“Handan,” dedim, “sen Handan’sın. Annem değilsin.”[1]
Nohut Oda, Melisa Kesmez’ in üçüncü öykü kitabı. Kesmez 2019 yılında, Nohut Oda ile 65. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Kitapta, beş öykü yer alıyor fakat kitaptaki öyküler arasında kitaba adını veren bir öykü yok. Beşinci ve son öykü olan“Kız Kardeşim Handan” da “nohut oda” ya rastlıyoruz. Bir annenin, kocasını kaybettikten sonra iki kızıyla birlikte kurduğu, nohut oda bakla sofa bir hayat… Bu hayat, annenin ölümüyle sarsılıyor ilkin. Hikâye de burada başlıyor.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip’ te, yetişkinlerin en dokunaklı, en unutulmaz anılarından birinin, her türlü oluşum ve değişimin gizemli kaynağı, eve dönüşün, her tür başlangıç ve sonun sessiz temelinin anne sevgisi olduğunu söyler.[2] Öyküdeki iki kız kardeş, Handan ve Aliye, annelerinin ölümüyle hem bir başlangıcı hem de sonu tecrübe edeceklerdir. Herkes elini ayağı çektikten, kapılar kapandıktan; kalabalık, yerini uzun bir sessizliğe ve iki kişilik çok eşyalı bir yalnızlığa bıraktıktan sonra eve dönmenin, anneye dönmenin yollarını arayacaklardır. Handan’ın açmadığı bir telefonun verdiği korku ve tedirginlik, Aliye’yi evine, kız kardeşi Handan’a götürür. Aliye, annesinin ölümünü hatırlar ve oyunun başladığı âna döner.
“Handan görüşmediğimiz iki yılda büsbütün anneme benzemişti. Saçları aynı onunkiler gibi beyazlamıştı. Gözleri, burnu, dudaklarının kenarındaki çizgiler… Karşımda sanki annem duruyordu.”[3]
Annenin ölümü, on sekiz yaşındaki Handan’a dönüştürücü bir rol vermiş, ona, kendisini feda etmesi karşılığında acısını gizleme imkânı tanımıştır. Handan bu, anneyle özdeşleşme rolüyle birlikte hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak gölge bir hayat yaşayacaktır. Kendini, annesine benzeyerek koruyacaktır Handan. Aliye ise bu oyunun dışına çıkıp kabuğuna çekilecektir. Gaston Bachelard’ın ifadesiyle kabuk-ev hayalidir onunki. “Bir kabukta yaşamak için yalnız olmak gerektiğini iyi biliriz. (…) Yaşam bizleri büyük hüzünlere boğduğunda, herkes kapılır bu düşe.”[4]
Bu iki kardeş, annelerini kaybettikten sonra mutlu bir evcilik oyununun içinde bulurlar kendilerini. İlk yaptıkları, annelerinin ardından dağılanları toplamak, eski yerlerine yerleştirmek, her şeyi yoluna koymaya çalışmak olacaktır. Düzenlenen eşyalar, “Bir düzen içinde yerlerini almakla kalmayıp o düzene içten bağlarla sarılırlar. Evde özenle yapılan günlük işler, nesneden nesneye geçerken, çok eski bir geçmişi yeni güne bağlayan iplikleri dokur.”[5] Handan ve Aliye, bu sayede evi canlı tutacak ve hatıralarını koruyacaktır. Bu bilinçle annelerinden kalan kıyafetleri, küpeleri, çiçekleri, tarif defterini saklar, sahiplenir ve yaşatmaya çalışırlar. Handan, ilk sütlacını annesinin tarifiyle deneyecektir.
Melisa Kesmez, Nohut Oda’nın diğer öykülerinde olduğu gibi “Kız Kardeşim Handan” da da eşyayı kurguya özenle yerleştirmiş gibidir. Eşya bu öyküde, yalnızca mekânı tamamlayan bir dekor olarak değil, kahramanlara aidiyet duygusu aşılayarak onları eve, anneye ve birbirlerine bağlayan, geçmişleriyle bir arada tutan yardımcı bir karakter gibidir. Nesnelerin insan belleği ve hatıralarıyla olan yakın ilişkisi, nesneye eşya olmanın dışında bir anlam, hatta bir tür canlılık atfedecek, insanlar tarafından daha fazla benimsenecektir.[6] Kardeşlerin de eşyayla kurdukları ve kuracakları bağ, eve dönüşlerinde onlara yardımcı olacaktır. Çünkü bildikleri en iyi yol, eve giden yoldur. Eşya, geçmişe sığınaklık etmesinin yanında, kahramanın iç dünyasını anlama ve çıkmazlarını anlamlandırma çabasına da hizmet eder. Okur, mekân ve eşyada, kendisini kahramanın dünyasına götürebilecek birtakım ipuçları taşıdığını fark eder.
İki kız kardeş, yeni yaşamlarında eski hayatlarını devam ettirebilecekleri tesellisiyle eşyalara, hatıralarına ve geçmişe bağlanacaklardır. Aliye ise oynamaya kendilerini mecbur hissettikleri bu oyunun, bir yanılgı olacağını önceden sezecektir. Handan, bu mutluluk oyununu annelik oyununa dönüştürecektir. Annesiyle özdeşleşen Handan’ın kaçıp sığındığı yer, annesi (gibi) olmaktır. Kendini feda ederek hayatını tüketecek ama eşyalar yerli yerinde duracak ve çiçekler tüm canlılığıyla bahçeyi doldurmaya devam edecektir. Handan, yanında annesinin bir fotoğrafı, kuaföre gidip “aynısını istiyorum”[7] diyecek kadar kendini kaptıracaktır bu oyuna. Her gün baştan başladıkları, ikisinin de rollerini bilerek oynadıkları geçici bir mutluluk sahnesidir bu. Geçicidir, zira bir sabah bu oyun bozulacaktır. “Uyanıp mutfağa gittiğimde, üzerinde annemin sabahlığıyla karşıladı beni.”[8] Aliye, bu ansızın başlayan oyunu ilk başta garipsemiş fakat Handan’ın mutlu göründüğü bu rüyayı bozmak istememiş, kabullenmiştir. Eve dönmüşlerdir fakat döndükleri ev, artık Handan’ın evidir. Oyuna ayak uydurmaya çalışan Aliye, bir süre sonra bense eve sığamaz oldum[9] diyecek, oynamaktan vazgeçecek ve hikâyesini başka yerde arayacaktır.
Mekânın, geçmişi yaşatan somut unsurlardan biri oluşu kahramanın mekândan kaçmak istemesinin en belirgin faktörlerden biridir.[10] Aliye’deki bu kaçışın nedeni de mekân karşısında duyduğu yabancılaşma hissinden kaynaklanmaktadır. Aliye’nin hissettiği sıkıntı ve tanık olduğu değişim, onu mekândan uzaklaşmaya itecektir. Kahraman, kendi yaşadığı değişim ya da köklü dönüşümler sonucunda mekânı artık kendine uygun bulamaz ve daha önce aşina olduğu uzamları yadırgamaya başlar.[11]
Handan ise Aliye’nin gidişinden sonra annelik oyununu mutfağa taşımıştır. Yeni evi burasıdır, ihtiyacı olan her şeyi mutfağa tıkmıştır. Koltuk, yorgan, yastık, televizyon ve daha birçok eşyayla yeni bir yaşam alanı inşa etmiştir kendine. Oyununa burada devam etmek, eşyayla istiflediği bu mutfağı nohut oda bakla sofaya çevirmek istemiştir.
Handan, on sekiz yaşından kırk üç yaşına kadar annesinin izlerini takip etmiştir. Fakat kırk üç yaşından sonrasını hayal edememiş, üstelik annesinin izlerini de kaybetmiştir. “Kendi elleriyle kurduğu saat durmak üzere”dir.[12] Kendini sınırladığı bu rol devam ettikçe, bu alışkanlığın etrafında kendine duvar ördüğünü, duvarın arkasında bir taklit gibi yaşadığını idrak edecektir. Ancak bu bilinç, ona yeni bir başlangıç yapma cesaretini veremeyecektir.
“Benim hikâyem bu kadarmış gibi geliyor. Ben bu kadarını hayal edebildim çünkü. Gerisi yok ki.”[13]
Handan’ın, anne olarak doldurmak istediği boşluk, Handanın eksikliğiyle karşı karşıya gelecektir. Handan, önce annesiz sonra da Aliyesiz yaşamaya ve devam etmeye çalıştığı bu yeni düzen içerisinde günbegün kendi benliğinden uzaklaşmıştır. O, Aliye gibi üzüntülerinden kaçıp uzaklaşamamış; kalmayı, yokluğuyla yüzleşemediği bir hayatı üzerine giyinerek yürümeyi seçmiştir. Aliye, kız kardeşi Handan’a bu tercihin sahici olmadığını, baştan başlaması gerektiğini, bahçedeki çiçeklerin tekrar yeşermek için kendisini beklediğini söyleyecektir. Bu kırılmayı iyileştirecek tek bir yol vardır. Handan, hayata kendisi gibi devam etmelidir. Diken çiçeği, “Kal!” diyecektir Handan’a.
Editör: Hatice Akalın
[1] Melisa Kesmez, Nohut Oda, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s. 99.
[2] Carl Gustav Jung, Dört Arketip (Çev. Zehra Aksu Yılmazer) İstanbul: Metis Yayınları, 2019, s. 31.
[3] Melisa Kesmez, A.g.e., s. 80.
[4] Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası (Çev. Alp Tümertekin). İstanbul: İthaki Yayınları, 22017, s. 159.
[5] Gaston Bachelard, A.g.e., s. 99.
[6] Ayşe Demir, Mekânın Hikâyesi Hikâyenin Mekânı (1870-1922 dönemi), İstanbul: Kesit Yayınları, 2011 s. 20.
[7] Melisa Kesmez, A.g.e., s. 90.
[8] Melisa Kesmez, A.g.e., s. 89.
[9] Melisa Kesmez, A.g.e., s. 91.
[10] Ayşe Demir, A.g.e., s. 205.
[11]Ayşe Demir, A.g.e., s. 244.
[12] Melisa Kesmez, A.g.e., s. 99.
[13] Melisa Kesmez, A.g.e., s.98.
- Kız Kardeşim Handan’da Annelik Oyunu - 26 Ağustos 2023