Yazar: 19:43 Öykü

Tüh!

Şehrin yüksek tepelerinden birisindeydi mahallemiz. Tepeyi ortadan ikiye bölen bir nehir vardı. Kıştan kalma kar suları üstünde birikmiş saydam köpüklerle çıldırasıya akıyordu. Hıdırellez bayramıydı, akın akın insanlar doluşmuştu. Ne kadar çok dileği olan insan vardı. Evi olmayanlar, nehrin kenarına küçük taşlardan evler yapıyorlardı. Bekar kızlar, düşledikleri gençlerin isimlerinin yazılı olduğu kâğıtları nehre fırlatıyorlardı. Para dileyenler, iş dileyenler, çocuk dileyenler… Azgın nehir, tüm bu dilekleri toplayıp tanrılarına götürüyordu. Ben ise bir kova ve bıçakla; yemlik, ebe gümeci ve hatmi çiçeği topluyordum. İlkyazın kuru yeli, tenimi pul pul etmişti. Niyazi geldi yanıma, Türkan Teyze’nin oğlu.

“Kız kertenkele! Kuyruğun nerede?” dedi.

Elimdeki bıçağı toprağa sapladım, yerden bir taş alıp ayağa kalktım. “Dur kız dur sinirlenme,  bak sana ne çizdim, al şunu nehre fırlat,  Allah sana da bir kısmet gönderir belki.” Kâğıdı elime sıkıştırıp kaçmaya başladı, açıp baktım, bir kertenkele resmi, taşa sarıp arkasından fırlattım. İsabet ettiremedim, nehrin içine düştü.

On beş sene evvel elimde küçük bir valiz ve diplomamla o lanet mahalleyi, çocukluğumu da içinde bırakarak terk etmiş; bu eve taşınmıştım. Yalnız ve yorgun olduğum gecelerden birinde salonun baca deliğinden katır kutur bir cırnaklama sesi duydum. Her ne ise, bacanın kapağını tırmalıyordu besbelli. Huylandım; sırtım, kafam, suratım kaşınmaya başladı. Derken bacanın küt diye düşen kapağından hop diye zıplayarak karşımda belirdi. Çocukluktan, hayali arkadaşım: süleymancık. Yoksa başka mıydı adı? Her neyse. Küçücük yüzündeki gülümsemenin içinden sımsıkı kenetlediği sivri dişleri görünüyordu. Pörtlek gözleriyle hınzır hınzır bakınca bir kahkaha patlattım. Karşımda durup başladı halay çekmeye. Üç ileri, üç geri. Kuyruğunu yere vura vura. Bir yandan da incecik sesiyle türkü söylüyordu.

“Süleymancık vur yere / O ince kemendini
Oynayalım seninle / Üç ileri üç geri”

Kalktım, oynamaya başladım, çocukken yaptığım gibi. Biraz sonra çok yorulunca kendimi koltuğa attım. “Unuttum her şeyi biliyor musun?” dedim. Cebimden mendilimi çıkarıp burnumu sildim. “O eski sümüklü kız gitti. Karşında kırk beşinde anlı şanlı Doktor Hanım var.” Dili beş karış dışarda hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. “Bilerek unuttum her bi şeyi,” dedim.

“Karşı komşu Türkan Teyzeyi de mi?” diye sordu şaşkın.

“Dağınık, pis! derdi bana, unuttum ya.”

“Servet Hocayı?”

“Okumayı geç söktüm diye parmaklarımda kırardı cetveli, unuttum ya.”

Pis pis sırıtarak, “Ya Niyazi’yi?” dedi.

“Aynadan baktın mı kendine hiç demişti, unuttum ya.”

“Esmer Teyze’nin masalını da mı?”

“Tüh! Bak onu hiç hatırlamıyorum,” dedim.

Dilini hüpleterek içeri çekti.

“Hatırladın işte! Tüh dedin ya, Tüh!”

Biraz anımsar gibi oldum. Tek pencereli, karanlık, toprak kokan köy evinde, yatağına mıhlanmış sakat teyzem, tombul kırmızı yanakları, menekşe rengi sulu gözleriyle anlatıyordu. O anlattıkça altımdaki yaygının desenleri değişiyor, geometrik şekiller, zikzaklar, noktalar birleşerek masalın kahramanlarına dönüşüyordu.

“… Tüccar adam yorulunca çeşmenin yanında oturmuş. Bohçasını kontrol etmiş. Bir de ne görsün, üç kızından küçüğüne istediği elbiseyi almayı unutmuş. Dizine vurup ‘Tüh!’ demiş. O anda karşısında kocaman cüsseli bir cin belirmiş. ‘Neden çağırdın beni?’ demiş . Adam korkudan dişleri birbirine çarpa çarpa ‘Ben çağırmadım sizi,’ demiş. ‘Tüh dedin ya,’ diye çıkışmış cin. ‘Haaa,’ demiş tüccar, ‘kızıma elbise almayı unutmuşum, onu fark edince tüh deyiverdim.’  ‘Tamam işte, benim adım Tüh,’ demiş cin, ‘şimdi dile benden ne dileyeceksen.”

Esmer Teyzem öldükten sonra, uyuyamadığım gecelerde süleymancık anlatırdı bu masalı. Şimdi yine uyuyamıyordum ama ne masal dinleyecek saflığım ne de masal anlatacak kimsem kalmıştı. Düşlerimin bile rengi değişmişti. Mekanik, tekrarlanan bir griye dönüşmüştü her şey.

“Anlatsana süleymancık,” dedim. Yüzü düştü. Alık suratını, hiç tanımadığım, üzgün bir ifade bürüdü.

“Benim adım süleymancık değil ki,” dedi.

“Biliyorum, biliyorum da çocukluğumda kaldı, hatırlamıyorum.”

“Ne oldu çocukluğuna?”

“Boyadım ya, boyadım. Türkan Teyze’nin, Servet Hoca’nın, Niyazi’nin renkleriyle boyadım.”

Gerisin geri bacaya doğru ilerledi, zıplayıp gitti. Terk edilmişlik hüznü bulandı ruhuma. Başımı ellerimin arasına alıp tüh dedim, bekledim. Şu cin gelse de dileğimi sorsa, kendi başını okşayan bir çocuk olsam diye, tüh deyip durdum. Tüh dedim, sustum, tüh dedim, bekledim, tüh dedim, gelmedi.

Tüh!


Editör: Hatice Akalın

Hicret Birik
Latest posts by Hicret Birik (see all)
Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close