Yazar: 19:00 Öykü

Tek Cümle İle Sabahattin’in Sonu

Yüzündeki bıçak izinden ötürü Çentikli lakabını alan Necmi’nin,  gece yarısından sonra kepenklerini indirip gizli saklı kumar oynattığı kıraathanesinden çıkarak, ayazdan alazlanmış ellerini hissetmeyecek kadar içtikten sonra, direksiyonuna geçip gözlerinde titrek bir görüntüye dönüşen yola daldırdığı kamyonunu, görenlerin sanki kendiyle birlikte kamyonu da içmiş demelerine yaraşır biçimde, sağa sola yön değiştirerek sürüp sokağın;  kendisini henüz ince bıyıklı, pis gülüşlü, gece görünmeyecek kadar katran karası yüzlü bekçi Fevzi’yle aldatmadığı için evden ayrılmamış olan karısının da bir zamanlar yaşadığı, toprak evinin olduğu köşesinden çevirdiği esnada,  aynı köşedeki Cuma Dayı’nın evinin duvarına çarpıp evde şiddetli bir deprem hissi yaratarak, beşikteki üç aylık Cemil bebenin, ilerde operet oynayacağını düşündüren sesiyle, yaşam süresine göre çok yüksek bir desibelle cazgır cazgır bağırmasının sonucunda, gençliğinden beri, dışarda gördüğü, her izbe köşeye işeyip eve geldiğinde, aşırı dindar karısının korkusundan abdestim var diyerek necasetten taharetsiz secdeye giden Mesken Dede’nin, ödü kopup kalp krizi geçirerek vefat etmesine neden olan; kıvırcık, gür saçlı, gür bıyıklı, Müslüm Baba dinlemekten ve cigara tüttürmekten, bir zamanlar tenora yakın olup sonradan evrilerek bas baritona dönüşen gür sesli Sabahattin, mahallelinin deyimiyle Saboş, Cuma Dayı’nın evinden gelen velveleye uyanarak sokağı dolduran; çizgili pijama ve takkeleriyle birbirlerine benzeyen yaşlıların, yıkamaktan çekmiş penye kumaşlı gecelikleri ve şiş gözleriyle bir araya gelip soğuktan matruşkalar gibi sallanarak ne olduğuna dair yorum yapan  kadınların, gecenin ikisinde sokağa çıkmayı fırsat bilip koşturan çocukların, sabahın köründe kalkıp işe gitmek zorunda olduklarından uykularının kaçmasına sinirlenen, ağzı sarımsak kokan adamların ortasında, rüzgârda sallanan bir yaprak gibi yalpalayarak yürüdükten sonra durup, az önce kalp masajı yaptığı halde geri getiremediği Mesken Dede’nin, Özel Şifa Hastahanesi’nin laboratuvarında akşama kadar milletin pisliği içinde virüs arayan ve işini soran herkese, “Ben ekmek paramı pis işlerden kazanıyorum,” deyip keh keh gülen büyük torunu Ahmet’in, 112’ yi arayıp çağırdığı ambulansın karanlığı aydınlatan mavi kırmızı ışıkları arasında karısını görünce, u harfini yaylanan bir nesne gibi aşağı yukarı eğip bükerek,  “Duuuuuur, seninnnnleeenn şimdi evet hayırrrr oynayacazzz, amaaaa sadece evettt var, hayııırrr yasakkk, taam mı lannn, ilk sorummm beni hiççç, yaaniii beni seviyor musun lannn?” diyerek acıklı acıklı  bakarken karısının “Hayır!” cevabının ardından, yukarıya doğru zıplayarak, hıçkırıklarının karıştığı İzmir Marşı’nı söyleyip evinin yolunu tuttuğunda, mahalle sakinlerinin başlarını iki yana sallayıp nırç nırç sesleriyle ona eşlik ettiğine şahit olan Azrail, ondan önce davranarak evine gidip eline geçirdiği kalın bir urganı, bebelere zıp zıp yapmak için tavana çaktıkları dübele bağlayarak bir köşede orağı ile bekleyip  içeri giren Sabahattin’in ruhuna ölçüsüz bir keder salmış olduğundan, gürültülü geçen geceye birkaç debelenme sesi eklenerek, mahalleye, önce insanların arzuladığı uzun bir sessizlik, ardından  sessizliğin içinde bit yenikleri gibi zıplayan leş kokusunun doğurduğu bir şüphe ve en son polisi çağırmaları sonucu ipte sallanan Sabahattin’i görmeleriyle birlikte kafalarının içinde de susturamadıkları bir gürültü hakim olunca; kadın, erkek, çocuk demeden tüm mahalleli bu karmaşık duygulardan kurtulmak için öğlen ezanına müteakip kılınan cenaze namazından sonra imamın, merhumu nasıl bilirdiniz sorusuna iyi bilirdik deyip üç kere helal olsun diye bağırarak cenazeyi sırtlanmış, toprağın acıyı soğutması ümidiyle, İzmir Marşı eşliğinde defnetmişlerdi.

Editör: Hatice Akalın

Hicret Birik
Latest posts by Hicret Birik (see all)
Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close