Yazar: 19:30 İnceleme, Kitap İncelemesi

Toz Bulutları Arasında Yazılar: Bir Savaş Vardı | Steinbeck’e Methiyeler

John Steinbeck Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, İnci, Cennetin Doğusu gibi ilk etapta her birimizin olay örgüsünü baştan sona sayabileceği büyük romanların, hikâyelerin yazarı. 1902 yılında Kaliforniya eyaletinde dünyaya gelen büyük yazar, kurgu metinleriyle 20. yüzyıl yazarlarına ilham kaynağı olduğu gibi, bugün dahi yazıya merakı olan kişiler tarafından dikkatle okunmaktadır.

Toplumsal olaylara duyarlılığıyla bilinen ve bu bakımdan kendisini toplumcu gerçekçi bir yazar olarak gördüğüm Steinbeck’in 1939 yılında yayımlanan romanı Gazap Üzümleri de yine bu minvalde bir eserdir, bu eserle yazar Pulitzer Ödülü’nü almıştır.

Bu büyük yazarın İkinci Dünya Savaşı yıllarında muhabir olarak cephelerde görev yaptığını bilenlerin sayısı herhalde fazla değildir. 1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan İkinci Dünya Savaşı, adından da anlaşılacağı üzere dünyanın pek çok yerinde altı yıl devam etmiştir. Derinden üzen ve utandıran olayların yaşandığı bu savaş, 1945 yılında Almanların teslim olmasıyla sona ermiştir. Steinbeck ise 1943 yılında bu savaşın Avrupa’da devam eden çarpışmalarında Amerikan muhabiri olarak yer almış, gazetelere savaşla ve Amerikan ordusuyla ilgili pek çok yazı yazmıştır. Bu yazılarını ise yıllar sonra Once There Was a War adıyla kitaplaştırmıştır. Ülkemizde de Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan ve çevirisini Elif Ersavcı’nın yaptığı kitap 2015 yılında yayımlandı. (Bir Savaş Vardı). Aslında bu yazılar gazete yazıları (deneme) olsa da, yazarın bir de İkinci Dünya Savaşı yıllarına dair kurgu kitabı vardır. Savaşa katılmadan bir yıl önce, 1942 yılında yazdığı Ay Batarken romanı isim vermeden Almanya’nın Norveç’i işgal etmesini konu edinir. John Steinbeck bu romanıyla savaş bittikten sonra Norveç hükûmeti tarafından da ödüllendirilecektir.

Steinbeck ve savaş muhabirliği

Yazar, cepheye katıldığında kırk bir yaşındaydı. Başarılı, ödüllü, ünlü bir yazardı ve kimse ondan cepheye katılmasını istemiyordu. Ancak toplumsal olaylara duyarlılığı ve merakı -sanıyorum ki-, bir kurt gibi yazarın içini kemirmeye başlamıştı. İlk başlarda kabul edilmesi beklenmiyordu. Çünkü kendisine yakıştırılan “komünist” ideolojisi ordu içinde pek hoş karşılanmayabilirdi. Bugün dahi dünya üzerindeki tüm ülkelerin orduları “vatansever olmayan kimseleri” istemez. Nitekim başvurusu reddedildiğinde, bu durumdan yakınmaya başlamış, bu yakınması da ona New York Herald Tribune gazetesinden muhabirlik teklifi almasını sağlamıştı.

Kitabın başında Mark Bowden tarafından yazılan makalede Steinbeck’in savaşa katılmasıyla ilgili ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Yazarın cephedeyken gazeteciler tarafından kıskaç altına alındığı ve hoş karşılanmadığı yazılır. Bunun sebebini hem Bowden’ın yazısından hem de Steinbeck’in kitap için yazdığı önsözden anlayabiliyoruz. Çünkü o yıllarda Amerikan hükûmeti cepheden gelen yazılara sansür uyguluyordu. Gerçek rakamlar, olay mahalleri verilmiyordu; bu da gazetecilerin işini zorlaştırıyordu, öyle ya, eğer rakamlar ve mevkiler verilmezse nasıl habercilik yapılacaktı. Ancak Bowden’in tabiriyle, “Çoğu muhabirin gözünden kaçan bu gibi detaylar Steinbeck’ten kaçmıyor”du. Bunu bir örnekle açıklamam gerekirse, cepheye doğru yola çıkışının henüz ilk saatlerinde Steinbeck şu satırları yazıyordu. “Askerlerin başında miğferler; hepsi birörnek görünüyor böyle, yan yana dizilmiş mantarlar gibi. Tüfekleri dizlerine dayalı. Hiçbirinin kimliği, kişiliği yok. Bu insanlar orduda birer birimden ibaret.” Yani Steinbeck’te bir gazeteciden daha fazla betimleme ve kelimelerle resmetme yeteneği vardı. Askerler için “birim” demesi kafa karışıklığına sebebiyet vermesin diye, ilerleyen sayfalardan bir örnekle bunu da açıklamak isterim. “İnsanlara birey gibi davranılmaz bu gemide. Dikey ve yatayda 180 santime 90 santim ve 60 santim yer kaplayan birimlerden ibaretler. Her bir fiziksel birim için bu kadar yer ayrılması gerekiyor.

Savaşta tek sansür rakamlar ve olay yerlerine karşı değildir. Önsözden anladığımız kadarıyla pek çok kural vardır. Steinbeck’in bu kurallardan aktardığı üç tanesi şunlardır:

1. “Amerikan ordusunda hiç korkak yoktu ve bütün cesur askerlerin arasında en cesur ve en soylu olanlar piyade erlerdi.” Steinbeck’e göre, bu yolla erlere en pis işler dahi büyük bir özveriyle yaptırılıyordu.

2. “Bir diğer kural komutanlarımızdan hiçbirinin asla ve asla zalim, hırslı yahut cahil olamayacağıydı.

3. “Genç, enerjik ve şehvetli beş milyon erkeğin Savaş Çabası sürecinde kızlarla olan daimi meşguliyetini bir kenara bırakmış olmasıydı.”

Steinbeck ve Bir Savaş Vardı

Kitap 20 Haziran 1943 ila 13 Aralık 1943 tarihleri arasındaki yazılardan oluşmaktadır. “İngiltere”, “Afrika” ve “İtalya” gibi üç bölüme ayrılmıştır. “İngiltere” ve “Afrika” bölümleri tarih bakımından peşi sıra takip eden yazılardan oluşsa da “İtalya” bölümünde tarihler aralıklıdır. Bu yazıda ise kitaba ekseriyetle ilk bölüm olan “İngiltere”den bakacağız.

Steinbeck kitabın genelinde yaptığı gibi bu ilk bölümde de ordu içinde küçük küçük insan hikâyeleri sunuyor bizlere. Askerlerin görüşleri, tutumları ve olayların gelişimi yazıların arasında kendine bir yer ediniyor. Ayrıca kamuoyunu oyalayacak bazı bilgiler de vardır. Bunlardan birisi İngiltere’ye yapılan seyahatte içinde bulundukları gemide bir kütüphane, tiyatro bulunduğu; kütüphaneden askerlerin kitap aldığı ve USO (United Service Organizations)[1] adı verilen bir ekip tarafından çeşitli eğlenceler düzenlendiği bu bilgiler arasındadır. Steinbeck İngiltere karasına ayak basana kadar gemide geçen hadiseleri bir öykü titizliğinde yazar. Bunlardan birkaç örnek vermek istiyorum.

Bir şapkayı veya kepi farklı şekillerde takabilirsiniz. Bir adam kendini şapkasını alnına ne kadar indirdiği, ne yana eğdiğiyle ifade edebilir, ama söz konusu bir miğferse bunu unutun. Dümdüz durur alında, gözlerle kulakların üstüne, ensenize kadar iner. Kafanızda miğferle, mantar tarlasındaki bir mantarsınızdır yalnızca.”[2]

Geminin dünyayla irtibatı kesildi. Duyabiliyor, ama konuşamıyor. Kazaya ya da saldırıya uğramadıkça telsizi kullanılmayacak. Yol boyunca kimse ondan haber almayacak. Önündeki puslu deniz denizaltılarla dolu, gemideki askerlerin çoğu daha önce okyanus görmemiş ve okyanus, altında pusu kurmuş şeyler olmadan da yeterince karanlık ve dehşet verici geliyor onlara. Üstelik, savaşın yanı sıra, o vakte dek kasabasının dışına çıkmamış bir delikanlıyı korkudan başka şeyler de var, yeni şeyler, yeni insanlar, yeni diller gibi.[3]

Bu alıntı bana bizim toplumcu gerçekçi yazarların kurgu metinlerini anımsattı. “‘Duydun mu okyanus ta dibine kadar tuzluymuş,’ diyor biri.

‘Bunun doğru olamayacağını biliyorsun,’ diyor öteki.

‘Nedenmiş o? Neden doğru olamazmış?’

Kendinden emin bir şekilde cevap veriyor çocuk. ‘Oğlum,’ diyor, ‘dünyada o kadar tuz olabilir mi? Aklın alıyor mu hiç?’”[4]

Steinbeck’in “Asker Nakliye Gemisi” adını verdiği yazısı aslında diğer yazılardan daha çok duygu ve düşünce içermektedir. Henüz yola çıkmış askerlerin memleket hasretlerini duymamış olduklarını ve başlayacak sıla sızısının habercisi olan şu satırları yazıyor. “Sentetik duygular ve hasretler bir türlü tutmuyor çünkü askerler bunların yapmacıklığını hemencecik seziyor. Gerçek sıla hasretini, savaşın gerçek dehşetini, gerçek vahşetini kelimelere ve melodilere kimse dökmedi henüz.[5] Bu satırlardan sonra Steinbeck’in diğer muhabirler tarafından niçin kıskanıldığını anlamak mümkündür. Çünkü yazarın, betimleme kabiliyeti haberciliğin çok üstündedir. Bunları görmeden yazıp üstüne bir de ödül alan Steinbeck, gördüğü manzaranın fotoğrafını çekmek için elbette kalemi oynatacaktı. Oysaki on dört gün sonra (4 Temmuz) yazdığı bir yazıda askerlerin memleketlerini özlemeye başladıklarını görüyoruz. Steinbeck bunu şöyle anlatıyor. “Memleket hasreti bu, Noel’de daha da kötü olacak. Hiçbir ihtişam, hiçbir lüks, hiçbir ilgi bunu dindiremez. Buradaki hiçbir gösteri Odeon’da arka arkaya iki film izlemek kadar zevkli, hiçbir yiyecek Joe’nun Yeri’ndeki sandviç kadar lezzetli ve hiçbir kadın Pappy’de çalışan sarışın Margie kadar güzel olamaz.[6]

Steinbeck savaş muhabirliğinin kurallarına da uyuyordur. Kişiler ve olayları farklı adlarla anlatmayı başarır. Bunlardan “Alkolik Keçi” ve “Koca Tren” güzel birer örnektir.

“İngiltere” bölümünde mekânlar değişmektedir. Bir gemide başlayan serüven daha sonra garnizon, karargâh, civardaki kasabalar olarak değişir. Steinbeck İngiltere’de cephenin gerisinde gibidir. Zaten bununla ilgili 12 Ekim tarihli “İtalya” bölümündeki bir yazısında, “Almanların dünyaya hâkim olmak, İngilizlerin İngiltere’yi savunmak, Amerikalılarınsa hediyelik eşya toplamak için savaştığı söyleniyor,” diye hicveder. Steinbeck, İngiltere’de gittiği yerlere dair de kısa bilgilendirici yazılar eklemeyi unutmaz. Bu bakımdan savaş sırasında bir gezi yazısı da okur gibidir o dönemin okurları. “Tepedeki kalesi, eğri büğrü sokakları, büyük ve çirkin otelleri, gizli ve tehlikeli saldırı gücüyle Dover, düşmana yakın bir yer.[7]Dover halkında yaklaşan felaketin anahtarı olabilecek bir şey var. Bu insanlar iflah olmaz bir şekilde umursamaz.[8]

Yukarıda Steinbeck’in ilk başvurusunda reddedildiğinden söz etmiştim. Sebebi ise Steinbeck’in “komünist” olduğu yönündeki söylentilerdi. Aslında yazılarında yer yer savaş eleştirisi yapsa da gözle görülür sert eleştirilerini 16 Temmuz tarihli “Dünyanın Şekli” yazısında yapıyor. Londra’dan sesleniyor yazar. “Naif bir ordu bizimkisi. Sıradan insanlar son yirmi beş yılda çok şey öğrendi ve eski sihirli kelimelere kanmıyorlar artık. Kelimelerden olma altın bir geleceğe inanmıyorlar. İstedikleri özgürlük yoksulluğun zincirlerinden kurtulmak. Bu, Connecticut’taki küçük çiftliğe haciz gelmemesi demek. Bu, askerin orduya katılmadan önceki işinin hâlâ onu bekliyor olması, yalnızca beklemesi değil, çocuklar büyürken de devam etmesi demek.[9] Aynı yazısında, “Asker dediğiniz yalnız bir adam değildir; çoğunun baktığı bir ailesi vardır ve aldığı maaş hayatın pahalılığıyla birlikte artmaz,[10] diye devam eder. Bu yazısında çok sert eleştirileri vardır Steinbeck’in. İşin doğrusu bu yazısından sonra uyarı aldı mı çok merak ediyorum. ABD Başkanı Roosevelt’in bir konuşmasına atıfta bulunarak, “(Asker) İstediği şeyleri Dört Özgürlük tanımlıyor; fakat bir düzen, bir zemin, bir yol gösterilmedikçe askerin inandığı tek özgürlük Anatole France’ın tanımladığı özgürlük olacak: Zenginlerle fakirlerin eşit derecedeki köprü altında yatabilme özgürlükleri,[11] diye yazısını bitiriyor. Peki, Dört Özgürlük neydi? ABD Başkanı Roosevelt’e göre özgürlüğün dört maddesi vardı; bunlardan birincisi ifade özgürlüğü, ikincisi inanç özgürlüğü, üçüncüsü yoksulluktan kurtulma özgürlüğü, dördüncüsü ise korkudan kurtulma özgürlüğüydü.[12] Görüldüğü üzere, Steinbeck’in dediği gibi “asker ise asker olduğu için şikâyet edemiyor”du.

Savaş devam ederken Londra’da bir sinema partisi düzenlenir. Minik çocuklar için film gösterimidir bu. İlk başta savaşın ortasında ve üstelik savaşan bir ülkenin sinema gösterimi yapması biraz tuhaf kaçabilir. Ancak İngiltere’nin gelişmiş bir ülke olduğunu tabii unutmamak gerekir. Bu, bunun doğal olduğunu ortaya çıkarır. Ancak satırlar akarken bir Alman savaş uçağının sinema binasının üstüne bomba bıraktığını dehşetle okursunuz. Steinbeck, bunun için, “Minicik, yedi yaşında askeri hedefler,” diyor. Bir edebiyatçıya yakışır, kısa, derin ve hüzünlü bir açıklamadır bu. O gün orada çok fazla sayıda çocuk ölür. “Evlerdeki insanların olayı ağlayabilecek kadar idrak etmesi sabahı buluyor. Sokaklar sessiz.[13]

Kimi askerler kayıtsızdır. Steinbeck onların kayıtsızlığını, “Yıldızları kimin omzuna dikiyorlarsa savaşa onlar kafa yorsun,” sözleriyle açıklıyor.

İngiltere’deki son zamanlarında da birlik içindeki çeşitli kahramanlıkları ve ilginç olayları yazar. Ancak 9 Ağustos tarihinde İtalya’nın faşist lideri Mussolini’nin düştüğü haberini ilk satırda yazar. Sanıyorum ki yazar buna çok sevinmiş olmalıdır. Bu yazısında Türkiye’nin savaş tutumuyla ilgili de yorumları vardır. Türklerin her an savaşa katılabileceği söylenmektedir.

“Afrika” bölümünde Cezayir’e dair anıları vardır yazarın. Bu bölümdeki yazılarında da yine yazarın edebi diline hayran kalacağınız cümleler, betimlemeler vardır. Bu bölüm en kısa bölümdür. “İtalya” bölümünde ise Steinbeck ilk kez sıcak savaş bölgesine girmektedir. Aslında yukarıda da söz ettiğimiz gibi İtalya, liderinin düşmesiyle birlikte savaştan çekilmiştir. Ancak teslim olmayan birlikler ve Alman kuvvetleri vardır. Steinbeck ordunun gerisindedir yine. Ancak talimlerde ve savaş idmanlarında ordunun içindedir. Bu bölümde Steinbeck, yazmaya hevesliler için de aslında bir uyarıda bulunan bir paragraf kaleme alıyor. “Hepsi çok çabuk kayboluyor. Sıcağı sıcağına not almazsanız, o zaman ne hissettiğinizi, neyin nasıl göründüğünü bir daha asla hatırlamıyorsunuz.[14]

Ülkemizi derinden sarsan bir deprem felaketi yaşandı. Şu satırları okurken de deprem zamanında orada olan insanları düşündüm.“Savaşta uzun süre kalmış insanlar normal değildir. Ve savaştan sonra ketum görünüyorlarsa, sebebi belki de olanları hatırlayamamalarıdır.[15] Savaş da deprem gibi bir felakettir. Üstelik ikisinin de yıkım sonlu sonuçlarını biraz biz belirliyoruz ancak biri doğa olayı, diğeriyse alenen bir çıkar odaklıdır.

Steinbeck’in savaş macerası 13 Aralık 1943 günü birliklerin Ventotene Adası’nı ele geçirdiği çıkarma ile sona eriyor. Kitapta bir sonsöz olmadığı için okuru tatmin eden bir final olmadığını kendimden yola çıkarak söyleyebilirim. Belki bir sonsöz ile bitse daha iyi olabilirdi. Ancak bu bölümde diğer bölümlerde olduğu gibi Steinbeck’in betimlemelerine çok sık rastlamıyoruz. Sanki sıkılmış da bir an önce bitse de evime bir dönsem tavrını sezdim.

Kitap Steinbeck’in üstün betimleme yeteneği ve kurgu zekâsıyla bir deneme kitabından çok daha fazlasını sunuyor okuruna. Gazap Üzümleri’nin büyük yazarının her kitabını bir ders dikkatiyle okuyan bir okur olarak, Bir Savaş Vardı kitabının da benim için verimli bir okuma olduğunu düşünüyorum. Hem İkinci Dünya Savaşı’na dair yeni araştırmalar yapma fırsatı bulurken hem de bir yazarın yaşamını izleme imkânı buldum. 238 sayfadan oluşan bu kitap günümüzde beş baskı yaptı. Elif Ersavcı’nın da sarih bir çevirisiyle okuyabilirsiniz.

Steinbeck’in savaşa dair düşünceleri

Bir aydın olarak Steinbeck’in savaşa karşı olduğunu söylemek pek tabiidir. Onun savaşa katılmasındaki amacına yukarıda değinmiştim. Önünü alamadığı bir merak, durduramadığı bir gözlem yapma isteği ve her şeyden, herkesten çok duyarı. Steinbeck, kitap için yazdığı önsözde savaşa dair şunları aktarıyor. “Belki kazaları unutmak doğru ve hatta gereklidir. Savaşların da türümüzün teşne olduğu bir kaza çeşidi olduğu kesin. Eğer kazalarımızdan ders alabildiysek anıları canlı tutmak iyi bir fikir olabilirdi. Ama ders almıyoruz. Antik Yunan’da en azından yirmi yılda bir savaş olması, çünkü her neslin savaşın bir şey olduğunu bilmesi gerektiği söylenirdi. Bize gelince, bizler savaşı unutmak zorundayız, yoksa bu kanlı saçmalığa bir daha bulaşamayız.[16] Burada aba altından sopa gösterir.

Steinbeck’in “İtalya” bölümünde yaptığı bir saptama da oldukça doğrudur. 6 Ekim tarihli yazısında, “Savaşı hiçbir zaman doğru dürüst göremiyor insan. Tarih kitaplarında uzun sıralarla ilerleyen birlikleri gösteren resimler ya fazla idealize edilmiş, ya da zamanla birlikte savaşlar da çok değişmiş,[17] der.

Savaş için aslında en güzel sözü Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk söylemiştir. Savaş, bir cinayettir. Toplu cinayet işlemedir.

Bir Savaş Vardı, okunması kolay, tarihi olaylar ve betimlemelerle örülü, yaşanmışlıklara dayalı bir kitap. İkinci Dünya Savaşı yıllarına merakı olanlar ile, “Steinbeck ne yazsa okurum,” diyenlere tavsiye ederim. Elif Ersavcı’nın güzel çevirisini de atlamamak gerek.


[1] Amerikan ordusu üyeleri ve ailelerine eğlence ve bakım hizmetleri sunan, kâr amacı gütmeyen kuruluş (ç. n.)

[2] John STEİNBECK, Bir Savaş Vardı, Sel Yayınları, s. 32.

[3] John STEİNBECK, a.g.e, s. 35.

[4] John STEİNBECK, a.g.e, s. 36.

[5] John STEİNBECK, a.g.e, s. 44.

[6] John STEİNBECK, a.g.e, s. 68.

[7] John STEİNBECK, a.g.e, s. 69.

[8] John STEİNBECK, a.g.e, s. 70.

[9] John STEİNBECK, a.g.e, s. 97.

[10] John STEİNBECK, a.g.e, s. 98.

[11] John STEİNBECK, a.g.e, s. 98.

[12] Dört Özgürlük Konuşması – TUİÇ Sözlük (uliwiki.org)

[13] John STEİNBECK, a.g.e, s. 101.

[14] John STEİNBECK, a.g.e, s. 212.

[15] John STEİNBECK, a.g.e, s. 212.

[16] John STEİNBECK, a.g.e, s. 17.        

[17] John STEİNBECK, a.g.e, s. 171

.

Editör: Melike Kara

Mete Karagöl
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close