Yazar: 23:53 Makale, Şiir Eki, Şiir Eki 4

Belirsizlik Ortasında Sanat: “Yeni Medya Şiiri” Yahut Yeni Mekânsız Şiir

Dijital araçların sunduğu olanaklar, sanat alanında disiplinlerarası ve çok merkezli bir ortamın varlığını söz konusu kılmakta, bu da sanatsal etkinliğin var olan mekânının giderek “belirsizleşme”sine sebep olmaktadır. Söz gelimi, avangart hamlelerin çağımızdaki yeni görünümleri sanatın “tanımlanabilir olamaması” durumuna yeni boyutlar kazandırmakta ve bu durum, “kategorizasyon” çabalarını değersizleştiren bir görüntü sunmaktadır. Bir itirazlar bütünü sayılabilecek bu yeni ortamın bir uzantısı olarak, dijital olanaklarla oluşturulan görsel şiirin, sözlü dile dayanmayan, yalnızca görüntülerden oluşan şekli, şiiri bir “söz sanatı” olarak değerlendiren bakış açısını geçersiz kılmakta, bu geçersiz kılma yöntemi ise “yöntem” olma iddiasının nitelikleri üzerine düşünmeyi gerektirmektedir.

Visual Poetry/Görsel Şiir Çalışması, Nico Vassilakis, daha fazlası için bkz: https://staringpoetics.weebly.com/visual-poetry.html

Artık herhangi bir mekâna sahip olamayan, farklı mecraların araçlarıyla üretimi mümkün kılınan, ifade olanaklarını tek bir mekânın sınırlarına hapsetmiyor gibi görünen şiir, kendisinden “yeni mekânsız şiir” olarak bahsetmeyi mümkün kılmaktadır. Bu olumsuzlama gibi görünen niteleme, bakış açısına göre bir tür olumluluğu da yansıtabilmektedir. Çünkü -başka bir açıdan- şiir, eğer mekânsızlaşmışsa, bugünü şekillendiren ve tanımlayan “ortamlar” ile arasında bir paralellik üretmiş demektir. Şiirin tarihsel bir sonuç olarak yaşadığı değişim, onun bugünü yansıtan yönünü yahut yenilikler ile arasındaki uyumlanma sürecini de gösterebilmektedir. Denebilir ki yeni mekânsız şiirin dayandığı zemin belirli bir tarihsel süreci ve onun ürettiği özneyi açığa çıkarmaktadır. Bakılırsa, dijital şiirin ortaya çıkışındaki etkenler ve onun temelini teşkil eden bazı tarihsel noktalar, yalnızca belirli bir bağlam üretme ihtiyacını karşılamaktadır, ya da en azından bu böyle gözükmektedir. Dijital sanatı veya “yeni mekânsız şiiri” “anlamak”, bir tür “sanat felsefesi” malzemesi gibi parlamakta veya onu böyle bir düzlemde irdeleme çabası, yeni olanakları sorgulamayı “entelektüellik” faaliyeti alanına daha çok yaklaştırmaktadır. Sınırların yıkılması karşısında benimsenen eleştirel tutumların da belirli bir sınır içerisinde gerçekleşmesini öne süren bu yaklaşım, çelişki barındırıyor gibi görünse de, sınırları genişletilen “sanatsal faaliyet” mekânının özüyle uyuşur gibidir. Yanı sıra “entelektüellik” etiketi, sanatı çoğunluğa mal olan bir olgu olmaktan uzaklaştırmayı mümkün kılıyorsa, bu durum bugün üretilen sanatın tüketim düzlemiyle de uyumlanmaktadır. Çünkü şiirin dijital olanaklarla üretilen ortamı, şimdilik bir “popüler kültür” niteliği kazanmamakta yahut kitleselleşmemektedir. Bu durum ise deneyselliğin doğasının bir sonucudur. Fakat deneysel olan, çoğunluğun niteliği zedeleyici tarafından dolayı da kendisine bir öte-köşe bulmak zorundadır.

Visual Poetry/Görsel Şiir Çalışması, Derya Vural, daha fazlası için bkz: https://www.flickr.com/photos/zinhargaleri/albums/72157665976687822/

GÖRSELLİK

Deneyselliğin uzantısı olarak değerlendirilebilecek “yeni mekânsız şiir”i genel bir başlık olarak benimsemem gerekirse, bu genel başlık içerisinde, somut şiirden ayrı bir şekilde değerlendirdiğim ve grafik bir sunum niteliği taşıyan “görsel şiir”, yalnızca görsel bir gösterge olarak ön plana çıkmaktadır diyebilirim. Şiirin bir “söz sanatı” olan yönünü dışlamak, elbette onun önceden bir söz sanatı olarak değerlendirildiği kabulüne dayanır. Bu “söz sanatı”nın sınırlarını genişletmek ve çağın sunduğu yeni medya olanaklarının yardımıyla, şiire bugüne uyan bir görünüm kazandırmak, sözel boyutu dışlamayı gerekli kılan ölçütlerin varlığını bizlere arattırır. Görsel şiirde, arka planda kaldığını söyleyebileceğimiz sözel göstergenin varlığı “şiir” adlandırması adına bir eksikliktir. Ne var ki, görsel şiiri ayrı bir tür olarak değerlendirmek yerine onu “şiir” kategorisi ile birlikte anmak, -geleneksel anlamda- şiir olmaya içkin niteliklerin varlığı üzerine düşünmeyi olağan hale getirir. Görsel göstergeler yahut görsel imgeler, bir çalışmanın; “grafik sanatı” olmaktan “görsel şiir” olmaya geçişini sağlıyorsa, bu geçişi imkânlı kılan ölçüt, şiirin geleneksel tanımlarını ele alarak değerlendirme yapmayı zorunlu kılar. Böylelikle de görsel şiir, şiirin alanına dahil olmak konusundaki bir “zorluk” haline gelir. Denebilir ki sesin, sözün ve görüntünün bir aradalığı görsel şiirdeki “somutluk”unu belirginleştiremez. Yanı sıra, sözün yokluğu her görsel göstergeyi “şiir”e dahil etmenin yolunu da açar gibidir.

FİKİR, YAPIT VE SANAT FELSEFESİ

“Görsel şiiri ayrı bir tür olarak değerlendirmek ve onu şiirin alanına dahil etmemek en doğru olanıdır” gibi bir normatif yargı üretme cesaretinin temelini atıyor değilim. “Cesaret” kavramının kör bir cesarete dönüşmesine izin vermediğim alanında salınmayı seçmiş gibi olsam da, her geçen gün teknolojiye farklı bir boyut kazandıran imkânlar karşısındaki tedbirli tavrımı koruma gayretindeyim. Yeni medya şiirinin üretken özneleri, her tedbirli tavrın kendi konumlarını pekiştiren yönü hakkında düşünmeye meyilli olsalar da, şiirin hâlâ “hassasiyet” barındıran yönünü bir gerçeklik olarak benimseyebilirim. 

Fakat şiiri hassas/duyarlı bir alana hapsetmek, onun üzerinde kesin yargılarla hareket etmeyi kaçınılmaz hale getirir, bir tür dayatmayı doğurur ve şiirin sınırları üzerine yapılan sorgulamayı sessizleştirir. Sınırlar üzerine fikir yürütmek ve bunu sorgulamak, sınırları üzerine düşünülen şeyin hassasiyet barındırdığı kabulünü dışlar. Fikirlerle üretilen sorgulamanın sanat alanındaki etkinliği ise bu kabulü çoktan aşmıştır. Bu da modernist yapıtlar sayesinde olmuştur. Bilindiği üzere “fikir”, sanatçı tarafından yapıtın üzerine giydirilebildiği gibi, yapıt üzerine düşünen eleştirici/yorumcu tarafından da üretilebilmektedir. Fakat fikirler modernist/postmodernist yapıtların içeriğini şekillendiren ve “iletilen” birer malzeme değildir. Onlar bugünün yapıtının içeriğinde yer almaz, onu üreten öznenin söyleminde yer alır.[1] 

Deneysellik ile fikir arasındaki ilişki üzerine düşünmek biraz çarpık bir biçimde, Valery’nin, “Şiirdeki düşünce, meyvenin besleyici özü gibi gizli olmalıdır.[2] sözünü de hatırlatabilir. Arapça “fikir” sözcüğünü Türkçe “düşünce” sözcüğü ile eş anlamlı olarak değerlendirirsek, bu söz; kalıpların dışına çıkmak için fikir üreten sanatçının bugünkü eylemini tanımlamaz denebilir. Bugün, özellikle dijital şiir çalışmalarının bir “düşünce”si veya “fikri” varsa, bu düşünce, çalışmanın kendisi tarafından üretilmemektedir. Bu da sanatın, felsefe alanına ait özellikler barındırmasını sağlayabilmektedir.

Çağımızın, fikirleri önceleyen şiirleri değil, şiirleri önceleyen fikirleri, sanatın felsefeyle olan ilişkisine ve sanatın, birer malzeme olarak felsefeyi merkeze almasına dair somut göstergeler sunmaktadır. Yani, şiirin şiirsel değerinin; öznelliğin derinliklerini de açığa vuran yönü ve şiirin varlığı üzerine üretilen fikirlerin onun önünde ilerleyen etkinliği, sanat alanının belirli bir zamandan sonraki önemli bir gerçekliğidir denebilir. Modernist sanatın temelinde yer alabilen bu durum, modernizmin ötesine de taşabilen biçimler kazanabilmekte, yahut kazanması umulmaktadır. Bu noktada çeşitlilik ve metinlerarasılık-disiplinlerarasılık gibi nitelikler barındıran postmodernist sanat ön plana çıkmaktadır. Fakat nitelik belirten ve tanım yapan bu kalıplar, üzerine düşündüğümüz sanat alanı bağlamında bugünün gerçekliğine dair güçlü bağlantılar sunmak konusunda yetersiz kalmaktadır. Yeni mecralar ve dijital ortam, yani bugünün dünyası, insanın hem özneliğini hem de öznelliğini, artık eski kalıplarla tanımlanamayacak boyutlara taşımaktadır. İnsanın oluş hâlindeki varlığı; internetteki yüzleri, hareketleri ve izleriyle kendisinin sahip olduğu anlamları yeniden biçimlendirir, belki daha çatışık, belki de daha uyumlu bir hale getirir. Dijital ortamın çerçevelediği bu özne oluşun öznel gerçekliği, insanın kendi varlığından/kendi tasarım gücünden bir parça demek olan şiiri de, bir üretim ve tüketim problemine dönüştürür. Böyle bir eşikte, varlığını “söz” ile tanımlayan şiir bu tanımdan uzaklaşarak, var olan güncel hâline bizleri yabancılaştırır. Deneyselliğin önemli uğraklarından olan “yabancılaştırma”, bugün, şiirin varoluşunun temel dayanağı olan “söz”ü dışlamakla boy göstermeye çalışır gibidir. Bu durum ise sözün dışlanmadığı alternatif yolları ön plana çıkartarak, bizleri yeni “yabancılaştırmaların” arayışına sevk eder. Söz konusu alternatif yolların “meşruluğu” ise konvansiyonel olandan güç alır gibi göründüğünden daha kabul edilebilir bir hal alabilmektedir. Bu ise, büyük ölçüde biçimsel deformasyonların yeni yollarını, sentaksı ve semantiği bozmanın farklı şekillerini keşfetme arzusunu doğurur.[3] Sonuç olarak, sözün sahiplenildiği yeni biçim arayışları, tutucu bir tavır olmak ile şiirin kendisini kaybetmemek için girişilen bir hamle olmak arasında salınıp durmaktadır. 

SALINIM, METAMODERNİZM VE YAPITIN SUNUMU

Bu noktada ise “salınım” sözcüğünü önemsiyorum. Çünkü bu sözcük, postmodernizmin ileri aşaması sayılabilen metamodernizmin “salınım” kavramını da açığa vurmakla bizlere bugünün gerçekliğine dair bazı bulgular sunar. Diyebiliriz ki bugün var olmaya çalışan verili yöntem ve kalıplar, hem başkalaşım geçirmekte hem de geçirdiği başkalaşım karşısında varlığının belirsizleşmesi olayı karşısında direnç göstermektedir. Bu biraz da, tek olmak ile çok olmak, sahici olmak ile ironik olmak, yani modern ile postmodern olmak arasındaki salınımdır:

Vermeulen ve Van Den Akker, meta-modernizmi modern ve post-modern arası bir salınım olarak tarif ederken, bunun modern bir coşku ile post-modern bir ironi arasında, umut ve melankoli arasında, naiflik ve bilgelik, empati ve kayıtsızlık, birlik ve çoğulculuk, bütünlük ve parçalanma, netlik ve belirsizlik arasında salındığını söylüyorlar.[4]

Salınımın temel özelliği, salınım hâlinde olanın belirli bir hareket alanındaki “sallantı”sıdır. Bunu da “dengesizlik” ve “bocalama”ya kadar uzatmak bizlere etkili bir yol sunar. Çünkü bu iki kavram, bugünün ortamının belirleyici unsurları olarak görülebilir. Çünkü bizler, modern sonrası dönemi tanımlamaktayız ve “denge” kavramı veya belirli bir dengeyi tutturabilme “politikası” modern öğretileri çağrıştırır. Salınımın ürettiği dengesizlik ve dengesizliğin ürettiği “hareket”, paradoksal bir biçimde bugünün öznelerinin çaresiz çırpınışları ile onların kurtuluş adımları arasındaki salınımda yer alır. Söz gelimi, salınım içinde olan, çeşitli referanslar arasındaki hareketini “anlamlı” kılmak için çabalamakta, sallanmaktadır.

Şiirin “dengesizliği” ise tam da bugüne uyan bir “hareketi” görünür kılar. Diyebiliriz ki yazının yahut şiirin mekânı da hareket halindedir. Ne var ki, yazının yahut şiirin mekânı sürekli yeniden tayin edilen bir olgu olarak, bugün sözcüklerle meydana gelen estetiğin dışlanmasını gerektiriyorsa, o halde mekânsızlaşmanın öznesi olan şey yazı yahut şiir değil, “ifade etme yöntemi”nin kendisidir.[5] Dijital araçlar yardımıyla meydana gelen görsel göstergeler, şiirin başka bir mekândaki varlığını mı, yoksa ifade etme yöntemlerinin yeni bir mekândaki şeklini mi gösterir?

Böyle bir noktada, “şiiri sözel göstergeye indirgemek bir hatadır” dediğimde önemli bir paradoksun içine düşmüş oluyorum. Bu paradoksu aşabilmek de ancak teorik ve düşünsel üretkenliğin sonucu olabilir. Bu da bizleri büyük ölçüde “yapıtın sunumu” olgusuna götürür:

Bugün ‘sanat yapıtı’ diye sunulan yapıt meşruiyetini ‘sunumundan’ almakta ve bir sanat yapıtının ontolojisinde bulunan, bulunduğu varsayılan tüm faktörleri hem içermekte hem de işlevlendirmektedir[6]

Sadece bugün üretilen deneysel çalışmalar karşısında değil, geçmiş deneysel yapıtlar karşısında da bir tür “sunum”a ihtiyaç duyulmuştur ve duyulmaktadır. Bugün üretilen deneysel şiirin varoluşunun/ontolojisinin dayanakları da ancak böyle temellendirilebilir ve bizdeki algılayış biçimini dönüştürmek veya onu yeniden düzenlemek konusundaki gücünü buradan alabilir. 

Fakat ne var ki, sunum olgusunun “açıklama yapma”ya dönüşebilme tehlikesi ona karşı mesafelenmeyi de gerektirebilir. Böylelikle “sunumu” ve “açıklama”yı iki ayrı olgu olarak değerlendirme gerekliliği açığa çıkar: Sunumu, “deneysel olanın zorunlu ihtiyacı” kabulüyle değerlendirip; açıklamayı “deneysel olarak kabul edilmeyenin reddedilmesi gereken yaklaşımı” kabulüyle ele almak bunu mümkün kılar. Başka bir yol da bugüne kadar bildiğim/bildiğimiz “explanation kills art” yaklaşımının ya reddedilmesi ya da bunun deneysel çalışmalar için geçerli olmayacağı görüşünün benimsenmesidir. Açıklamanın sınırlandırmaya ve dayatmaya sebep olan yönünün, bizim algılama pratiklerimizle uyum halinde olan yapıtlar için geçerli olmadığını düşünüp, asıl olarak beklentilerimizle uyuşmayan yapıtlar için gerekli olduğunu kabul edebiliriz. Böylece sunum ile açıklama eş anlamlı hale gelip, onların hangi yapıtlar için uygulanması gerektiği konusundaki seçimlerimiz belirleyici olur. Fakat, “seçmek/seçim yapmak” kavramlarının sanat alanındaki öznellikleri, onları tekinsizleştirir ve birer ölçüt olarak değerlendirilmelerini imkânsızlaştırır. Bunun olmamasının yolu ise (oldukça bilindik bir yolla) beğeni ölçütlerinin varlığı üzerinde ortaklaşmakla mümkün.

Önceden şiirin varoluşunun tek koşulu sözcüklerle üretilen estetik veya sözcüklerle üretilen özgünlükken, şimdi bu koşulun “teoriye dayalı sunumlar” olması, var olan ölçütlere göre şiir olarak kabul edilemeyecek olanın artık şiir olarak kabul edilebilmesinin meşruluğunu sağlar gibi görünüyor. Fakat sunum olgusu, asıl olarak estetik hazzın deneyimlenmesini sağlayamayan bakışı, rasyonalize edilmiş bir zemine taşımaktadır. Bu durum ise sanatı duyusal olandan mantıksal olana yönlendirir. Böylelikle de şu soru önem kazanır: Sunum aracılığıyla yapıtın kendisi mi meşru hâle gelir, yoksa onun üretilme sebepleri yalnızca yapıtın “mantık” ile uyumlanmasını mı sağlar? Hiç değilse, sunum olgusu yapıttan/şiirden önce geldiğine göre, söz konusu yapıtı/şiiri önceleyen fikirler bir gerçeklik olarak kabul edilebilir diyebiliriz.

Fakat şiir bağlamında, fikirler ile yapılan sorgulama sırasında koruma altına alınan şeyin “metin şiir” olması, onu bir şiddet öznesine dönüştürme tehlikesine de sahipmiş gibi görünmektedir.

METNİN ŞİDDETİ

Bu alt başlık Jacques Derrida’nın, “metnin dışında hiçbir şey yoktur” sözünü çağrıştırabilir. Belki çevirinin yanlışlığından belki de sözün kendisinin bilerek kurgulanmış yanıltıcılığından dolayı, yanlış anlaşılmaya oldukça müsait olan bu söz, şiirin dijital alandaki görselliğini sahiplenip, sözcükleri boğucu bir yığın olarak değerlendiren tutum ile tamamen farklı bağlamlara sahiptir. Derrida’nın, dile ve metne atfettiği özelliklerin belirleyiciliğine dikkat çekerek anlamın ertelenen/kaygan bir zemindeki doğasını öne sürdüğü yaklaşımı, şimdilik yalnızca bir çağrışım olarak burada durabilir.

Söz ile üretilen (ama etkili sözle değil) şiir, dijital mecraların sunduğu çeşitlilik ve yenilik karşısında, yalnızca kelimelerin sağladığı ifade gücünü taşımakla, bir tür “eskimişlik” veya “boğuculuk” ile yaftalanabilir. Söz’e hapsolmuş gibi görünen bu sözcükler dünyasının, okuyucuya/alımlayıcıya yaptığı “dayatma”, onu üretenin yeni alternatif yollar denemesini ve dijitalliğin belirleyiciliği karşısında söz’ün dışını aramayı gerekli kılabilir. 

Çoklu üretim alanlarının sınırsızlığı karşısında sözlü dile dayalı şiirin “ısrarcı” varlığı, “metin şiirin” ve dolayısıyla metnin kendisinin “şiddet” uygulayan veya kısıtlayan bir özellikle tanımlanmasına da sebep olabilir. Metnin şiddeti, yeni üretim mecralarının olanaklarını görmezden gelir gibi duran tavrı açığa vurabilir, metnin şiddeti, yeniden şekillenen dünyayı sözcüklerin dünyasına sığdıramamakla ilişkili olabilir, metnin şiddeti, yapıt karşısında kendi deneyimini yaşayan alımlayıcının sınırlı bir alana maruz kalmasını ifade edebilir, metnin şiddeti, şiirin imgelerini taşıyan gösterenlerin, dünyanın gerçekliğinin tek tipleşrici bir yolla yansıtıldığını da bizlere hatırlatabilir.

Fakat, soyut bir olgu olarak metin, onu var eden sözcüklerle, yani “dil” ile somutlaşmaktadır. Sözlü dilin olmadığı yerde metin de yoktur. Bu nedenle söz, metnin ön koşuludur. Bu durum ise metni özneleştiren “şiddet” eyleminin zeminini kaydırır. Böylelikle de metin değil, sözcüklerle üretilen “dil”in kendisi bir tür dayatma hâlini alır. Bunu düşünmek ise, sözcükleri taşıyan dili, metin gibi bir mecranın dışına çıkmadan yenilemeyi ve bu yenilemenin olanaklarını düşünmeyi mâkul bir duruma getirmektedir.

Denebilir ki dijital çağ, bizlere yeni ifade biçimi ve dolayısıyla yeni bir “dil” sunmaktadır. Bu dil, yerine geçmeye çalıştığı eski dilsel yöntemlerin farklılaşabilmesi, alternatif yollar üretebilmesi için ihtiyaç duyulan itkiyi de uyandırabilmektedir. Çünkü geçersiz kılınan şey, geçersiz kılınabilir olduğu için kabuk değiştirme olanağına sahiptir. Karşıt unsur, karşı çıktığının çürüyebilecek noktalarını yansıttığı/gösterdiği için “fayda”ya dönüşebilmektedir. Dolayısıyla şiirin mekânsızlaşması bu bağışıklığı üretmeyi mümkün hale getirebilir. Ne var ki, bu mekânsızlaşma olgusu başka mekânsızlıkların çoğalmasını sağlayan bir ortamı da mümkün kılar. Böylelikle, söylemin ve özellikle “eleştiri”nin zemini de somutlaşmakta zorlanır.

ELEŞTİRİNİN MEKÂNSIZLIĞI

Şiirin/sanatın mekânsızlaşması, onun üzerine yapılan eleştiriyi de mekânsızlaştırır. Böylelikle eleştirinin kapladığı yer küçülmekte, eleştirinin “önemsiz”liği yeni mekânsızlığın durduğu yeri sağlamlaştırmaktadır. Eleştiri üretilemediği için gerçek anlamda uzlaşı imkânı da ortadan kalkıyor. Nitekim, eleştiriler aracılığıyla varılan nokta bir tür ortaklık zemini de sunabilir. Fakat “uzlaşı”nın bir ihtiyaç olup olmadığı sorusu asıl belirleyici olandır. Çünkü anlaşma ve ortaklık, bugünün ayrı kanallarda ilerleyen “var oluşların” ve olamayışların ilgisi dışında kalmış gibidir. Böylelikle de uzlaşı bir hedef olamaz ve onun sağladığı fayda, tekil çoklukların ulaşmayı başardığı “hayatta olma hazzı”nın gerisinde kalır. Ayrıca “çokluk” hâline gelmenin ürettiği yoğunluk, çokluk için tehdit unsuru olanın görmezden gelinmesini sağlayan cesareti de üretebilir. Fakat yine de, eleştirinin sağladığı uzlaşı olanağının cazibesizliği, bizleri eleştirinin diğer imkânlarına yöneltebilmektedir. Bu yüzden yeni mekânsız şiir, yeni mekânsız eleştirileri üretmeyi de gerekli kılmaktadır.


[1] Özellikle deneysel yapıtlar, “fikri” taşıyan bu “söyleme” ihtiyaç duyarlar. Bu noktada ise yapıt “fikri” yansıtmış olmaz, fakat kendisini seyredenin gözündeki “anlamı”nı da fikre yaslanarak kazanır.

[2] Paul Valery, Şiir Sanatı, çev. Ahmet Ölmez, Ketebe Yayınları, 2020, 184.

[3] Bu çok bilindik hareketin bir sınırının olup olmadığı meselesi üzerine ayrıca tartışmak gerekir.

[4] Vermeulen ve Van Den Akker’den aktaran Müge Ersan, “Meta-Modernizm ve İronik Dilin Samimiyeti”, 2020, https://uretimhane.com.tr/meta-modernizm-ve-ironik-dilin-samimiyeti/, erişim: (20.05.2024).

[5] Bu yargı, şiirin “sözcüklerle” meydana gelen bir ifade yöntemi olarak değerlendirilmesini onun varoluşunun koşulu sayar. O halde diyebilirim ki: Konvansiyonel olanı sahiplenmek ile onun dışına çıkmanın yöntemlerini bulmak arasında salınmaktayım.

[6] Hasan Bülent Kahraman, “Güzellik güncel sanatın neresinde?”, 2024, https://www.k24kitap.org/guzellik-guncel-sanatin-neresinde-4626, erişim: (20.05.2024).

Visited 86 times, 1 visit(s) today
Close