“Kötü günlerde yanında olanlar unutulmaz” lafı safi yalandır. Ya da bunun benim için geçerliliği yok. Çünkü hep kötü gün dostu oldum ve iyi günlere erişildiğinde unutulan ilk ben oldum. Eş-dost, zorluklarla cebelleşip takvimin gerisinde bıraktıkları günlerde beni de bıraktılar. Ama kullanılmaya göz yumduğum sanılmasın; acıları soğurmayı görev edindiğimden. Kimseye kırgınlığım yok. Bu satırlara denk gelip okurlarsa yanlış anlaşılmak istemem. Ki, nezaketen kutlamalarda, sevinç baharlarında, zafer sarhoşluklarında da yerimi aldım; muameleden orada olduğumu bilerek. Yıllar geçerken fotoğrafların en flu yerlerine denk getirdim varlığımı.
Halı altına süpürülemeyecek olan şudur; başkalarının acı hatıralar arasında eriyorum. Geriye dönük okuma gerektirmeyen, altı çizilmeye gerek duyulmamış üstü kapalı metinler gibi.
Peki ya sen? Kalbimin sol anahtarı bana hiç dokunmayan ellerindi. Şimdi, her şarkının melodisi biraz kaçık. Tüm notalar ikinci çizginin ya altında ya üstünde. Sağırların sesleri kadar yersiz, yurtsuz. Sahi şuan en çok senin ne yaptığını bilmek isterdim.
İlk yumruğu kasıklarına yediysen gardını alacağın yer bellidir. Bakma, hayat bazen bel altı oynar. İlk sancıyı tattığın yer kalbinse en iyi savunma ölü taklididir. Son zamanlarda romantik takılıyorum. Aklımda hep hangi kadına söylendiği belirsiz aşk sözleri var. Sermayesi hissiyatlarının coşkusu olanlara bu çok görülmemeli kanımca. Kaderim yeterince realist zaten.
Rüyalarım, gün içinde kafaya taktıklarımın imgeleriyle dolu. Canım hep sıkkın ve kendimi “unutulmuş çaresizlik” ten alıkoyma adına hatırladığım insanlar, çoktandır görmediğim, arayıp soramadıklarım oluyor. Mesela Zeynep. Beşinci sınıftayken sınıf listesinin sonunda peş peşe altı tane yeni isim gördük. İlk gün okula gelmediler. Babaları yeni tayin olan memurların çocuklarıydılar. Beşi erkek biri kızdı yeni öğrencilerin. İlk teneffüste erkekler yeni gelen kızın tasvirini kafasında kuruyordu. Kızlar ise başarısını ve güzelliğini tahmin etmeye çalışıyorlardı. En mutlu Hasan’dı. Çünkü yeni eklenen sıralarla onun yanı boş kalıyordu. Ertesi gün Zeynep ve diğerleri sınıfa girince öğretmenimiz, onları bize tanıtarak hoş geldiniz dememizi söyledi. Arka sıralara doğru ilerlerlerken çıkan uğultuyu birkaç tebeşir atışıyla bastırdı. İlk otorite böyle olunca gel de 1 Mayıs’a katılma. Ercan hariç sınıftaki tüm öğrenciler Zeynep’e oracıkta âşık olduk. Bilmiyorum, ya yeni olmasından ya da sınıfın en güzeli Aslı’dan kat kat güzel olmasından, hatta ve hatta giyinişinin şık olmasından belki. E şıkkı hepsi. İnşallah Zeynep de Ercan’a âşık olmaz diye düşündüm. İki erkek bir kadın tamamdı ama on dört erkek ağır kaçabilirdi.
Zeynep, kendini tanıtırken İstanbullu olduğunu söylemişti. Evimizin duvarındaki takvimde Kız Kulesi resmi vardı. İstanbul, gözümde o kuleyle canlanır hala. Gitmek nasip olmadı. İlk teneffüste tanışmaya başladık yeni çocuklarla. Erkeklerin bir kısmı, yeni gelen erkekleri sınıf takımına alabilmek için beden eğitimini beklediler. Zeynep’le konuşmaya hemen cesaret edemedik. Kızlarsa daha ilk teneffüste aralarına aldılar onu.
“İstanbul’un neresindensin?” diye sordum. Omzunun üzerinden baktı. Arkasına döndü. Mavi önlüğünün yakasındaki dantellere gözüm kaymıştı. Kenarlarında çizgi kahraman çıkartması dikilmiş yakalıklardandı. Annem benimkine Türk bayrağı dikmişti. Hâlbuki “Ben10” li olsun istemiştim. Aceleyle “Zeytinburnu” diyerek kızların arasına karışmıştı. Çekiniyordu bizden.
İlk dönem bitmesine yakın öğretmenimiz beden eğitimini haftada dört derse çıkarmıştı. Bu hafta içinde girişilecek dört seanslık, sayısız kavga demekti. Futbolda çalımlar, artık filesiz kaleleri delmek için değil, Zeynep’i etkilemek içindi. Çinçan oynarken mandalina atıştıran Zeynep için, koyu kahverengi gözleri olan, küçük biçimli burnu, tatlı esmer teni için, balık sırtı saçları için, dizilerde teorik olarak bildiğimiz öpüşmelerin, minnacık ağzına kondurabilme hayalleri adına…
Benim de Zeynep’e âşık olduğumu söylememe gerek yoktur sanırım. Bir gün Zeynep’in önünde ittirilme davasında çıkan kavgaya katılmak istedim. Fakat nasıl olduysa beden eğitimi dersini unutmuştum. Eşofmanlarımı getirmediydim. Önlüğüm, yeni ütülenmiş pantolonum kirlenmesin diye kavgaya dâhil olmadım. Kerem’le Ramazan, bilgisayar sınıfında tartıştıktan sonra yarı husumetli sayılırlardı. Sille tokat dövüşürken kimse ayırmadı. Kerem, Smack Down’da öğrendiği hareketleri de işin içine sokunca. Ramazan’ın kafası yarıldı. Ramazan’ı öğretmenimiz hastaneye götürürken Kerem sinir krizi geçirip bayıldı. Ya da numara yaptı. Gözüm ilk Zeynep’i aradı. Yüzünde kaygı aradım fakat daha çok yeni yaşanmış olayın çocuksu aymazlığıyla dudağının kenarını ısırdı. Yerdeki kan göletine uzun süre baktıktan sonra dağıldık. Acaba Ramazan ölür müydü? Kerem çocuk hapishanesine gider miydi? En iyi arkadaşım Arif’le bunları düşündük.
Zeynep, pembe okul çantasını tekerlekleri üzerinde sürüyerek çıkış kapısına gitti. Uzun boylu, filmlerdeki gibi takım elbiseli, geniş omuzlu kelce bir adam onu hemen karşıladı. Eğilip öptü, elinden tutarak caddenin karşısına geçirdi. Şimdi hatırladığım arabanın modeli değil. Fiyakası karşısında, çizmelerime kayan gözlerim ve incinen onurum. Bizim arabamız yoktu. Sadece abimin mobileti vardı. Babamı da işe servis götürürdü. Görkemli Elmalı Dağı’nın yamacındaki kerpiç evimizin ortasından çatlak camından dışarı ümitsizce bakmıştım. Zeyneplerin kesin pimapeni vardı.
Zeynep’in eteklerinin etrafında tüm duyularımızın keskinleştiği 5/A erkekleri, eğitim öğretim yılını bitirdik. O yaz babamla sanayide çalıştım. Üç ay geçti, okul tekrar açıldı. Biriktirdiğim paralarla “tüm dersler” kitabı aldım. Artık ortaokullu olmuştum ve müfredatın aşka dair vereceği ders yoktu. Kendi göbeğimi kendim kesecektim. Anılar silsilesinin arası sisli olsa da, Zeynep’le 6/A’ya dair hatırladığım çok şey var.
Elmalı, Antalya’nın en soğuk ilçesidir. Okula giden yolum ise Zeynep’e en uzak olanıdır. Hala okuyorum ama ne Zeynep’e ne de başkasına gidemiyorum. En sevdiğim ders Türkçeydi. Ali Hoca yılın en çok okuyanı olarak beni seçmişti. İstiklal Marşı töreninden sonra okul müdüründen hediyemi alırken onun gözlerinin içine baktım. Hayatımda ilk ve son kez alkışlandım. Yediğim zılgıtların hesabı oracıkta Zeynep’in eldivenli ellerinden çıkan boğuk alkış seslerinin arasında kapandı.
Aslında hep Zeynep’ten bahsetmem çocukluk arkadaşlarıma haksızlık sayılır. Artık “öğretmenimin” yerini “hocam” almıştı. Onur diye bir arkadaşımız vardı. Tanıdığım en fırlama insan olabilir. İlk kez Fen dersine giriyorduk. Fen Hocası kemik torbasına benziyordu. Konuşması da tuhaftı. O zamanlar Yüzüklerin Efendisi’ni izleseydim Gollum gibi konuşuyordu diyebilirim. Çok da sert bir adamdı. Lakaytlıktan nefret ederdi. Biz zil çalsa da içimizde tuttuğumuz kahkahayı patlatsak diye beklerdik. Üstüne eşeyli üremeyi gösteren kitap resimleri de karşımıza çıkmaz mıydı? Laboratuarın en şanslısı Onur’du. Bizim piç Onur. Zeynep’le yan yana denk gelmişti. Dikkatimi derse veremedim. Gözüm hep Onurdaydı. Ara sıra eğilip fısıldayarak konuşmaya çalışıyordu. Zeynepçiğim benim, yanında bir tacizciyle ders dinlemeye çalışıyordu. Hem de kadın ruhundan zerre anlamayan Onur’la. Tek başarısı en uzağa tükürmek olan Onur… Hâlbuki ders notları çok yüksekti Zeynep’in. Sınıfın üçüncüsüydü. Bu manyak herif güzelim kızcağızın şimdiki zamanını çaldığı yetmezmiş gibi geleceğine de göz dikmişti. Bana da teneffüste meydan okuyup, Onur’un gelmişini geçmişini sikmek düşmüştü. Fen Hocası, okunan metne kalındığı yerden devam etmemi istedi. Başımı utançla eğdim. Yediğim tonlarca azarı kulaklarım tıkalı dinledim. Sonra yeni boyanmış kundura görüş alanıma girdi. Hala yüzüne bakamıyordum hocanın. İnce uzun, kemikli elleri fizik kurallarının verdiği yetkiye dayanarak gerildi. A noktasından hareket eden tokat B noktasında olmayı becerememiş suratımı yalayıp geçti. Termodinamiği daha çok utançtan kızaran yüzümde deneyimledim.
Çıkışta Onur’u bekledim. Gelmedi. Biriktirdiğim öfkemi kusacaktım. Osman’ın ona kafa attığını duydum. Herkes olay yerine intikal etti. Laboratuarda tek başıma oturarak deney tüplerinin olduğu masayla kalorifer arasına sıkışmış iskelete baktım. Rahmetli dedem aklıma geldi. Acaba o da mı bu hale gelmişti. Kafatasından, kaburgaya kadar numaralanmış kemiklerin arasından ölümü andıran beyaz boşluğu seyre daldım. Onur aklıma geldi aniden. İçimde öfkeden zerre kalmamıştı. Bir iskelet bana ölümün fragmanı oldu. İnsanlar ölüyordu. Ana haber bültenlerindeki “yan baktı diye bıçakladı” “Kız kavgası kanlı bitti” başlıkları şimşek misali gözümün önünden geçti.
Aniden yüreğimin burkulduğunu hissettim. Onur’un ağzı yüzü kanlı evine gidişini tahayyül ettim. Ya ölseydi? Yediği kafa darbesiyle başını vurup iç kanama geçirseydi. Sınıf arkadaşlarımı seviyordum. Çünkü semt okuluydu bizimkisi. Hepimiz aynı yoksulluğu kenarından kemiriyorduk. Onur’un babası yoktu. Annesi sütçüydü ve kıt kanaat geçiniyorlardı. O kadının oğlu ölse nasıl katlanırdı bu hayata? Dipnot: Çocukların ilerde OKB hastası ya da panik atak olmasını istemiyorsanız Kemalettin Tuğcu okutmayın.
Eve gidince ders çalışmadım. Uzun uzun düşündüm. Buna bir son vermeliydik. “Kendine gel 6/A!” Tom Sawyer okurken uyuyakalmıştım. Rüyamda hepimiz yaramaz Tom’un şekliyle Zeynep’in etrafında halka oluşturmuş ona tapınıyorduk. Bildiğin “Zeynep Ayini” yapıyorduk. Zeynep bana doğru yürürken uyandım.
Sınıfın erkekleri kalorifer dairesinde kümelenmiş söyleyeceklerimi bekliyorlardı. Sınıf başkanı olmadığım halde milleti topladıysam önemli olmalıydı. Onur’un burnunda tampon vardı. Osman, Onur’a bakmıyordu. Ayağıyla huzursuzca kömür parçalarını eziyordu.
“Altı senedir beraber okuyoruz.” Durup, kaypaklaşan suratları inceledim. Ciddi bakışlarımdan etkilenmişlerdi. “Üzerimizdeki üniformalar değişti. Ama derdimiz hala aynı. Kim olduğunu biliyorsunuz. Ben de ona aşığım. Arif de. Burak, Ramazan… Onur dün onun için burnunu çatlattı. Osman, başka sebep olsa vurur muydu? Ne yalan atayım Zeynep’e o kadar yakınlaşınca içimden Onur’a uçan tekme atmak geçti. Arkadaşlar ben bunun için birbirimizi kırmamız gerektiğine inanmıyorum. Hem ne demişler, sevgi paylaştıkça çoğalır. Geçen kış hepimiz harçlığımızla Hatice’ye bot almadık mı? Bu sefer de hep beraber aşk sancısı çekelim, nedir ki yani? Abim hep dostluğun aşktan daha önemli olduğunu söyler. Aşağı yukarı hepinizin aile yapısını biliyorum. Hanginizin anası-babası alıp karşısına sizinle böyle konuştu. Fakat ben sizleri önemsiyorum. Eğer biriniz bile benden nefret edecekseniz vazgeçiyorum Zeynep’ten.”
Sustular. Ardından Osman komik bir hüngürdemeyle Onur’a sarıldı. Onur da ağladı. Çocukken affedebilmek ne kadar kolay. Çocuklara affetmeyi öğretin. Büyüyünce geç kalıyoruz. Duygularımız kaskatı oluyor.
Biz 6/A nın erkekleri sarmaş dolaş koridorda gülüştük. Onlara rüyamı anlattım. İfadeleri belirsizleşti. Sonra duydum ki Onur’la Osman sahiden ayin yapmışlar teknoloji tasarım sınıfında. Din hocası haşlamış bunları. İbrahim Peygamber’in menkıbelerini anlatmış uzunca. Futbol takımı kurduk. Kaptan seçildim. Zeynep belki hiç sevmedi beni ama arkadaşlarım liseye kadar saygı duydular. Kimse Zeynep’e yazılmayacağına dair gizli bir yemin etmişti. Sevmek serbestti lakin sahip olmaya çalışmak yasaktı. Yasağı ilk çiğneyen yine ben oldum.
6/A sınıfı erkeklerinin aşkı, sensörlü ışıklarla mücadele eden patlak sarı bir ampuldü. Hademe sarı ampulü çöpe atarsa, sarkmış kablodan çocukluğumuz intihar edecekti. Hayatımızdaki boşluğu nesnelerle doldururuz. Keşfetmişiz artık katı maddelerin atom sıklığını.
İlk kez Zeynep’i ağlarken gördüğümde büyüdüğümü hissettim. Ders yine Fendi. Canlıların evrelerini işliyorduk. Bir adam daha on ikilik bebelere neden ölüm içgüdüsüyle yaşlıların eşya biriktirme huyunu anlatırdı ki? İkinci gözyaşı düşmeden ayağa kalktım. (G)usül nedir bilmediğim, abdestsiz duygularımla haykırdım. “Lütfen ağlama!” Öylesine ağladım ki; eminim Zeynep’in ilk terk edilişine kadarki açığını kapatmışımdır. “Bizim çocuklara söz verdim. Ağlarsan sana hepten aşık olacağım.” Islanan yüzümle dışarı çıktım, hocadan izin almadan. Kendimi sahiden büyümüş hissettim. Şimdi düşününce ne kadar yanılmış olduğumu anlıyorum.
Zeynep’in ninesi öldü. Sonra tayinleri çıktı gittiler. Ne cenazeye gidebildim ne de vedalaşabildim.
Geçen gün Ramazan’la yolda karşılaştık. Kafasında Kerem’in bıraktığı sekiz dikişlik ize gözüm kaydı. O da fark etti. Güldük. Birahaneye gittik. Ne var ne yoksa konuştuk. Hala “Zeynep Ayini” yapmak istiyormuş zaman zaman.
- Oradasınız Biliyorum - 19 Mayıs 2021
- Düz Adam ve İşe Yaramazlığı - 14 Şubat 2021
- Zeynep Ayini - 13 Ocak 2021