Yazar: 19:20 Öykü

Sazlığın Resmi

Gökyüzünü izlerken; öylece yere uzanıp dinlendiğim vakitlerde, bulutların her gün uzaklara gidip geri geldiklerinde yorulup yorulmadıklarını düşünürdüm. Bunu düşünmek benim için büyük bir keyifti. Çünkü ne zaman bu keyfiyete erişecek olsam, sonrasında ıstampa mürekkebimin her bitişinde üzerime buladığım renkleri de düşünürdüm. Mürekkebim biterdi, ama parmak uçlarımdan rengi uzun bir süre çıkmazdı. Yerine yenisini bulurdum; ama sonrasında siyah gelecek diye düşünerek, mavi rengini bulmanın zorluğunu rüyalarıma bulaştırarak aşardım. Bazen bunları düşünmek de garip geliyordu. Ne zaman bir şey düşünmek istemesem, zamanın daha da garip geçtiğine inanıyordum.

Dışarıdan baktıklarında limanda çalışan, işini gücünü aksatmayan basit bir kâtiptim. Bu kadar düzenli olduğuma bazen ben de inanamıyordum. Oysa benim dünyam renklerden, çizmekten, insanları tanımaktan ve yeni yerler keşfetmekten ibaretken dayımın zoruyla bu işe girmiş, onlara göre aylak olan dünyam durulmuştu. Gerçi bu iş (limana gelen sevkiyatlar sayesinde nelerin geldiğini bildiğim için) yapmak istediklerime imkân ve fayda sağlaması açısından iyi olmuştu. Uzaklara gitmek için de iyi para biriktiriyordum. Limanda daha ne kadar çalışırdım bilmiyorum; ama o renkli taraf, gitme isteğim beni bir yerlere doğru çekiyordu.

Birden bir şeylerin uçtuğunu fark ettim. Dağınık ağaçların gölgesinde otururken bıraktığım, geri dönerim diye üzerine taş bastırdığım resimlerim rüzgâra kapılmış uçuyordu. Telaşla uzandığım yerden fırladım. Bir oraya bir buraya uçuşan resimlerin peşinden koşmak beni komik bir duruma düşürüyor olmalıydı. Neyse ki etrafta kimseler yoktu. Hafif bir rüzgâr olsa da bu sıcakta hele bu saatlerde benden başka buralara gelecek bir deli yoktur diye düşündüm.

Çantama geri koymak için neredeyse hepsini toplamıştım ki yarım bıraktığım bir resmin eksik olduğunu, sazlıkların oraya doğru uçtuğunu fark ettim. Sazlıklara doğru yöneldim. Kâğıdın bir kısmı ıslanmıştı. Mürekkebinin akmış olduğunu görünce, kurutur yeniden çizerim, diye düşündüm. Mürekkebi bir şekilde buluyordum, ama bu zamanda kâğıt kıtlığı vardı ve bulmak zordu.

Kâğıdın ucundan tutup sallayarak kurutmaya çalıştım. Saate bakmak için elimi cebime attığımda köstekli saatimin yerinde olmadığını fark ettim. Telaşla uzandığım yere doğru geri gittim. Meğer otların arasına düşürmüşüm. İçime bir rahatlama geldi; çünkü saatin değeri benim için bir başkaydı. İlk kazandığım paranın emeğiydi. Çizdiğim resimleri satarak ve Agop amcanın yanında çalışarak almıştım bu saati…

Saate baktığımda buçuğa geliyordu. Limana dönmek için yarım saatim vardı. Zaten kıyıdan bisikletimle limana anca giderdim. Hafiften esen rüzgâr sıcağı bastırsa da burnuma gelen çimen kokusunu bırakıp işe geri dönmek zor geliyordu.

Çantamı bisikletin arkasına yerleştirip biraz ilerlemiştim ki şapkamı unuttuğumu fark ettim. Bu hâlim ne olacaktı böyle? Ya bir şeyler düşürüyor ya da unutuyordum. Şapkamı almak için geri döndüm. Geri gelmemi bekler gibi çimenlerin arasında duruyordu. Şapkanın üzerinde rozetin takılı olmadığını fark edince bu sefer otların arasında onu aramaya başladım. Biraz zor olmuştu, ama tam bulduğum anda birden sesler ve gülüşmeler işittim. Etrafıma bakındığımda kimseler yoktu. Aynı gülüşleri ve sesleri tekrar işitince yine etrafıma bakındım. Yine kimseler yoktu. Acaba birisi benimle dalga mı geçiyordu?

Seslerin nereden geldiğini anlamak için biraz bekledim. Ses sazlıkların arkasındaki tepeden geliyordu. Sazlıkların etrafını dolaşınca, üç genç kızın kıyıda olduğunu gördüm. Birisi çimenlere uzanmış uyuyordu. Diğer ikisi eteklerini ve paçalarını dizlerine kadar sıvamış, bir yandan şakalaşıyor bir yandan da taş sektiriyorlardı. O sesler ve gülüşmeler belli ki onlardan geliyordu.

Sudaki iki genç kız birden sudan çıkıp uyuyan genç kızın yanına doğru yöneldiler. Birisi file torbasından bir kitap çıkarıp kitabı uyuyan kızın kollarının arasına bıraktı ve geri çekildi. Limana geri dönmem gerekiyordu; ama insanları izlemek büyük bir saygısızlık olsa da merakıma şu an yenik düşüyordum, onları izlemeye başladım. Uyuyan kız birden uyanıp doğruldu. Şaşkın görünüyordu. Ah bir de ne konuştuklarını tam olarak işitebilsem! Ama “sayıklama, Suç ve Ceza, oku!” gibi birkaç kelime söylediklerini işittim. Diğer genç kız fileden dışı sarılı bir şey çıkardı. Uzaktan görebildiğim kadarıyla hamurlu bir şeydi. Alkışlamaya başladılar.

Ne olduğunu daha iyi anlamak için biraz daha yaklaşacakken bir an arkamda hafiften esen bir rüzgâr hissettim. Kafamı çevirince; üzerindeki ceketinin kolları yırtılmış, omuzları patlamış, paçaları çekmiş pantolonunu, iple beline bağlamış, kararmış ve uzamış sakallarıyla, masmavi gözleriyle gözümün içine bakan bir adam görünce korkuyla bisikletime doğru koşmaya başladım. Arkama hiç bakamadım. Pedallara bastıkça üzeri çizilmiş, kıvrılmış bir bilet gibi bisikletimle savrula savrula uçuyordum. Limana ne kadar zaman içerisinde geldim bilmiyorum, ama köstekli saatime baktığımda mesainin başlamasına beş dakika vardı. Kan ter içinde kalmıştım.

Bisikletten inince derin bir nefes aldım. Neden korktum bilmiyorum. Ama o korku, yanlış yaptığım bir davranışın korkusundan daha farklı hissettirdi. Bisikletimin arkasından çantamı alırken kenarından rulo yapılmış bir kâğıt yere düştü. Rulo yapılmış kâğıdı açtığımda çimenlerin üzerine uzanmış, bulutları izleyen bir adam ve sazlıkların arkasındaki tepede, denize karşı sohbet eden üç genç kız çizilmişti.

Gülçin GÜMÜŞAY

Gülçin Gümüşay
Latest posts by Gülçin Gümüşay (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close