Yazar: 13:01 İnceleme, Okuma Grubu

“Bir Muharrir Bir Ansiklopedist”: Ahmet Mithat Efendi

1.Bölüm Tanzimat Edebiyatına Genel Bakış

Oldukça uzak geçmişe ve derin köklere dayanan edebiyatımız 1860-1895 yıllarında gerek dünyanın gerek dönemin siyasi ve toplumsal değişimine bağlı olarak yeni bir yola girmiştir. Dünya yeni fikir akımlarının cereyanı ile çehre değiştirirken bizde de bazı fikir insanları buna kayıtsız kalamamış, daha fazla geriye gitmemek adına birtakım uyanışların bu yollarla sağlanması gerektiğine inanmıştır. İşte bu inanç doğrultusunda Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal’in Türk edebiyatının bazı temellerine bağlı kalmak koşulu ile özellikle Fransız edebiyatından esinlenerek başlattığı bu edebi hareketi değerli birçok düşünür ve kalem takip etmiştir.

Bu hareket, gazetelere makale yazarak, şiir, oyun çevirileri yaparak en fazla da düz yazı alanında halkın anlayacağı dille yazılmış eserler ortaya koyarak hız kazanmıştır. Bu hızlı ilerlemenin dönemin siyasi ve toplumsal değişimi ile yakından ilgisi olduğu kadar dönemin siyasi ve toplumsal değişimine hız ve yön veren tarafı da vardır. Karşılıklı beslenme hali… Bu sancılı süreçlerde bazı kalemler siyasi birtakım nedenlerden sürgün, men gibi cezalara çarptırılsa da bu onlara daha kuvvetli bir azim ile üretme arzusu katmıştır. Tanzimat edebiyatı olarak belirttiğimiz yazın hayatımıza şu üç maddede vücut verilmeye çalışılmıştır:

  • Eski edebiyatın yerine toplum hayatıyla büyük ölçüde ilgili yenilikçi bir edebiyat getirmek.
  • Sade dille “halka halkın diliyle hitap ederek “ yeni edebiyatı, fikirleri, siyasi ve toplumsal olayları millete anlatmak .
  • Milliyet duygusu, vatan sevgisi, hürriyet aşkı gibi duyguları millete anımsatarak bu duyguların uyanmasını sağlamak.

Bu düşüncelerle başlangıç yapan fikir ve sanat adamlarının bunları bir anda tastamam gerçekleştirdiklerini söyleyemeyeceğiz elbette lakin daha öncesinde yazın hayatımızda yer almayan yeni türlerin gerek çeviri gerek taklit gerek gayret doğrultusunda denenmesi, ortaya konması bakımından takdire değerdir.

Bu yazımızda Tanzimat Dönemi’nin kalemce belki de en gayretkeş ve üretken ismi olan Ahmet Mithat Efendi’ye “Çingene” adlı romanı üzerinden bir bakış atmış olacağız.

2. Bölüm Bir Muharrir Bir Ansiklopedist: Ahmet Mithat Efendi

Tanzimat yazarlarının pek çoğu ilimlerini yalnız bir dalda ifade etmekle kalmayıp edebiyatın ve politikanın çeşitli alanlarında çalışmaktan büyük zevk duymuşlardır. Hatta bu konuda gizliden veya açık rekabet etmekten de geride durmamışlardır.  “…Fakat Tanzimat Devri’nde ilmin, fennin ve edebiyatın hemen her sahasında yazılar yazarak, bu yazıları ‘halk diliyle halkın zevkine göre’ ayarlayan, halk için faydalı ansiklopedist, büyük muharrir Ahmet Mithat Efendi’dir.[1]

Ahmet Mithat Efendi 17 Temmuz(?) 1844’ te İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babasını küçük yaşta kaybedince bir süre başıboş bir çocukluk geçirse de annesi ile gittiği yerlerde eğitimini tamamlamış ve yaşamına etki eden birçok önemli kişi ile yolları kesişmiş, kâtip olarak başladığı görevi süresince çeşitli yazılar kaleme almıştır. Onun Batı kültür ve edebiyatı ile daha yakından ilgilenmesini de Osman Hamdi Bey sağlamıştır. Bir süre sonra ailesine bakma yükümlülüğünü üstlenen Ahmet Mithat Efendi, İstanbul’a dönerek kendi evinde kurduğu küçük matbaada hayatını yazı işlerine adamıştır. O yıllarda birtakım gazetelerde başyazarlık yapması onun “yazı makinesi” olarak anılmasına neden olmuştur.

Dağarcık” adlı mecmuada yazdığı “Dıvardan Bir Sada” adlı yazısı nedeniyle dinsizlikle itham edilmiştir. Haksız yere sürgüne gönderilmenin ağırına gittiği Ahmet Mithat Efendi kısa sürede toparlanıp yazı hayatına sürgünde de devam etmiştir.” Alfabe kitaplarından başlayarak, tarih, coğrafya, kimya, biyoloji, İktisat, hukuk, dil ve edebiyat gibi birçok sahada yazılar yazarak geniş bir halk kitlesinin nice ihtiyaçlarına cevap verecek kadar çok yazan, o ölçüde çalışkan ve idealist bir halk muharriri daha yetişmiş değildir.[2]

Ahmet Mithat Efendi; hemen her konuda okumuş, okuduklarını hemen okuyucusuna aktarmak istemiştir. Bu, sayıca fazla ve hızlı eser ortaya koyma telaşı onun eserlerini derinlik ve edebi değer bakımından çağdaşlarına kıyasla zayıf bırakmıştır. Onun derdi her şeyden çok öğretmektir.

Mithat Efendi, muasırları arasında ‘Feylesof’ tanınırdı. İzzet-i nefsini okşayan bu unvana kendisi de inanmıştı. Nefsine karşı büyük bir itimadı ona durmaksızın yanılmıyorsun diyen masum bir mantığı vardı. Bu itimatla âdeta düşünmeksizin felsefe yapmaya ve tasarlamadan yazmaya kendini mezun hissederdi. Bunun için her kitabında bir parçayı çok şişkin, ötekini cılız bırakan göze çarpar bir ölçüsüzlük vardır.[3]

Didaktik yanı ağır basan Ahmet Mithat Efendi, öykülerinde bu duygusuna çokça yenilir ve öykünün çeşitli yerlerinde esere dahil olur. Bir bakarsınız konu akışı kesintiye uğramış, söz gelimi müzik eğitimi alan bir çingene kızı eline kemanı aldığı an, araya girerek kısaca enstrümanı tanıtıp nota bilgisi hakkında okura bilgi vererek “tekrar kaldığımız yere dönelim,” der. Eserin nakli sırasında yazarın araya girmesi, geçen zamanı ifade etmesi, geleceğe dair olacakları açık şekilde ifade etmesi, okur adına düşünmesi; okurun hayal gücüne yer bırakmayan, yazarın çizdiği yoldan sapmadan ilerlenen bir okumaya neden olur ki Ahmet Mithat Efendi’nin amacı da sanat yapmaktan çok budur. Aşağıda “Çingene “adlı romandan alınan kesitler bunun birer örneği niteliğindedir.

…Bu örnek konuşmanın neticesinde çıkan kararı da bize gösterir. O da Davut Bey, Şems Hikmet Bey’i pek sevdiğinden muhabbetinin zoruyla bu sırrına ortak olacaksa da Ziba hakkındaki hevesini mümkün değil tasvip edemeyeceğidir.[4]

…Hikâyemin ilk bölümleri buraya kadar bu şekilde genişçe anlatıldıktan sonra artık sonuca doğru okurlarımın okumalarını hızlandırabilirim…[5]

Ahmet Mithat Efendi; bir süre sonra akışı kesen, okurla âdeta senli benli konuşan üslubunun üstünde eserlere geçen okurlar tarafından pek ilgi görmemiş ve bu onda derin bir üzüntü yaratmıştır. Bundan üzüntü duymakla birlikte durumu olgunlukla karşılayıp yazmaya devam etmişse de dil ve sanat anlayışlarını kendi düşünce yapısına oldukça ters bulduğu Servetifünun şairlerini “dekadanlık”la itham etmekten de geri durmamıştır.

Hayatta gördüğü her şeyden bir öykü malzemesi çıkaran Ahmet Mithat Efendi’nin işlek zihni, halka mâl edilmiş sade dili de göze çarpar. Toplumun her kesiminden ve milliyetinden yer alan insanlara toplumsal, etnik, ahlaki, gelenek, görenek vb. birçok yönden değinmesi bize günümüz okumalarında canlı ve renkli bir tarih atlası sunar âdeta. Bu yazımızın üçüncü bölümünde ele alacağımız “Çingene “ adlı romanı da bunun bir örneğini temsil eder. Romantik akım etkisinde yazan yazarın Realist tarzda yazma denemeleri olsa da bu konuda diğer eserleri kadar başarılı olamadığını söyleyebiliriz.

Özetle Ahmet Mithat Efendi, Batılı anlamdaki yazın hayatımızın kendini özgü tarzıyla halk için sanata kendini adamış, birçok türde eser vermiş, dönemin en üretken ve en didaktik kalemi olarak edebiyat tarihimize geçmiştir.

3. Bölüm “Çingene” Romanına Bir Bakış

Ahmet Mithat Efendi’nin 24 eserlik Letaif-i Rivayat adlı serinin on beşinci kitabı olan Çingene ilk olarak 1887 tarihinde tefrika edilmiş ve yine aynı yıl kitap olarak basılmıştır. Eserde arkadaşları ile Kâğıthane mevkiinde bir kır eğlentisine giden Şems Hikmet Bey’in görür görmez âşık olduğu Ziba adında bir çingene kızını eğitme amacı ve yolculuğu işlenmektedir.

Dönemin anlayışına daha çok toplumsal ve etnik değerler açısından baktığımız eserde yazar iki ayrı kutba böldüğü roman karakterleri arasında bir fikir tartışması yaratıyor. Yine bu tartışmada o dönemde çingenelere bakış açısını da görüyoruz. Burada ruhu ve düşünceleri ikiye bölünmüş olan Şems Hikmet Bey’i amacında, ayakta tutan aşk duygusu oluyor. Yine de aşkın bir noktada geriye düşmeye başladığı eserde öyle seziyorum ki yazarın öğretici kimliği başkahraman Şems Hikmet Bey’e yüklenerek eğitim mi soy mu ikileminde eğitim üzerindeki ısrarına götürüyor bizi.

Şems Hikmet Bey, küçük yaşta babasız kalmış -tıpkı Ahmet Mithat Efendi gibi-, annesinin iyi terbiyesinden geçmiş varlıklı, akıllı ve efendi bir gençtir. Yarenlik ettiği dostları da öyle başıboş, ayaktakımı kimseler olmayıp musiki erbabı, nakkaş, edip kimselerdir. Fakat gönül bu, severken seçim yapmıyor. Güzel ve oldukça akıllı olan, gelecek vadeden çingene kızı Ziba da Şems Hikmet Bey’in gönül payına düşüyor fakat Şems Hikmet Bey de durumun imkânsızlığının ayırdında olarak bu güzel ve akıllı kızın iyi bir eğitimle bir hanımefendiye dönüşeceğini ümit ederek birtakım girişimlerde bulunuyor. Tabii sonucun nereye vardığını, nasıl geliştiğini okurların merakına bırakmakla birlikte Ahmet Mithat Efendi’nin artık onunla anılan tarzını, üslubunu bu eserinde de gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Özellikle fikir alışverişlerinin olduğu bölümlerde yazarın öğreticiliğinin baskın tarafı hemen hissediliyor. Yine akışı keserek araya dahil olduğu bölümler diğer eserlerinde olduğu gibi burada da kendini gösteriyor. Modern edebiyat anlayışlarınca teknik kusur sayılan bu yazış tarzı, o dönemin türü yeni kavrama ve türün ilk örnekleri olması bakımından hoş görülebiliyor. Romantik akım etkisi ile yazılan eserde duygular perde perde yükselmekte; korku, endişe, düşünceli bir ruh hali, dramatik sonlar, iyiler saf iyi yanları ile okura verilmektedir. Eserin bazı bölümlerinde gözleme dayalı betimsel ifadelere yer verilse de bunlara da çokça duyguların karıştığını, yazarın çeşitli müdahalelerine uğradığını görmekteyiz. Dönemin dil anlayışı göz önünde bulundurulursa halk dili ile sade ve anlaşılır yazıldığını, deyimler, atasözlerine de sıkça yer verildiğini söyleyebiliriz.

Bu seçkin eseri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Ömer Aslan tarafından yapılan uyarlaması ile okuyabilirsiniz. Sözü, Ahmet Mithat Efendi’nin cümleleriyle bitirirken keyifli okumalar dileriz:

 “…Dünyanın hali böyledir. İnsan bir şeyde iyilik görmeye çalışırsa mutlaka görülecek fenalıkları görmezlikten gelerek gözleri hep iyilikleri göreceği gibi şayet bir şeyde fenalık bulmaya çalışacak olsa o şeydeki iyiliklerin hiçbirini göremez. Her ne görse hep fena olarak kabul eder…[6]

“…Medeni kurallar, herkesin kendi evinde söz sahibi olup onun haricine karışmamasını gerektirdiği halde bizim medeniyet anlayışımız gereğince biz hepimiz mahalle kethüdası kesiliriz. Herkesin evine karışırız. Hatta bazılarımız kendi evine karıştığından fazla başkalarının evine karışmakla meşgul olur. O kadar ki başkalarının evlerinde bulup düzeltilmesine lüzum gördüğü kusurları kendi evinde de arayıp bularak düzeltmiş olsa evinin pek mükemmel bir ev olacağı belliyken, böyle faydalı bir şekilde meşgul olmayı da beyhude yere uğraşanlarımız pek çoktur…”[7]

KAYNAKÇA


[1]   Nihat Sami BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 2, MEB Yayınları, Sayfa 964.

[2] Nihat Sami BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 2, MEB Yayınları, Sayfa 965.

[3] Cenap Şahabettin, Ahmet Mithat ve Asârı, Servet-i Fünûn, Kanun-ı Evvel 1924, Sayı 6-1480.

[4]  Ahmet Mithat Efendi, Çingene, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, sayfa 58.

[5] Ahmet Mithat Efendi, Çingene, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, sayfa 64.

[6] Ahmet Mithat Efendi, Çingene, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, sayfa 60.

[7] Ahmet Mithat Efendi, Çingene, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, sayfa 63.

Visited 80 times, 1 visit(s) today
Close