Yazar: 18:40 Öykü

Ölü Yoldaşı

                                                      Küllü nefsin zâikatül mevt.

                   ( Al-i İmran -185)

Kaç kişi yıkadım bu teneşir taşında. Kaç kişinin donuk, soğuk, mor vücudunu evirip çevirdim. Kimsenin yapmak istemeyeceği bir işi üstlenmenin ecrini anlatmıştı müftü; Allah rızası için, demişti.

Ücretini almasan Allah rızası için elbette ya bir kere yaparsın bir işi ya iki kere. Ben defalarca…  Yaşlısı, çocuğu, genci… Kaç kişi saymadım.

Bazen oğluyla yıkadım cenazeyi bazen babasıyla bazen ise tek başına. Ölüler sana hayatından ipucu verir. Nasıl yaşamış, sevilmiş mi, yalnız mı, zengin mi? O cansız beden senle konuşur. Bazısının kimi kimsesi yoktur. Bazısının ise morgun kapısı dolu doludur.  Bazen ölümü yakıştıramadığın tazenin annesinin çığlığı dolar içeriye, bazen de vakti gelmiş bir ihtiyarı yolculayanların rahatlama sükûneti. Bazı mevta dışardan kim taşıyacak kavgasıyla karşılanır, bazı mevta ise miras kavgasıyla.  Çeşit çeşit hikâyeleri vardır ölülerin. Gasilhanede onları dinler, tabuta koyuncaya dek son yoldaşları olurum onların.

Başlangıçta tüylerimi diken diken eden şeyleri üç beş defadan sonra umursamaz oldum. Taş kalplilikle ilgisi yok, başka türlü yapılmaz bu iş.

Telefonum çaldı. Acı acı diyorlar ya telefon acı acı çalmaz ama acı haberler ulaştırır insana. Babam ölmüş 77 yaşında. “Kaç yaşındaydı?” sorusunun ne kadar acımasız bir soru olduğunu o gün anladım. Ölen baban ise yaşın bir önemi yokmuş o gün bildim.

Ev doldu taştı. Ağlayanlar, “Rabbim sıralı ölüm versin,” diyenler, “Zaten vakit gelmiş,” diye teselli edenler… Fahriye Teyze tencereyle yemek getirmiş. “Bir hafta getireceğim böyle sakın sen uğraşma,” diyor. Diğerleri kenardan tencere içini gözetliyor. Evlerinde yok mu acaba? Oturuyorlar, hâlâ oturuyorlar acıyı paylaşmak için geldiler. O vakit paylaşsanız ya! Alsanız ya içimdekini. Kimsenin bir şeyi almaya niyeti yok dağıtılan pide ve ayrandan başka. Sadece ağlıyorlar, ben bakıyorum.

“Sen yıkarsın değil mi oğlum? Ne de olsa…”

“Yıkarım.”

Nasıl yıkarım, nasıl soyarım, nasıl su dökerim, nasıl çeviririm, nasıl sararım?

Abim de giriyor benimle içeriye. Kıyafetleri önceden çıkarılmış.

“Ne yapacağız şimdi? Hadi!”

“Su dökeceğiz.”

Unuttum. Nereden başlanıyor, neresi yıkanıyor.  Bu beyaz teller, hep geriye doğru tarardı. Bu sakallar, ne çok okşardım çocukken. Bu eller, elimi tutup bakkala götürürdü okul çıkışı.

“Gözyaşı abdesti bozar mı?”

“Bozmaz.”

“Hadi devam edelim öyleyse, kokusunu sürdün mü?”

“Sürdüm.”

“Bu bez alt tarafa mı üste mi?”

“En son.”

“Parmakları bağladın mı?”

“Bağladım.”

Bitti çıktık. Kapıda yıllardır görmediğim yengem ağlıyor. Daha doğrusu ağlamaya çalışıyor.  “Başın sağ olsun,” diyor. Baş mı kaldı gitti işte.

Tabuta koyarken dua etmek lazım;

“Bismillahi ve ala milleti Resulullah”

Bu mezarlık yerini kim bulmuşsa Allah razı olsun. Yemyeşil ağaçların altı. Defin işlerini bizim Rıza Hoca yaptı. Liseden arkadaşım. Yasin ezberleyememişti sonradan ezberlemiş belli ki. Bir de makam eklemiş. Herkes hüzünlü bir şarkı dinler edasında.

“Toprağın bitirdiklerini, kendilerini ve daha bilmedikleri nice şeyleri çifter çifter yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır.”

Babamın çifti annem. Annemin mezarının yanını kendine ayırmıştı babam yıllar önce. Bana en çok onun yanı yakışır gene, derdi.  Hayattayken de yakışsaydı ya sana. Annem babamı ne çok yordu. Burada rahat bıraksa bari. Yok annem kötü bir insan değildi. Sadece kimseden çıkaramadığı hıncını babamdan çıkarırdı. Dayım tarlayı vermedi, babam çekti. Halam hep işleri buna yıktı, babam çekti. Nenem kıskançlıktan olmadık işler etti, babam çekti. Komşusu çemkirdi, babam çekti. Annem herkese sustu, bir babama konuştu. Konuştu mu kustu mu?

Merkep tahtasını yan dizmek gerek. Başı da kıbleye gelsin. Toprağı iyice atın. Taze mezar Allah korusun vahşiler açmasın.

Kırgın gitti abime. Değdi mi? Hep bu mendebur kadın yüzünden. Kendi anasına yakın olacağım diye aldı götürdü buralardan. Sanki buradaki ata değildi. 

Evlenmedin değil mi diye soruyor köyden amcazade. Sanki bilmiyor. Evlenmedim ulan bal gibi de biliyorsun işte. Daha çok acısın canım istiyorsun. Kendi almış kara kuru bir şey, çok matah bir iş yapmış sanki çocukları da kendine benziyor. Sizden anca bu kadarı çıkar.

Tören bitti gösteri ya da.  Herkes dağıldı. Abim ile karısı da alıp başlarını gitti. Tabii hep gidin… Çocuklarınız var ya kardeşi anayı babayı ne edeceksiniz siz? O yoğun, kimseye yetişemeyeceğiniz hayatınıza dönün. Çocuklarınızı kurslardan kurslara koşturun. Olmadı sirke, olmadı sinemaya, olmadı alışveriş merkezine tepin ama sakın getirmeyin buralara.  Sakın yaklaştırmayın yakınlarına.

Aman yaşayanlardan hayır yok anladık zaten. Nefes alıp hayırlı iş yapanı görmedim ki. Gördüklerim de bir bir göçtü gitti. Nefesleri kesildi. Neyse ki ölülerim var benim. Onlar yoldaş olur bana.

Her canlı ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir… Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir. ( Al-i İmran 185)

Hoş geldin.

Şişşşt, kimseye demek yok. Diyemezsin ki. Ben sana karşı koyma, acı çekmeyeceksin dedim. Dinlemedin. Ben acı çekmeni istemedim. Sen istedin. Ama bak fena mı oldu, kurtardın bu pis dünyadan. O kara kuru karıdan, ona benzeyen çirkin yavrudan. Ben şimdi seni yıkayıp paklayacağım. Abdestini de aldıracağım. Pamuğunu da tıkadık mı tamamdır. Merak etme, ben sana yoldaşlık edeceğim kabrine koyuncaya. Bizde hizmet böyle. Ölmeden mezara kadar.  

Kaç taneye böyle hizmet ettim saymadım. Yok yahu babama sadece yıkama hizmeti verdim, Azrail bana bırakmadı öncesini. Zaten yapmazdım. O benim yanımda olan tek insandı. Neden yapayım? Ama abim konusunda güzel planlarım var.  Çocuklarına kıyamıyorum yoksa… Oğlan bana benziyor. Kız da anama. Azcık daha büyüsünler sonra.

Editör: İlknur Sıdar Gülbay  

Hava Kantar
Latest posts by Hava Kantar (see all)
Visited 25 times, 1 visit(s) today
Close