Yazar: 22:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Şiir Kitabı

Osmanlı’nın Son Döneminde Şiir Eleştirisi Kitap İncelemesi

  Emine Tuğcu’nun kaleme aldığı, İletişim Yayınları aracılığı ile okuru ile buluşturduğu  ‘’Osmanlı’nın Son Döneminde Şiir Eleştirisi’’ adını taşıyan çalışması edebiyatımızın eleştiri alanına ışık tutuyor. Kitap, ‘’Osmanlı Divan Edebiyatı ve Eleştiri’’, ‘’ Tanzimat Dönemi: Edebiyat-ı Sahiha’nın İnşası’’, ‘’Eleştirilerle Kavranan Bir Dönem: Servet-i Fünun’’, ‘’Milli Edebiyatın İnşası: Direniş ve Uzlaşım’’ adlarını taşıyan dört bölüm den oluşuyor. Tuğcu, giriş bölümüne eleştiri türünün edebiyatımıza girmesinden bahsederek başlıyor. Daha sonra ise ‘edebi eleştiri’ kavramını açmış. Türk şiir tarihimizin anlaşılıp yorumlanmasında eleştirinin payı oldukça büyüktür. Edebiyatımızdaki eleştirinin işlevini anlayabilmemiz, kendi tarihselliğimizin merkeze alınması ile mümkündür diyor Tuğcu. 

 ‘’Osmanlı Divan Edebiyatı ve Eleştiri’’ başlığını taşıyan birinci bölüme yazar bir soruna değinerek giriş yapıyor. Edebiyatın tarihselliği yok sayılarak, modern sanat anlayışına göre yorumlanma yapılmasına değiniyor. Daha sonra Osmanlı edebiyatında şiir eleştirisinin olup olmaması durumunu ve Dursun Ali Tökel’in fikrini bize sunuyor. ‘’Edebiyatın olduğu bir yerde eleştirinin de olacağı fikri kabul görmüştür’’ (Tökel,2003:16). 

 Modern edebiyatta eleştirinin işlevine de değinen yazar, Osmanlı edebiyatında eleştiriyi kavrayabilmek için Osmanlı’da sanat ve sanatçı algısının ortaya çıkmasının gerektiğini vurguluyor. Osmanlı Divan şiirine yöneltilen eleştirilere yer veren Tuğcu, sanat, zanaat, sanatçı, zanaatçı terimlerine de yer veriyor. Hâmi ve sanatçı ilişkisine de değiniyor. Osmanlı şiir eleştirisi yaklaşımının himâye geleneği ile arasındaki ilişkisini ele alıyor. 

 Bazı edebiyat eleştiricileri, edebiyat eleştirisinin belâgat ile ortaya çıktığı görüşüne sahip. Bu noktada belâgat terimi üzerinde duruyor. Osmanlı eleştiri yaklaşımında belâgatın oynadığı rol üstünde duruluyor. Kuran ve belâgat arasındaki ilişkiyi sunuyor. Edebi değerin niçin belâgat ile ele alınması gerektiğinin de üstünde duruyor ve Osmanlı dönemi eleştiri yaklaşımının dini bir çerçeve ile ele alındığını söylüyor. Osmanlı ile Avrupa arasındaki etkileşimin çift yönlü olduğuna dikkat çeken Tuğcu, 17. yüzyıl Osmanlı edebiyatında ortaya çıkan üslûp farklarının değerlendirilmesinin, edebiyat tarihini iyi bir şekilde değerlendirmenin gereği olduğunu belirtiyor.  Mahallileşme/yerlileşme ile ilahi gerçekliğin yerini dünyevi gerçekliğe bıraktığını ekliyor.  Daha sonraki sayfalarda hikemi tarza da değinen yazar, Sünbülzâde Vehbi’nin yazdığı ‘’Sühan Kasidesi’’ için, 18. yüzyıldaki eleştirel yaklaşımı anlayabileceğimiz bir metin olduğunun altını çiziyor. Şiir ortamı hakkında önemli ipuçları sunduğu için o dönemin edebiyat eleştirisi ile ilgili önemli bilgileri barındıran bir kaynak. Bu bölümde dikkat çekici bir diğer şey ise; Osmanlı’da ilk defa III. Ahmet döneminde OsmanzâdeTâib’e şairleri değerlendirme görevinin verilmiş olması. (Bu konuyu, Menderes Coşkun ‘’Divan Şairlerinin Birbirleriyle İlgili Manzum Değerlendirmeleri’’ adlı makalesinde ele almış.)Böyle bir değerlendirmenin padişah tarafından yapılmasının amacı belki de şiir ve şair ile ilgili önlemler alınmasının gerekli olduğu. Emine Tuğcu da, bu konu hakkında:’’ Böyle bir görevlendirmenin resmi kanaldan yapılması, şiir üretiminde ciddi sorunlar yaşandığını ve bunun aşılması için de önlemler alındığını düşündürmektedir’’ (Tuğcu 2013: 65).  ‘‘’Kudema tarzı’’ndan sonra, Tanzimat şiirinden önce: ‘’Yeni’’ şiire doğru’ alt başlığını taşıyan kısım ise, edebiyatımızda modern şiirin oluşmasını kavrayabilmek için önemli bir kısım. 

  İkinci bölüm, ‘’Tanzimat Dönemi: ‘Edebiyat-ı Sahîha’nın İnşası’’ başlığını taşıyor. Tuğcu, sonraki sayfalarda bu kavramı açıklarken, ‘gerçekçilik’ kavramını da ele alıyor. ‘’Gerçekçilik’’ kavramının edebiyatımıza Tanzimat döneminden önce girdiğini, ancak Tanzimat döneminde olduğu gibi bir edebiyat programının parçası olmadığını ekliyor. Divan şiirinde ilahi gerçekliğin yerini dünyevi gerçekliğe bırakmasının Tanzimat döneminin öncesine dayandığını belirtiyor.  Tanzimat sanatçılarının eleştiri türünün oluşmasına zemin hazırladıklarını söyleyen yazar, eleştirilerde dile getirilen en önemli hususun, Divan şiirindeki dil ile konuşma dili arasındaki farklılık olduğunu belirtiyor. Şinasi’nin edebiyatımızın yenileşmesinde önemli bir kapı araladığını söylüyor, Şinasi’nin eleştiri türünde eser vermemesine rağmen Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde yazdığı mukaddimede, eleştiri hakkında fikirlerini söylediğini ekliyor. Bu metinde, Şinasi’nin metni değil, şairi merkeze alarak iyi ‘şairin’ belirlenmesini ölçüt aldığını belirtiyor. 

 ‘‘Edebiyat-ı Sahîha’nın programı’’ alt başlığını taşıyan kısımda ise Namık Kemal’in ‘’Lisân-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir’’ başlıklı yazısının, hem yeni edebiyatımızın sınırlarını çizen bir yazı olduğunu, hem de Tanzimat dönemi edebiyatının nasıl kavranması gerektiği ortaya koyan bir yazı olduğunu vurguluyor.  Namık Kemal, edebiyat dilinin herkesçe anlaşılması gerektiğini savunmaktaydı.  Ziya Paşa’nın ‘’Şiir ve İnşa’’ makalesine de değinen Tuğcu, bu makalenin Tanzimat döneminin bildirgesi olarak kabul edildiğini söyler. Ziya Paşa’nın asıl üzerinde durduğu noktanın dil meselesi olduğunun altını çizer. Divan edebiyatında eleştiri yaklaşımının kuramsal çerçevesini belâgat ilminin belirlediğini söyleyen yazar, Tanzimat döneminde şiir üretiminin ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin bu kez ‘edebiyat-ı sahîha’ doğrultusunda şekilleneceğini söyler. Namık Kemal’in bu yüzden Osmanlı diline uygun yeni bir belâgat sisteminin getirilmesi taraftarı olduğunu da ekler. Recaizâde Mahmut Ekrem’in ‘’Talim-i Edebiyat’ kitabıyla bu beklentisinin karşılandığını söyler.  Edebiyat-ı sahîha’nın başlıca ölçütlerinin, şiirde hayal unsurunun yerine tabiata ve gerçeğe dayalı fikri öne çıkarması olarak ele alır. Divan şairlerinin hünerlerini, anlamı söz sanatlarıyla örterek açığa çıkardıklarını, Tanzimat dönemi şairlerinin ise sade bir söyleyişle fikirlerini ortaya koyduklarını belirtmiş. Namık Kemal’in, Divan şiirinin ‘hayal sistemini’ akla uygun bulmayarak eleştirdiğini ekler. 

  Recaizâde Mahmut Ekrem’in, Talim-i Edebiyat adlı kitabına da değinen Tuğcu, Osmanlı diline uygun bir belâgat kitabının yazılması gerektiği düşüncesiyle Ekrem’in kitabını oluşturduğunu aktarıyor. Esere göre edebi eserin asıl niteliğini belirleyenin hakikat ve tabiata uygunluk olduğunu söylüyor. Hakikat ve tabiata uygunluk kavramlarını açıklayan yazar, Ekrem’in çalışmasının en önemli yerinin şiir yazımında fikri ön plana çıkarması olduğunu vurguluyor. Kitapta, iyi bir üslubun nasıl tanımlandığı ve hangi niteliklere sahip olduğunda başarılı sayıldığından da bahseder Tuğcu. Ele alınan konuya uygun üslûp seçiminin, edebi metinlerde kullanılacak dilin oluşumuna zemin hazırladığı da ekler. İyi şiire ulaşmanın, şiirde gerçekleşmesi mümkün olan fikirleri, uygun üslûp ve vezin ile bir araya getirmek olduğunu söyler. Ekrem, kitabında her güzel şeyin şiirin konusu olabileceğini dile getirir. Edebiyat-ı sahîhanın gerçeklik ilkesini tabiatı kullanarak işlevselliğe ulaştırır. Mübalağanın yerinde kullanılmasını ve gerçekçi olması gerektiğini savunur Ekrem. 

 Namık Kemal, edebiyat-ı sahîhanın ilerlemesi için sunduğu tekliflerin başında, şiirdeki vezin değişikliği gelir. Abdülhak Hamit’e yazdığı mektupta,vezni hece vezni olan bir eser yazmasını ister. Hamit, üç yıl çaba harcayıp ‘Nesteren’i oluşturur, fakat Namık Kemal beğenmez. Beğenmemesinin görünürdeki nedeni Batı hayal sistemini işlemesiyken, asıl nedenin, hece vezninin edebiyatın ihtiyacını karşılamaması olduğunu aktarır.  Bu defa da Namık Kemal, hece vezninin bir çözüm olmadığını düşünerek, Hamit’ten kafiye üzerinde bir deneme yapmasını ister. Yine hedefine ulaşamaz. 

 Ziya Paşa’nın 1874 yılında yazdığı ‘Harâbat’ adlı esere de yer veren Tuğcu, bu antolojiye yönelik en ağır eleştiriyi Namık Kemal’in dile getirdiğini aktarır. Ziya Paşa’nın, divan şiiri geleneğinden beslenerek, Batı’nın ilmi gelişmelerini takip ederek yeni bir edebiyatın tanzim edilebileceğine inandığını dile getirir. Beşir Fuad’ın, Victor Hugo monografisinde, Namık Kemal, Recaizâde ve Abdülhak Hamit’i şiiri hayale dayandırdıkları gerekçesiyle eleştirdiklerini söyler. ‘Gerçekçilik’ yaklaşımlarını da ele alır. 

 Muallim Naci’nin şiire bakış açısına da değinen yazar, Muallim Naci’nin günümüzde bile eski taraftarı sayılmasının nedenini, Recaizâde ile giriştiği tartışma ve çevresindekilerce anlaşılmaması olarak niteler. 

 ‘’Eleştirilerle Kavranan Bir Dönem: Servet-i Fünun’’ başlığını taşıyan üçüncü bölüme, Servet-i Fünun oluşumunun, edebiyat-ı sahîha anlayışı ile değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hakkında görüşlerini belirterek giriş yapar. Tanzimat edebiyatını kural koyucu bir babaya, Servet-i Fünun edebiyatını ise bu ‘’baba’’nın otoritesini kabul eden bir ‘’oğul’’ olarak görür. Bu benzetme, okuru edebiyat-ı sahîha ile Servet-i Fünun arasındaki ilişkiyi düşünmeye sevk ediyor.  Tevfik Fikret’e göre eleştirinin merkezinde yine eserin sahibi vardır. Cenap Şahabeddin’e göre ise eleştirmenin görevi, eserin güzelliğini açığa çıkarmaktır. 

 Servet-i Fünun döneminin oldukça fazla eleştiri almasının nedenlerini Tuğcu şöyle sıralamış: İlki iktidarın, diğeriyse Batı(özellikle Fransız) sanatının bu edebiyat üzerindeki etkisi. Servet-i Fünun edebiyatına yapılan eleştirilerde sürekli karşımıza çıkan kavramın ‘’taklit’’ olduğunu söyler. Bu kavrama yüklenenanlamın neler içerdiğini de ekler.  Gerçekçilik kavramına tekrardan değinen yazar, bu dönemde gerçekçiliğin farklı şekillerde algılanması nedeniyle bu dönem şiirinin ‘gerçekçi’ etki yaratmadığı için eleştirildiğini söyler. 

 Yine bu dönemde, Servet-i Fünuncuların eleştirildiği konulardan biri de dil konusudur. Yapay, halktan uzak bir dil kullandıkları için eleştirilmişlerdir. Bu konu hakkında yazarın oldukça önemli tespiti vardır. Şairlerin konuşma dilinden uzak bir dil kullanmalarının oldukça fazla eleştirilmesi, edebiyatın sosyal fayda ilkesine göre kavranmasından ileri gelir; buna karşılık edebiyat diline dair önerileri ve yürüttükleri tartışmalar üzerinde durulmaz, der. Tevfik Fikret edebiyat dilinde bir sorun olduğunu düşünür, bu sorunun sınıfsal olduğunu söyler. Cenap Şahabeddin ise, hissedilen duygunun ‘gerçekçi’ etki yaratması için yeni kelime ve tabirlere yer verilmesi, bunların da mecaza yaslanmasının gerekliliğini savunur. 

  Tevfik Fikret’in şiir dilini tanımlarken nazmı ve nesri ortak paydada buluşturarak edebiyatın şairâne niteliğini ön plana çıkardığını, bu kavrayışın etkisiyle ‘mensur şiir’ örneklerinin ortaya çıktığını ve ağırlık kazandığını söyler. Mensur şiir türünün Tanzimat döneminde de yazıldığından, fakat türün olgun örneklerinin Servet-i Fünun sanatçıları tarafından verildiğini ekler.  Manzum ve mensur ayrımını da ele alan yazar, Cenap ve Fikret’in manzum ve mensur ayrımını vezin ve kafiye ölçütüyle belirlediklerini ekler. Şiirin başarılı olma koşulunu, resim ve müziğin imkânlarını kullanıp hitap ettiği kitleye etki etmesine bağlar. 

 Son bölüm olan ‘’Milli Edebiyatın İnşası: Direniş ve Uzlam’’ başlığını taşıyan bölüme yazar, Şinasi, Namık Kemal, Recaizâde gibi Tanzimat sanatçılarının fikirlerindeki şair algısına ait değişimlere yer vererek giriş yapıyor. Şinasi ve Namık Kemal’in fikirlerinde sosyal fayda prensibinin, edebiyatı işlevsel kılmanın gereği olduğunu dile getiriyor. Beşir Fuad’ın materyalist yaklaşımına karşı çıkan Namık Kemal ve dönemin diğer aydınlarının, dini geçersiz kılan akılcılığa dayalı ‘gerçekçilik’ anlayışına karşı olduklarını, Batılı anlamda ‘’akılcılık’’ algısını reddettiklerini aktarıyor. 

 Fecr-i Âti topluluğuna değinen Tuğcu, topluluğun eleştirildikleri noktaları da ele alıyor. Daha sonra Yeni Lisan makalesi ve milli edebiyat konularını aktarıyor. ‘Edebiyat-ı sahîha’nın meydana gelmesinde dil konusu merkeze alınmış, konuşma dili ile yazı dili arasındaki farkın ‘anlaşılırlık’ ilkesi doğrultusunda şekillenmişti. Milli edebiyatın inşası için yine konuşma ve yazı dili arasındaki farklılığın giderilmesi hedeflenmiş ancak Milli edebiyatta dil, ‘’milli’’ nitelikleri açısından incelenmiş. Ömer Seyfeddin’in kaleme aldığı Yeni Lisan makalesinde, Seyfeddin Divan şiirinin hem dilini eleştirmiş hem de bu şiiri İran edebiyatının taklidi sayarak ‘gayr-ı milli’ bir özellik taşıdığını nitelemiştir.  Ömer Seyfeddin, Servet-i Fünun edebiyatını da eleştirmiş, taklitçi olduklarını dile getirmiştir. Servet-i Fünun edebiyatını,  ‘’Salon edebiyatı’’ yaptıkları gerekçesiyle de eleştirmiş, burada karşımıza ‘salon edebiyatı’ kavramı çıkmıştır. Tuğcu, daha sonraki paragrafta Yeni Lisan makalesinin ilkelerini ele almış. 

 ‘Milli edebiyatın programı: Türkçülüğün Esasları’ alt başlığını taşıyan kısımda, Ziya Gökalp ve onun ‘hars-medeniyet’ sentezine değiniyor. Gökalp, hars-medeniyet sentezi ile sahip olunan ile sahip olunması istenenin nasıl bütünleştirileceğine dair bir çerçeve çizmeye çalışmış. Gökalp, halkın edebiyatını harsın parçası olduğu gerekçesiyle samimi, Divan ve Tanzimat sonrasını ise yapay bulmuştur; dolayısıyla halkın ürettiği edebiyatı ‘’milli edebiyat’’ın kaynağı ve edebiyattaki güzelliğin ölçütü ilan etmiştir. 

 Mehmet Âkif Ersoy’un ‘sosyal gerçeklik’ kavramını da ele alan yazar, Âkif’in fikir adamı yönüne vurgu yapıyor. Âkif, edebiyatın sosyal bir amacının olması gerektiğini savunuyor. Eleştiri noktasına geldiğimizde ise Âkif’in, Divan şiirinin gerçekçi olmadığı ve hayali olduğu gerekçesiyle eleştirdiğini aktarıyor yazar. İslam birliğini savunan Âkif’e göre, devletin bütünlüklü yapısının korunması için dinden yararlanılmalıdır. 

 Ahmet Haşim’in şiir poetikasına da değinen Tuğcu, Haşim’in milli edebiyat düşüncesine karşı çıktığını aktarıyor. Ona göre şiirin muhatabı sıradan bir okur değildir ve de olmamalıdır.  Nazım ile nesrin birbirinden ayrılması gerektiğini de belirtir. Haşim, şiiri sözden ziyade musikiye yakın görür. Yazar, Fikret ile Haşim’in müzik ile şiirin ilişkisi ile ilgili görüşlerini de ele alıyor. 

 Yahya Kemal Beyatlı’nın şiir hakkındaki eleştirilerini de ele almış, şiire herkesin tersine olumsuz soru ile yaklaşıp ‘’Şiir ne değildir ve nasıl olmamalıdır?’’ sorusunu sormuştur. Tuğcu, Beyatlı’nın eleştirisinin, Fecr-i Âti şairlerinin bireysel şiir anlayışına, milli duyguları uyandırmak için fikri ön plana çıkaran milli edebiyat dönemi şiirlerine, sosyalist dünya görüşünün işlendiği şiirlerin diline yönelik olduğunu aktarıyor. Haşim ile Beyatlı’nın şiir ile ilgili görüşlerinin arasındaki farklılıklara da değiniyor.  Vezin, Nev-Yunanilik gibi düşüncelerine de yer veriyor. 

 Tuğcu, Eleştiri türünün, modern sanat düşüncesinden doğan bir tür olarak kabul edildiğini aktarıyor. Eleştiri türü, dönemin dilinden, siyasal ve kültürel ortamından oldukça etkileniyor. Eleştiri geleneği her dönem edebiyatımızda gün yüzüne çıkmış bir gelenek aslında, eleştiriye konu edilen kavramların değişimi söz konusu. Bu kitap da edebiyatımızdaki eleştiri türünün, dönem dönem şairlerin şiir, edebiyat ile ilgili görüşlerinin ele alınmasında önemli bir eleştiri kaynağı ve oldukça iyi bir çalışma. 

TUĞCU, Emine (2013). Osmanlı’nın Son Döneminde Şiir Eleştirisi, İstanbul, İletişim Yayınları, ss.215, ISBN: 978-975-05-1176-9. 

Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close