Şebnem İşigüzel, dünyaya yazmak için geldiğini söylüyor. İnsan masa başında yazarken korkularını, tuhaflıklarını, garip görünmeyi geride bırakabiliyor, hatta insana bir cesaret yükleniyor, Şebnem İşigüzel yazarken nasıl hissediyor?
Dünyaya yazmak için geldiğimden kastım şu aslında: kendini adamak. Daha büyük ya da süslü bir anlamı yok. Sıradan basit bir iş için de kendini adayarak yapılan her iş için aynı şey olabilir. Yazmak benim tutkuyla yaptığım bir şey. Öte yandan yazmaya da çok özel anlamlar yüklemem. Bir iş. Varsa güzelliği, bir çocuk gibi oyun oynamaktan duyulan haz. Özü hayal kurmak çünkü. Yazarken hissettiğim şeyler beni ayrıcalıklı özel kılacak şeyler değil. Ben yazmak için öğrenmeyi, âlimlik etmeyi daha kıymetli buluyorum. Yazmak, bedenen, zihnen ve hatta ruhen sağlıklı olursanız daha konforlu yapılabilecek bir iş. Konsantrasyon gibi teknik bir şartı var sadece. Yazarken kendimi sadece iyi hissederim. Ama bu iyilik hali muhtemelen işini, kendisini adayarak yapan herkeste olan kadardır.
Yazarlar huzursuz insanlardır, yazar kendine nasıl huzur verir? Venüs kitabında eğlenceli bir aile tarihi var. Ağaçtaki Kız kitabında gençlerin dünyaya bakışı, İyilik kitabında ise bambaşka bir dünya var. Şebnem İşigüzel hangi kitabına en fazla yakınlık duyuyor ya da yazar için yakınlık duymak diye bir şey var mıdır?
Ben huzurlu ve sakin bir insanım. Yazdıklarım kişiliğim değil. Öylesini hayal etmek ve kurmak için de öyle olmak, huzursuz ya da sorunlu olmak gerektiğini düşünmüyorum. Aksine sağlıklı olursanız daha doğru bir yerden anlayabilir, yazabilirsiniz. Yazarken beni, hislerim, sezgilerim ve bilmek kurtarıyor. Ve iyi bir okur olmak. Çalışkan ve disiplinli olmak, sabırlı olmak, zora gelebilmek, saatlerce masa başında oturma azmi, yazarken çok daha fazla işime yarayan huylarım, kişilik özelliklerim oldu. Elbette yakınlık duyduğum kitaplarım var. Ama bu romanın kendisinden çok bazen onu yazdığım anın hatırasıyla ilgili. Çöplük’ü mesela çok derin bir konsantrasyonla yazmıştım. Çok özel bir mutluluk anı olarak hatırlıyorum Çöplük’ü yazma sürecimi. Venüs de en sevdiğim romanım.
Bir söyleşinizde, “İnsanlara en büyük kötülüğü evlilik yapıyor,” diyorsunuz. Bu sözü biraz açabilir misiniz? Örneğin ben medya çalışanı bir kadınım. İki çocuk sahibiyim ve çok yoğun bir tempom var. Yazmaya zaman ayırmak çok zor, metroda okuyor, sofra toplarken yazıyorum. Sizin bu tempoda yaşayan yazarlara öneriniz nedir, nasıl organize olmalıyız?
Evlilik, toplumsal hayata devam ya da katılım, kabul için bir şart olarak görüldüğünden büyük sıkıntı. Karşınızdakine ilişkin özel bir tercihse, seçimse, kendinizi tanıyorsanız hem karşınızdakini hem kendinizi çok seviyorsanız ve şanslıysanız belki mümkün. Evlilik, bekar anne olmak, ebeveynle yaşamak, zor şartlarda yaşamak, işsizlik gibi insanı köşeye sıkıştıran pek çok şey var tabii hayatta. Bazen de yazmak ve okumak bunlarla baş edebilme yöntemi olarak çıkar karşınıza. Sıkışmışlık yazıyı doğurabilir. Yazmanın hiçbir şartı yok aslında. Yazmak istediğiniz şey güçlüyse her şartta çıkar ve yazılır. Anlatmak istiyorsanız ve bunun için tutkunuz varsa duvar diplerinde bile o roman kendisini yazdırır. Bazen ilham denilen şey konforlu alanlara uğramaz. Size ait bir zamanda ve dünyada bir “kelimecik” gelsin de kapınızı çalsın diye öylece beklersiniz. Günlerin Köpüğü’nün bir iki günde yazıldığını, Dostoyevski’nin kumar borcunu ödemek için sonradan evleneceği Anna’yı sekreter tutarak hızla yazdığını, Harry Potterların kafe köşelerinde pusetinde uyuyan bir bebekle kaleme alındığını unutmamak gerekir. Tavsiyem iyi bir edebiyat okuru olmak olabilir. Okumanın yazıyı çağıran bir gücü var çünkü. Maraton koşmak için hazırlanmak gibi. İyi roman okumak sizi o yola koşmaya hazırlar.
Hazırlığınızda olduğunuz yeni bir roman var mı? Şebnem İşigüzel kimleri okur, yazma rutini nasıldır? Yayıncılık hayatında yer edinmek çok zor. Bazen genç yazarlar hüsrana uğruyor. Özellikle büyük yayınevlerine ulaşmak, dosyalarını okutmak açısından. Bu bağlamda yeni ve genç yazarlara nasıl önerilerde bulunursunuz?
Evet yeni bir roman yazıyorum. Seneye ben elli, yazarlık hayatım otuz yaşında oluyor. İkimiz de yolun başındayız (gülüyor). 1920 İstanbul’unda epeyce ilginç bir yerde başlayan, Cumhuriyet ile birlikte devam eden yüz yıllık bir anlatı. Fikir olarak da fiziki olarak da büyük bir roman bana kalırsa. Doğrusu ipin ucunu baştan sona bırakmadan yol almak büyük bir macera ve kendine meydan okumaktı. Benim de otuz yıllık yazarlık hayatımı kutlamam böyle olsun diye düşündüm. Kimleri okurum? Çağdaş dünya edebiyatının iyi bir takipçisiyim. Ayrıca âlimlik etmek dediğim okuma alanları açarım kendime. Yıllarca psikanaliz üzerine okudum mesela, nöroloji okumalarım oldu yine yıllarca, günümüz felsefecilerin makalelerini takip etmek büyük zevktir benim için, tarih okumalarım da öyle. Son roman çalıştığım yerden geldi çok hakimdim cumhuriyet tarihine ama yine de epeyce detay için ilginç okumalar yaptım. Son yıllarda bir de tiyatro oyunu okumayı sever oldum. Hayal kırıklığı yaşayan yazar adaylarına gelince… Zor. Genç bir insanın hayal kırıklığına uğraması yıkıcı bir şey. Bu noktada bütün tavsiyeler çöpe gider. Başarısızlık hikâyeleri güç verebilir belki. Aslında başarısızlığın kendisi apayrı bir güçtür bana kalırsa. Yazdıklarınıza inanıyorsanız onları koyacak bir raf bulursunuz. Yazar dosyalarının kabulünde bir de ekonomik kriz engeli çıktı tabii. Bu en çok genç yazarların dosyalarını yayımlamayı engeller oldu. Yayımlanmak için tek şart yazmış olmak. Dolayısıyla siz yazmışsanız vardır. Önemli olan metni var etmek. Onu göstermek yani yayımlatmak öyle ya da böyle mutlaka olur. Yazabilmenin kendisi çok daha önemli. İyi bir okursanız ve mantıklıysanız doğru kapıları çalmanız gerektiğini bilirsiniz. Yani yazdıklarınız kimlere daha yakın, siz hangi yazar ailesine katılabilirsiniz, hangi yayınevi sizi basabilir, nerede durabilirsiniz? Ciddi yayınevlerinin dosya kabul ve değerlendirmeleri gayet açık aslında. Kabul görmüyorsanız ya zamanınızın ötesindesinizdir ya yanlış yerdesinizdir ya da yazdıklarınız yayımlanmaya değer görülmemiştir. Yazdıklarınıza siz inanırsanız herkes inanır.
Kadın çok kimlikli bir cinsiyet, bu kimlikler içinde bunalıp savruluyoruz. Şebnem İşigüzel güçlü durmayı nasıl başarıyor, bunun yöntemi nedir?
Güçlü durmak demek yerine kendi halinde olup tutkuyla yazmak, okumak diyebilirim. Yazmak benim ikinci hayatım. Bu hayatı var etmek için masamın başında bir ömür geçirdim. Yaratıcı bir işe sahip olduğum için mutluydum. Vicdanlı olmak, bakmayı, görmeyi bilmek, anlamak, bilgiye kıymet vermek, içsel hayatı korumak bence güçlü durmaktan daha kıymetli. Herkesin yöntemi farklı, kimisi dünya ateşiyle yanarak yani hırs içinde var olmayı, kimisi dünya ateşiyle yanmadan kendi halinde kalmayı seçiyor. Önemli olan yazdıklarınız ve herkesin yöntemi farklı. Esnek olmak, farklılıkları görmek ve tanımak, sezgilerinizin güçlü olması ama mantıklı da olmanız daha fazla işinize yarayabilir. Bir de bizim gibi sıkıntılı toplumlarda kadın meselelerine ve insan hakları ihlallerine kayıtsız kalamazsınız. Dayanışmadan, el vermeden olmaz. Asıl bu güçlü durmak için önemli bir neden haline geliyor.
Bize beş kitap tavsiye eder misiniz?
Bir sayı üzerinden düşünmek zor. Klasik dünya edebiyatı mutlaka olmalı, çağdaş dünya edebiyatını da takipte kalmalı. Neler yazıldı, neler yazılıyor diye bakmalı. Listeler korkutucu geliyor bana.
Editör: Onur Özkoparan
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024