“Bizler annemi sustuğunda duymaya başladık.”
Hande Aydın, annesi susanlara ve bir ömür o bir çift dudaktan gelecek bir cümleye hasret kalanlara öyküler yazıyor. Anlattıklarını dinleyecek, sustuklarını fark edecek birilerini bulmanın çabasıyla ömür geçiren insanların varlığını hatırlatıyor öykülerinde. “İster miydim bu kadar yaşamayı?” cümleleriyle hayatın ağırlığını ve ölümün kimileri için olan hafifliğini de hatırlatıyor. Yaşam, ölüm ve yolculuk ekseninde kurgulanan öykülerinde hayatın her bir evresini gözlemleme şansı buluyor okur. Yaşamaktan utananları ve bu utancın ağırlığıyla annesinin sesine hasret kalanları mercek altına alıyor.
Sade bir dil ve sağlam kurgular karşılıyor bizi hemen her öyküsünde. Başarılı bir dil çalışması okuyor olduğumuz bir gerçek. Başarılı bir dilin yanında dildeki zarafeti görüyor olmamız da keza etkileyici bir diğer unsur kitap için. Hayata zarif bir bakışın neticesi de sanırım dildeki zarafet oluyor.
Öykülerde seçilen baskın karakterlerden biri anne. Öykü karakterlerinin anneyle olan ilişkisi hayata bir rota çizmeye yetecek kadar güçlü. Öyle ki karakterler annenin yokluğunda nefessiz kalacak, suskunluğa hapsolacak gibi hissediyor. Diğer yandan annenin varlığını, salt yanlarında öylece duruyor olmasını dahi evde genişçe bir kütüphanenin varlığına benzetiyor. Ana karakter olarak anne ve kütüphaneyle ilişkisi yazarın geri planda kitaplarla olan güçlü bağını da seriyor önümüze. Kitaplarının varlığını anne varlığıyla eşdeğer görecek kadar kıymetli bir okur aynı zamanda.
Hande Aydın sıradan sayılabilecek konuları güçlü bir anlatımla okuruna sunuyor. Unutmaya başlamış, kaybolan ve hayatın içinde boğulan anneleri okurken yakın bir temayı gözlemleyebiliyoruz. Fakat bu gözlemin ışığında her zaman okuduğumuz şeyleri okuyor gibi de hissetmiyoruz ki bu yazarın üslubu açısından kıymetli bir meziyet.
Yazarın merceğine aldığı karakterler de keza yakın sayılabilen karakterler. Mahallemizde görebileceğimiz meczup kılıkları, ağlamaya hazır duygu yüklü insanları, kardeşleri ve güçlü bağlarını okuyoruz. Hayatın bizzat içinde, hemen herkesin evinde, komşusunda, ailesinde görebileceği karakterleri anlatıyor. Okurken kendinizi o evin bir ferdi gibi hissetmeniz kuvvetle muhtemel ki bu da bir diğer başarı benim nezdimde. Ait olduğumuz hikâyeleri okumak ve bu hikâyeleri yazmak genel anlamda Türk öykücülüğü için de kıymetli bir konu başlığı. Öykümüzün gelişme sürecinde bize ait olan karakterleri, acılarımızı, yokluklarımızı, kayboluşlarımızı, eksikliklerimizi, azımızı, çoğumuzu velhasıl yine bizi okuyor ve de yazıyor olmak öykü yolculuğunda saygın bir adım. Hande Aydın öykünün hak ettiği saygın duruşa öykülerinde yer veren bir yazar.
Hayatın içinden yazıyorsak her türlü duygusuna da kucak açmak durumundayız. Yaşam yorgunu insanlara da gidenin ardında kalana da beklemeye mahkûm bırakılana da ardına bakmayana da… Hande Aydın bu çeşitliliğin önemine vakıf yazarlardan.
Yalın bir anlatımla anlatmak istediklerini anlatmakta mahir yazarlarımızdan birini okuyoruz Palas Pandıras’ta. Küçük, kısa cümlelerle vurgulanan duygu başarılı bir şekilde okura geçiyor. Ağdalı cümlelerden, edebiyat yapma yarışından uzak kendi halinde bir dille karşılıyor okurunu Hande Aydın.
Bize de okur olarak yeni hikâyelerini beklemek kalıyor. Yazara yolculuğunda başarılar dileklerimi de buradan iletmek ve bir alıntısıyla yazıma son vermek istiyorum.
“Ben ister miydim bu kadar yaşamayı?”
Hangimiz ister bu kadar yaşamayı bu kadar ağırken dünya yükümüz ve gitmişken gidenler?
Kaynakça
Aydın, Hande, Palas Pandıras, Şule Yayınları, İstanbul 2024.
Editör: Buse Karabulut
- Lacivert - 4 Ağustos 2024
- Yaşamaktan Utananlara Yaşam Kıyısında Bir Bekleyiş: Palas Pandıras - 30 Mart 2024
- Kendini Dolduran Boşluk Ya Da Boşluğun Ağırlığı Üzerine - 1 Aralık 2023