Yazar: 12:00 İnceleme, Kitap İncelemesi

Kirpinin Zarafeti

Benim adım Renee. Elli dört yaşındayım. Yirmi yedi yıldır Grenelle Sokağı 7 numaranın kapıcısıyım. İç avlusu ve bahçesi olan bir konak bu. Son derece lüks sekiz daireye bölünmüş. Hepsi dolu, hepsi dev gibi. Ben dul bir kadınım. Ufak tefek, çirkin, tombul biriyim. Ayaklarımda nasır var. Kendi sesimden rahatsız kalktığım bazı sabahlara bakarsak, bir mamut gibi soluk alıp veriyorum. Eğitim görmedim. Bildim bileli yoksul, ölçülü ve önemsiz biriyim. Kedimle birlikte, yalnız yaşıyorum. Tembel, kocaman bir erkek kedi. Kayda değer özelliği, kızdırıldığında patilerinin kötü kokmasıdır. Birbirimize benziyoruz. İkimiz de hemcinslerimiz arasına karışmak için pek bir çaba sarf etmeyiz. Daima nazik olsam da ender olarak kibarlık gösterdiğimden beni sevmezler ama yine de bana karşı hoşgörülüdürler, çünkü ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum. Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı işleten sayısız çarktan biriyim.”

Yazar Muriel Barbery’nin Kirpinin Zarafeti adlı eseri Türkçeye Işık Ergüden tarafından çevrilmiş ve Kırmızı Kedi Yayınları tarafından 2014 yılında yayımlamış. Fransız yazar Barbery, 1969 yılında Kazablanka’da doğmuş. Hayatını Japonya’da sürdüren felsefe profesörü yazar, Kirpinin Zarafeti’yle birçok ödül almış. Kitap 2009 yılında “Yaşamaya Değer” adıyla sinemaya aktarılmış.

Paris’in merkezinde gösterişli bir apartmanda geçen hikâye en başından itibaren hayata dair şaşmaz olduğu düşünülen olguları sıkı bir şekilde sarsıyor. Kitap içine kapanık insanların zengin iç dünyalarına açılan kapıyı öyle samimi bir dille aralıyor ki kendinizi o apartmanın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Farklı sosyoekonomik seviyelerden ve hayatlardan gelen üç kişinin sınıf ve yaşa dair engelleri, içtenlikli bir dostluğun içinde yok olup gidiyor. Hikâye insanı derin düşüncelere iterken, hem kendi hayatınızda ıskalamış olabileceklerinize dönüp bakma hem de yaşamı değerli kılan o küçük keyifleri hatırlama isteği uyandırıyor.  

Barbery’nin yayınlandıktan sonra aylarca çok satanlar listesinde kalan kitabının iki sıradışı karakteri Renee ve Paloma aynı apartmanda yaşıyor. Renee, apartmanın potansiyelinden kimsenin haberi olmayan kapıcısı; Paloma ise zengin bir ailenin on üç yaşına girdiğinde intihar etmeyi düşünen on iki yaşındaki üstün üstün zekâlı kızı. Paloma, yetişkinler dünyasının sığlığına tahammülü olmadığı için hayatta kalabilmek güdüsüyle farkında olmadan bir neden arıyor.  Birbirlerinden sınıf ve nesil farkı nedeniyle çok uzak ve farklı görünen karakterler, bir Japon beyefendisi olan Kakuro’nun apartmana taşınmasıyla kendilerini benzersiz bir ilişkinin içinde buluyor.

Renee, seçkin insanların yaşadığı apartmanda kaba ve cahil bir kapıcı görüntüsü çizmekten rahatsız olmuyor. Oysa kendi dünyasında bambaşka bir hayat yaşıyor. Kapıcı dairesindeki kütüphanesini Rus klasikleriyle donatan, kedisine Lev adını veren, kapısından Mahler ezgileri sızan kadın gerçek bir sinema, klasik müzik, felsefe ve edebiyat tutkunu. On yedinci yüzyıl Flamen resim sanatı ve Japon sanat filmleri konusunda derin bilgi sahibi. Kirpinin, oklarını bir nevi kendinden beklenmeyen zarafeti saklamak için donandığını düşündürüyor. 

Dışardan bakıldığında kapalı ve itici görünen iki karakter kirpi metaforuyla hayat buluyor ve yaşadıkları topluma dikenli okları varmışçasına mesafeli duruyor. Karakterlerin yalnızlığı elle tutulup gözle görülecek kadar somut. Kitabın bütünsel olmayan parçalı anlatımı, iki kadın karakterin ağzından aktarılıyor.  Romanın akışına kendinizi kaptırdığınız zaman, kurgu sizi her bir anlatıcının dünyasından ve ruhundan yansıyan felsefi ve derinlikli bir yere çekiyor. Düğümü çözen üçüncü karakter Kakuro ise kendi dünyasını ve duruşunu yansıtan sade bir dille romanda yerini alıyor. Renee’nin dış dünyayla ilişki kurarken kendinden beklenen sığlıkta konuşması, öte yandan kendini anlatırken tam bir Rus edebiyatı okuru gibi cümleler kurması karakterin inandırıcılığını daha da artırıyor. 

Yaşından beklenmeyecek derecede felsefi bir derinliğe sahip olan Paloma ise anlamsız bulduğu hayatta yaşamına son vermemek için tutarlı bir sebep arayışı içinde. Yaşıtlarından oldukça farklı ve içine kapanık bir kız. Tuttuğu iki günlüğü var. Tinsel olarak adlandırdığı “Derin Düşünce” günlüklerinde, yetişkinlerden beklenebilecek bir felsefi derinlikte hayatı sarsıp sorguluyor. Öte yandan çocuk masumiyetinin izlerini taşıyan “bedensel” olarak adlandırdığı “Dünyanın Hareketi” günlüğünde, “boşu boşuna intihar etmemek” için yaşamaya değer gördüğü güzel şeyleri yazıyor.

Ailemin bütün tanıdıkları aynı yolu tutmuş kişiler. Zekâlarını karlı kılmaya, öğrenimlerini bir arpalığa çevirip limon gibi sıkmaya ve seçkin biri olmaya çabalanmış bir gençlik; sonra da umutlarının sonucunun niçin bu kadar nafile olduğunu şaşkınlık içinde sormakla geçen bir ömür. İnsanlar yıldızların peşinden koştuklarını sanırlar ama sonları bir kavanozun içindeki kırmızı balığa benzer. Çocuklara yaşamın saçma olduğunu en baştan öğretmek daha basit olmaz mı diye kendi kendime düşünüp dururum. Bu, çocukluğun birkaç güzel anını yok etse de, yetişkinlerin önemli bir zaman kazancı olur, üstelik bir travmadan, kavanoz travmasından kurtulmak da işin cabasıdır.”

Birbirinin içine geçen iki kadının şaşırtıcı ruhsal dostluğunun mimarı Kakuro. Japon karakter, birbirinden kopmuş “batı” insanının arasında köprü kurarken doğunun bilgeliğini yaşam tarzıyla kadın karakterlerin hayatına taşıyor. Kakuro’nun apartmana taşınmasıyla birbirini fark etmeyen ve görmezden gelen gözlerin gönüllerinde âdeta farklı bir pencere açılıyor. O, önyargılardan uzak, insanın özünü görebilen ve etrafındakileri olduğu gibi kabul edebilen biri. Çevresine bir yandan saygı duyarken bir yandan da apartmanda çaldığı tüm kapılara kültüründen getirdiği güzellikleri taşıyor. Önce Paloma Kakuro’yla dost oluyor. Renee ise başta çekinse de kendini ona yavaş yavaş açtıktan sonra farklı bir yola giriyor. Kakuro ile olan derin ilişkisini aşk veya dostlukla tek başına tanımlamak zor ama bunun münzevi bir ruhun yalnızlığına güneş gibi doğduğu kesin.    

Paloma, “Derin Düşünce” günlüğünde Kakuro’ya şöyle yer verir: “Sonra biraz düşününce Kakuro’nun Rus kayınlarından bahsederken hissettiğim o sevinci aniden kısmen anladım. Ağaçlardan herhangi bir ağaçtan söz edildiğinde de etki aynı oluyor. Çiftlik avlusundaki ıhlamur ağacı, eski tahıl ambarının ardındaki meşe, artık yok olmuş büyük karaağaçlar, rüzgârlı bayırlar boyunca rüzgârın eğdiği çamlar vs. Ağaçları sevme yeteneğinde çok fazla insanlık var. İlk büyülenmelerimize duyduğumuz özlem vardır. Doğanın bağrında kendini bunca anlamsız hissetmenin büyük gücü vardır. Evet, bu işte: Ağaçların çağrısı, onların ilgisiz ululuğundan ve onlara olan sevgimizden dolayı bize hem dünyanın yüzeyinde kaynaşan gülünç ve aşağılık parazitler olduğumuzu öğretir, hem de bizi yaşamaya layık kılar, çünkü bize hiçbir borcu olmayan bir güzelliği tanıyabiliriz. Kakuro kayınlardan bahsediyordu. Psikanalistleri ve zekâlarını ne yapacaklarını bilemeyen bütün o zeki insanları unutarak, kendimi aniden en büyük güzelliği kavrayabilecek kadar büyük hissettim.”     

Kitap, hayatı sorgulatan, önyargıları yıkan, sarsıcı ama bir o kadar da insana mutluluk veren bir okuma deneyimi sunuyor. Hayatın kendisi gibi çok katmanlı ve okuyucuyu duygudan duyguya kolaylıkla taşıyor. Renee ve Paloma’nın kendilerine has anlatımlarıyla iç dünyalarının derinliklerine giriyoruz. İki karakterin kullandıkları dil, sözcük seçimleri ruh halleri ve yaşlarıyla doğal bir şekilde örtüşüyor. Kitabın giriş kısmında felsefi bir okumayla karşılaşırken ilerleyen bölümlerde kendinizi kolaylıkla onların dünyasının içinde buluyorsunuz. Roman kendinden farklı olanı, dikenlerimizi batırmadan zarafetle anlayıp sarabileceğimizi gösterirken, okuyucuyu bunu sanat tutkusuyla yapmanın mümkün olduğuna inandırıyor. Bu üç karakteri birbirine bağlayan ortak nokta da sanat, müzik, edebiyat ve felsefe oluyor elbette.      

 “Asla’daki her zamanın” gücünü fark eden Paloma, Renee’ye intihar etmeyeceğine dair söz veriyor. İnsanın içini burkan bir sonla biten kitap, mutlak olduğunu düşündüğümüz olguları derin bir zarafetle yerinden oynatırken yol boyunca düşündürüp hayatın kendisi gibi sizi beklemediğiniz anda güzelliklerle sarıyor.

Kaynakça

Barbery, Muriel, Kirpinin Zarafeti, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2020.

Editör: Buse Karabulut

Bahar Gerçek Doğru
Latest posts by Bahar Gerçek Doğru (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close