Yazar: 11:46 Öykü

Katil (Maktul)

Alın yazım buraya kadarmış diye son kez içinden geçirdi ağzından çıkamayan cümleleri. Planının nasıl bu kadar yolunda gittiğine hayret ediyordu. Olmuştu, istediği olmuştu sonunda, önemli olan da buydu!

“Hadi bakalım gelin de bulun beni!” dedi. Şok anında insanların tepkisini o kadar çok görmek istemişti ki planını yaptıktan sonra sürekli dua eder olmuştu; “Allahım, yirmi üç senelik ömrümde beni pek duymadın, görmedin. Ses etmedim, elbet bir sebebi vardır dedim. Sabrettim, sustum. Ama buna susamadım, başımı öne eğemedim. Kusura bakmazsan senin işine karışacağım biraz. Canımla ilgili planlarım var. Senden son isteğim, planım başarıyla gerçekleştiğinde canımı on dakika sonra alman. O arada, annemin ve dayımın ne durumda olacağını göreyim, bana yeter.”

Üzerinde hiç sevmediği, vücudunda iğreti duran kar beyazı gelinliği ile idrar kokularına rutubetin eşlik ettiği tuvalette boylu boyunca yatıyordu. Düğün salonu zaten eksi ikinci kattaydı, gelinle damada özel olarak ayrıldığı söylenen bu özel tuvalet eksi üçüncü kattaydı. Gelinlikle rahat hareket etsin gelinler diye düşünülmüş belli ki. Oldukça genişti ve şu an orada uzanıvermiş gibi yatıyordu. Damarlarına karışan şerbetin içindeki siyanür, görevini başarıyla tamamlamıştı. 

Mutlu son, artık kabullendi, bu iş bitti diye düşünüyordu annesi. Başta çok karşı çıkmıştı Ayşe, günlerce ağlamıştı, kendimi öldürürüm demişti ama onu sakinleştirecek ne babası ne de kardeşi vardı. Ağlaya ağlaya uyuyor, sabah işe gidiyor, tüm gün ruh gibi oradan oraya savruluyor, iş çıkışı nişanlısı gelip onu alıyordu ve asıl eziyet o zaman başlıyordu. Nişanlısı, öz dayısının oğluydu. Beraber büyüdüğü, abi dediği, bir kez olsun erkek gözüyle bakmadığı dayısının oğlu. Ama o kadın gözüyle bakmış ona, incelemiş, elemiş ve kararını vermiş.

Yıllardır babasının yokluğunu maddi anlamda onlara hissettirmeyen dayısı annesine konuyu açınca annesi de diyetini kızıyla ödemeye karar vermişti. Annesi hep sert bir kadındı, çok güçlüydü. Onu da öyle yetiştirmişti. Çocukken düştüğünde hiç ağlamasına fırsat vermezdi; tamam ne var, hemen ağlama, önce düşersin sonra kalkarsın, hadi bakalım derdi. Bunu ona yapabileceği aklının kıyısından bile geçmemişti. Babasının ani ölümü, kendisinin işsiz kalması ve sonrasında yaşı yüzünden iş bulamaması, kendisinin deli gibi çalışıp kuş kadar kazandığı maaşı sebep olmuştu bu yıkıma.  Dayısı hiç ses etmeden, gocunmadan ticaret zekâsıyla yıllarca çalışarak kazandığı parayı onlarla paylaşmıştı. Bir gün, onlardan bunun karşılığını taze et ile isteyeceğini düşünememişlerdi. Hesap çok kabarıktı, hesabı temize çekmek için kullanılmıştı. Hayır, bu kadar kolay olmayacaktı. En başta çıkardığı yaygara işe yaramayınca, sessizce boyun eğmiş ve içten içe planını yapmaya başlamıştı. Her şeyi kabullenecekti, sessizce kendi ölümünün yollarına taşları onlara koyduracaktı. Özellikle annesine ve dayısına. Her şey tamam, oldu bu iş dediklerinde her şey yeniden başlayacaktı. 

İnternetten kolaylıkla satın aldığı siyanürü ucuz düğün salonun gelin ve damada özel hazırladığı şerbete katmış, müstakbel kocasının bardağını elleriyle hazırlamış ve ona vermişti. “Ben bir lavaboya gideyim, sonra fırsat olmaz” diyerek göz kırpmıştı. Heyecandan nişanlısı elindeki bardağı fark etmemişti. Tuvalete inerken magmaya yaklaştığını hissediyordu. Adım adım sona, mutlu sonuna doğru yol alıyordu. Klozetin kapağını kapattı, üstüne oturdu ve tek bir hamlede şerbetini afiyetle içti.

Sonrasında gözlerinin kapalı olduğunu hissediyordu ama açıkmışçasına etrafı görüyordu. Allah onu sonunda duymuştu. Kısa bir süre sonra sonra ayak sesleri gelmeye başladı. Panik, bağırış ve ağıt birbirine karışmıştı. Demek ki önce yar olamadığı eşinin cesedini bulmuşlardı. Şimdi de onu arıyorlardı. Bulacaklardı az sonra. Beklediği an gelmişti.

Kapıyı hışımla açan dayısı ve arkasındaki de annesiydi. Dayısı şoktaydı, ifade yoktu yüzünde. Donmuş bakışları ile ona değil de duvara bakıyordu. Bu anın geleceğini biliyor gibiydi. Beklediği olmuş, tahminleri doğru çıkmıştı. Son ana kadar umudunu dik tutmuştu ama eliyle büyüttüğü iki çocuğunun ölümünü yine kendi elleriyle hazırlamıştı. Annesi ise ben ne yaptım der gibi baktı ona, dayısını iterek üstüne kapanıp ağlamaya başladı. Bir yandan da acı acı söyleniyordu: “Bunu bana nasıl yaptın. Dayına, kocana nasıl yaptın.” Annesi hala dayısının gururunun zedelenmesine dert yanıyordu. Canına kıymış kızını değil de, onları besleyen dayısının başına getirdiklerine dert yanıyordu. Ne desem, ne yapsam boş! Allahım, canımı alabilirsin dedi kapalı gözleriyle tavana bakarak.

Emel Eskioğlu
Latest posts by Emel Eskioğlu (see all)
Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close