Yazar: 14:46 Öykü

Yolda

Bir seziş üzerinden, yok olmak ihtimalini geliştiren, büyüten; onu kabul gören, ihtimal olmaktan çıkarıp netlikle savunan ışık yanıvermişti kafasında. ‘’Evet, yok olacağım!  Necmi, yok olacaksın! Tüyün dahi kalmamacasına bitip tükeneceksin.’’

Necmi berjerde kaykılmış, biraz da yan durarak televizyondaki görüntüleri izliyor. Televizyon, onun şimdi gözlerini diktiği bir kuyu gibi. Derin, sabit; durağan bir şeye dönüşmüş bir boşluk. Aradığı izleğe kavuşamamış birinin zamanı kovmak, ondan kaçmak, çıkmak için yegâne tesellisi olan bir araç. Koltukla bütünleşen bedenin berjerde durduğu an, bir örtü kadar sade bir anlama indirgenmiş.

Necmi, saatler sonra uyandı. Yeniden doğmaya benzer bir sakinliğin yanı sıra etrafını hızla kavrama duygusu içinde kabarıyordu. Kumandayı almadan televizyona ilerledi, duvarda takılı kabloyu çekti. Televizyon kapandı. Kapanan televizyon anlamlandı. Konumu Necmi’ye, varlığına doğru bilinç yüklenerek geldi. Ellerini yokladı, avuç içindeki çizgileri inceledi. Yumruk yapıp bıraktı ellerini. Sıkılı yumruklarında kendini duydu. Yumruğunu gören gözleri, gördüklerini anlamlandıran beynini fark etti.

“İnsanı uyutuyorlar,” dedi Necmi. Dışarıya çıkıp orada daha çok farkına varacağı şeyler bulma ümidini taşıdı içinde. Sarı tosbağa otomobiline bindi. Kelebek camını açtı. Giderken yüzüne değen serinlik, onu yağmuru, yeli eksik olmayan yaylasına doğru yolladı.

 Ot toplayıp balya yaptıkları yazlara gitti. Arkadaşlarıyla balyaların altına sakladıkları sapanla vurulmuş kertenkelelerin desenli derilerine, birbirlerinden üttükleri renk renk bilyelere, serum lastiklerine gitti. Anlamını, işlevini olarak bilmedikleri şey o zamanların meşhur sapan lastiğiydi. Balyaları üst üste dizerek oluşturdukları kalelerde renkli kâğıtları birleştirerek yaptıkları takım bayrakları dalgalanırdı. Bazen iki kale arasındaki su püskürtme oyunu başka bir gün dört takımın ikili müttefikler kurarak kapıştıkları değnekten okların don lastiklerinden yaylardan fırlatıldığı büyük bir savaş arenasına dönerdi. Kaleler alınır, kaleler kaybedilirdi. Bazen hainlik eden birisi düşman safına geçerdi. Sap saman içinde kalmış kafalar, saatler sonra köyün çeşmesinde suya tutulur, yıkanırdı. Bu bir çocuk açısından güçlü oluşu, varlığı duyumsatıyordu.

Necmi, sarı tosbağasını sürdüğü otobanda; ince, anlamsız bir çizgiye kurulup bırakılmış bir oyuncak  gibi duyumsuyordu kendisini. Yanında hızla dönüp ardında kalan geniş boşluk; bütünlüğünü zedeleyen, anlamını çalan, geçtikçe gene önünde çoğalan sis içerisinde bir yolculuktu.

Necmi, sarı tosbağasını kenara çekti. Navigasyonda sinyalin kaybolduğunu, yeniden konum belirlemek gerektiğini söyleyen ince bir kadın sesi, dörtlüleri yanan aracın tik tak sesine şarkı sözü gibi konuyor, bu ritim sürüyordu. Navigasyonun sesi, Necmi’nin haritayı kurcalayan ellerinden daha gerçek duruyordu. Necmi etrafındaki buğday tarlasına dönüp işedi. Arkasından araçlar geçip gidiyordu iki yönde de. Ben işiyorsam, dalgalanan sarı buğday başakları gözlerimin önünde seriliyse, yeniden doğmaya az kaldı diye geçiriyordu havsalasında.

Gideceği yer, var olacağını yeniden kanıtlayacağı yerdi. İçsel yolculuğunu gerçek bir yolculuğun içinde arayıp bulmaya karar vermişti Necmi. Yok olmanın korkunçluğunu düşündüğü günden beri, bulunduğu andan gerilere doğru onlarca farklı uzunluklarda, farklı düzlük ve kıvraklıkta yollar gitmişti. Patikalar da olmuştu, vadiler de, derin ırmakların kestiği yollar da…  Kaybettiklerinin iki metrelik bir çukurda kaldıkları düşüncesi ve üzerlerinin yazılı betonlarla kapalı olması, orada gerçekliğin, var olmanın bitemeyeceğini düşünmesine neden oluyordu. Bu duruma düşmeden evvel, yeniden geri yolculuğa çıkılmalıydı. En güzeli yakın zamanlardaki anılara edilen yolculuklar, bu anılara değinmek olsa da Necmi’yi en çok heyecanlandıran çocukluk coğrafyasına edilecek yolculuktu. Fikren, anlatımlarla edilecek yolculuklardan ziyade kalkıp somut bir varlık olarak oralarda durulabilecek şekilde oralara varmaktı amacı. Bu yolculuğun gayesinde duyduklarını, gördüklerini, hissettiklerini yeniden yaşayabilmek utkusunu barındırıyordu.

Sarı tosbağanın kontağı yeniden çevrildiğinde, navigasyon yeniden yolu hesaplayıp rotayı belirledi. Navigasyonun yapaylığı, sesinin buruşuk hiçliği Necmi’nin gerçek hacminin büyümesine neden oldu. Sarı-kahverengi tarlaların hızlı devinimi, tekrarı Necmi’de sonsuzluk içinde tekrarlandığı fikrini, yokluğun bir gizemle kavi olunduğunu duyumsattı. Yol kenarında koşuşturan kırmızı, kara ve beyaz atların boşluğu, yararak bıraktıkları ses ve görüntü Necmi’yi sarı tosbağayla ardına taktı. Otobandan uzayan iz, çocukluğun ve şimdinin kesişeceği gerçek bir alan olarak kısalıyordu. Var olmamak düşü açılmış, sis dağılmaktaydı.

Editör: Elif Türkoğlu

Turgut Kızıldağ
Latest posts by Turgut Kızıldağ (see all)
Visited 53 times, 1 visit(s) today
Close