz karanlığı düşünüyordu.

Editör: Hatice Akalın

Tuğba Poyraz Kemani
Latest posts by Tuğba Poyraz Kemani (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close