Kent nedir? Yunanca polis, Arapça medine, Farsça şehir, Latince cite, İngilizce city… Antik çağlarda toplumsal bir yapılanma, bir devlet örgütlenmesi olarak varolmuş kadim kentler var. Ancak Sanayi Devrimi’nden itibaren kitleselleşmeyle birlikte bambaşka bir dönüşüm geçirmiş, insan-insan ilişkilerinin en giriftleştiği yapılara dönüşmüş. Peki kentli nedir? Başlı başına incelenecek bir olgu olduğu açık ancak bir kentlinin gözüyle bakmak faydalı olacaktır…

Evden çıkıp yürümeye başlıyorum. Etrafa bakınıyorum. Her zamanki dilenci sokağın köşesinde. Asık suratlar görüyorum. Her şey yolunda. Şimdi ben evden çıktığıma göre bir hedefim olmalı. Bir kentli evden çıkarsa rotası oluşmuştur. Yürümeye başladıysak, hareket ediyorsak “bir yere” gidiyoruzdur biz. Sözgelimi insan bir köyde, ormanda vs. umarsızca yürüyebilir. Yalnızca yürür, üzerinde olduğu bir yol yoktur. Dolayısıyla her yön açıktır. Kentte işler değişir. Zira kentlinin amacından ziyade zaten üzerinde yürüdüğü yollar aslında birer rotadır. Çizilmiştir. Dışına çıkamayız biz kentliler. A-B noktaları arasında geçer ömrümüz. Öyle şikayet falan ettiğimden veya kendini beğenmiş tespitler yapmak değil amacım. Biz kentlileri bu labirentten çıkarın, zehir solumuş fare gibi nereye gideceğimizi şaşar, kalırız öyle. Şimdi yönümü anımsamaya çalışıyorum. Nereye gittiğimi unutsam bile üstüme ne giydiğime bakarak hatırlayabilirim. Herhalde bir yere göre giyinmişimdir. Nereye gittiğimi düşünüyorsam günlük rutinime dahil değil. Hedefim rutinimin bir parçası olsaydı zaten üzerinde düşünmeye gerek kalmazdı ve bu doğan zihin boşluğunu gereksiz oyalanmalarla, telefonuma bakmakla falan doldururdum. O halde bir yere gidiyorum. Özel bir yer olmalı. Düşünülmüş olmalı. Giyinişimden çıkaramadıysam biraz daha zamanım var. Zira her nereye gidiyorsam bu ancak bir sonuç olabilir. İlk uğrak noktam belli. Aslında uğrak noktası demeyelim. Bir araç. Hedefim her neyse, her nereye varmak istiyorsam ilk uğrak yerim belli. Metro. Metroya gidene kadar vaktim vardır. Metrodayken hala olur. Duraklara bakarken anımsayabilirim. Duraklara bakarken aslında kent içerisinde nerede olduğumun farkında değilim. Buna göre belirlemiyorum nerede ineceğimi falan. Metronun neresinde olduğuma göre kurguluyorum rotamı. Vezneciler, Haliç, Şişhane, Taksim, Osmanbey, Mecidiyeköy… Ben her gün buraları geçerek, Taksim Meydanı’nı yürüyerek varmıyorum gideceğim yere. O harita benim kurgum. O kroki benim kentim, yaşadığım yer orada bir durak. Ben Haliç’ten önceki Vezneciler’de yaşıyorum. Bozdoğan Kemeri’nin dibinde, o çevrede değil. Günbegün işe veya okula giderken, rutinimi tamamlamak üzere kullandığım ve benim için bir yaşam biçimi haline gelmiş metroya binmek özel bir yere gidiyorsam, yani heyecanlıysam apayrı bir anlam kazanıyor. Evet, söylediğim gibi, bir yaşam biçimi. Hangi kentli bunu reddeder. Kentin her sakini için geçerli. Zaten şu ana kadar düşündüklerimin tümü benim herhangi biri olduğumu gösterir. Özel bir durum yok içerisinde. İşte şimdi o yüzüne baktığım, daha doğrusu yüzüne bakmaktan kaçındığım insanlar, hepsi belki şimdi bunları düşünüyorlar. Eğer özel bir yere gidiyorlarsa. Laf arasında söyledim metroda birbirinin yüzüne bakmamak kuraldır. Herkes bakacak başka yerler arar. Kazara biriyle göz göze geldiniz mi hemen kalp atışları hızlanır, birazdan gerçekleşecek olası bir savaş için kılıçları kınından çıkarmak üzere eller davranır. Şanslı olanlar ilk binenlerdir. Kalabalık bir duraktan binen kentliler bakacak yerer arar da bulamaz. Tanrıya şükür ki telefon var. Sanki metronun icadı yıllar boyunca telefonu beklemiş, ikisi birbirini tamamlayan ardışık icatlar gibi. Şimdi bakıyorum herkesin suratı asık zaten. Yani hepimizin. Öyle sessiziz ki her birimiz ötekine arenaya atılmış gladyatörlermiş gibi bakarız. En ufak bir hataya tahammülümüz yoktur! Tek bir kıvılcım kentlilerin içinde biriktirdiği, çıkacak krater arayan volkanik lavların patlamasına yeter. Pimi çekilmiş bombalarız. Oysa birimizin üzerindeki elbise yanımızdakinin dikiş makinasından çıkıyor, öteki bunu bize satıyor, bir diğeri yediğimiz yemeği üretiyor . Şimdi çok ciddi işlerle uğraşıyor edası vermekle meşgulüz birbirimize. Tüm ciddiyetiyle elindeki telefona dalmış adamı görüyorum, okey oynuyor. Böyle işte metro. A’dan B’ye gidilen yollar her zaman değişir de taşıyıcı daima odur. Küçüklüğümden beri beni her yere o götürdü. Tüm hatıralarım bu kentte geçti, farklı mekanlarda. Beni hatıralarımın geçtiği yerlere hep bu metro götürdü. Ne var ki hatıralarımın hiçbir yerinde metro yok. Şimdi aklıma dank etti bunlar. Zaten kent metro demek. Tüm o ışıltının ardındaki gerçeklik, kentin özü. İngilizcede söylendiği üzere (underground) kentin yeraltı. Ne olabilirdi ki bir kent? Galeriler, müzeler, sahil, tarihi mekanlar falan. Hayır, bu olamaz. Doğal güzellik İstanbul’un istisnai özelliği. Dünya üzerinde kaç tane kentte boğaz var. Köprü yapmak işin kolayı. Asıl şansımız boğaz. Var mı boğaz yapabilen? O yüzden bunu geçelim. Bir kente doğal güzellik yakışmaz ki! Müzeler, galerilere ancak meraklıları gider. Eğer eşsiz bir eser varsa içinde tüm dünyadan ziyaretçi toplar. Tarihi mekanlar da neymiş. Bir kentli hiç tarihini gezer mi? Kaç İstanbul’lu “Hadi şu tarihimi gezeyim” demiş. Ancak yolunun düştüğü kadar, önünden geçtiği kadar tarih sevdalısıdır. Biz kentliler yaşadığımız kenti gezmeyiz. O işi turistler yapsın. Biz burada yaşıyoruz. Bu başka bir şey. Yine söylüyorum bundan şikayet etmiyorum, yakınmıyorum bundan. Bir bakkal elindeki çok tatlı şekerlemeleri yemez, renk renk içecekleri içmez. Bunu yaparsa aç kalır çünkü! O, ürünlerinden para kazanır. Kent, bir yaşama alanıdır. Metrosu olur. Dilencisi olur. “Yeraltı”sı olur. Varsa ağacı kesilmeli. Yine varsa suyu pisletilmeli. Ama bir de yerlisi olmalı kentin. Sakini ayrı. Sahiplenmeli o kenti. Burası bizim demeli sakinleri, burayı ellemeyin demeli. Burası bizim evimiz demeli. İstanbul’da mesela herkes misafirdir. Dolayısıyla misafirin öyle çok ta umrunda değildir yerinin kirletilmesi falan. En fazla nezaket gereği. Diyeceğim o ki çok şey beklemesinler biz kentlilerden. Öyle ahlaklı olmakmış, saygı sevgiymiş. Çok meşgulüz biz!

Sahi, nereye gidiyordum ben?

Selman Vural
Latest posts by Selman Vural (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close