Yazar: 18:30 Anlatı

Yine Özür Dilerim

Cezayı tanrının hiddeti sanırdım küçükken. Cezasından korktuğumdan kötülük yapmamaya çalışırdım. İyi bir insan olma isteği vardı içimde elbette. Zaman geçtikçe neyi neden yaptığını bilemiyor, çok da sorgulamıyor insan. Ta ki tanrısına, evrene ve kendine soru sormayı öğrenip, tatmin edici cevaplar bulamayıp, hiddetin asıl kaynağı kendisi olmaya başlayıncaya kadar… 

Anladığımızı sandığımız adlandırılmış fikirlere, ideallere savaş açıyoruz. Kimisi anlamlı geliyor, yine de savaşıyoruz. Kaybı zafer oluyor bu savaşın çünkü doğruluğu temellendirmiş, mantıklı bir fikir topluluğu elde ediyorsun sonunda. Ben bundanım diyeceğin bir sıfat yüklüyor sana ve biraz daha kolaylaştırıyor işini. Kendi tezini defalarca çürütüyorsun, tabii bilgi birikimin ve deneyimin arttıkça. Şimdiki ne deyip, karıştırmaya devam ediyorsun kitapları. Arayışın kısır döngüsü… 

Bir de kurtarıcı beklenilen zamanları var bu büyümeye çalışırken tökezleyenlerin. Öyle bir şey çıkacak ki karşına -bir insan, bir ideoloji, bir plan, bir neden, elle tutulur tutulmaz mantığa dayandırılır, dayandırılmaz bir şey- tek gereken buydu diyebileceksin. Beklediğini kendine bile itiraf etmez insan, o nedenle anlaşılması güçtür.  

Şanslıysan kafanı karıştırıp gidecek o insanlardan girer hayatına. Karışsın zaten karışık olan. Kalabalıktan görünmeyeni önüne getirir, gözünün alışık olduğunu ileri atabildiğini de gösterir. Yani hayatın seçeneklerine de alışmamak gerek öyle. Mümkünse hepsini unutup yeni baştan bulunduğu durumu gözden geçirmeli, seçeneklerini toplumun hazır sunduklarından bağımsız kendine dayandırarak yeniden oluşturmalı diye düşünüyorum. Mümkün olanımız gün geçtikçe azalıyor ama tükenmeyecek oluşuna şüphem yok. 

Pes etmek diye bir şey de yok aklı olan için. Umudun olmadığı anda pes edilir. Umut zorunlu bir varoluşa sahiptir zaten. Kısacası pes etmek gözünün önündekini görmeyenlere, denemeden korkanlara has bir eylemdir. 

Böyle ders verir gibi konuşmaktan pek hoşlanmam fakat sevdiğim birkaç insandan bana kalan alışkanlıklar oldu. Başta bahsettiğim konuya gelirsek iyi bir insan olmak istemi aklımdan çıkmış değil henüz. Fakat etik değerlerimi tanrıya sevdirebilecek miyim emin değilim. Aslına baktım fakat bulamıyorum. Bana biraz esneklik sağlayacağını düşünüyorum. Özel biri olduğumdan değil ama onun bir sırrı var bana ait olandan. Bir o biliyor inancımın ve bağlılığımın hangi temellere ne nedenle bağlandığını.  

Sık sık özür dilerdim önceden, küçük ama bana büyük gibi gelen günahlar yüzünden. Benim için büyük bir vicdan azabı kaynağıydı bu. Çünkü tövbe etmeye de cesaret gösteremezdim. İnsanım sağım solum belli olmaz değil mi? Şimdi sanmıyorum ki tanrı bana bu nedenden sinirlidir. Yine özür dilerim ama kendime olan sözümü tutmayı öğrenemeden kimseye söz veremem. 

Deniyorum en azından. Var olan karakterimden ödün vermeden denemeye çalışıyorum. Yolculuk güzel geliyor tabii aklındakiler de güzelken. Ama güzele odaklı kalamıyorum. Beni çeken karanlığa dur diyemiyorum. Artık pek de sorun etmiyorum. Normal olana uyum sağlamaktansa kendime alışır, uyarım. Bütüne daha yararlı görünüyor. 

Yolculuk güzel de yolu sevmek zorlama bir sevgiye dönüşüyor benim için. Yeni bir yol çizeyim desen, sonunu getirebilir miyim demeden bir başına oluşunu hatırlıyor insan. Kendi yardımına koşmayı bilene kolaydır belki, bilemiyorum. Ama ben ne zamandır yokum ne zaman ihtiyacım olsa kendime. Başka birini istemiyorum. Keşke elimi kendi omzuma vursam, sallasam da kendi kendime geri gelsem. Her gün başka telaşa düşüp kayboluyorum ortadan. 

Şimdilerde yaşanmamış duyguların nöbetini tutuyorum hapishane kapılarında. Yarımları tamamlayan bir yazılım kodlamaya çalışıyorum beynimde. Daha baştan pes ediyorum “tam” nedir tanımlamaya çalışırken. 

Neye, kime “tam” denir? Bütün bir eriğe, bölünmemiş bir ekmeğe ya da bir vazoya mı? Erik yanına tuz gelince, ekmek arasında iki dilim peynirle, vazo içinde bir demet gül ile tam olur bence. Bu yüzden her şey biraz eksik. Hepimiz yaşanmamış bir duygunun özlemini yaşıyoruz. O bilinmeyen ne ise işte tam onun yüzünden yarımız sanıyoruz. 

O, bu, şu gerek bize. Asla yan yana gelemeyecek, ihtimal dışındakilerin mucize doğurmasını bekliyoruz. Bekliyoruz ama istediğimiz o olduğundan değil, imkânsız olduğunu düşündüğümüzden bekliyoruz. Yaşanmayacağını bilmek acı bir huzur veriyor, çünkü gerçekleşse ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri bile yok kimsenin.  

İhtimalleri kendine saklamalı insan unutmadan. Çünkü üzerinde yaşanılması gereken şey gerçekliğin derin sularıdır. Batmayacak bir sandal inşa edip dalgalar, fırtınalar aşmalıdır insan. Dalgayla birlikte sandalına dolan tek şey su olmayacak ama bunu unutuyoruz, unutturuyor zaman. Gerçekler ıslatmışken üstünü başını, bir de hasta olmamaya çalış. Genellemek doğru olmaz ama gerçekler aklı hasta etmek konusunda epey güçlüdür.   

Hepimiz bir miktar deliriyor, yanılıyor ve derin sulara atlamaya korkuyoruz. İnsanoğlu olduğumuzu çok sık hatırlayıp, pek sık unutuyoruz. Bizi biz yaptığı için tama, yarıma, sıfıra küfrediyoruz. Yine bunlardan habersiz mükemmel olanı arıyoruz. 

O kadar da eminiz mükemmelliğe erişmek için gerek olan şeyin düşlediğimiz senaryonun gerçekleşmesi olduğuna. Kendi sınırlarında ve gerçeklerinde gezinmemiş her insan için bu senaryonun devamı düşlenen gibi olmaz ne yazık ki. Kaybın getireceği büyük bir yas dönemi ve buhranla sonuçlanması muhtemel görünüyor. 

Tam ile mükemmeli bir tutmayacağım. İmgeleri farklı şeyler benim dünyamda. Ortaklıkları çok ama. İnsan mükemmel olamayacağı gibi tam da olamıyor mesela. 

İnsan kendini tam hissetse âşık olur muydu? Sanmıyorum ki insan bu kadar basit bir yaratık olsun. Bilmeceyi çözersiniz ama onu gerçekten kavrayabilir misiniz tartışılır. Tamı tanrıya, yarımı aşıklara emanet edip devam mı etmeli? Lilith, Adem’in yarımı almasına izin verir mi?  

Editör: Gizem Bozkurt

Merve Yılmaz
Latest posts by Merve Yılmaz (see all)
Visited 34 times, 1 visit(s) today
Close