“Akşam vakti işten dönerken kesmiş önünü. Elinde de Turgut’a aldığı futbol topu varmış. Turgut çok istiyormuş aylar sonra ancak alabilmiş. Karın tokluğuna eşek gibi çalıştırıyorlar insanları da. Sen hukuk okuyorsun ya düzeltmen gereken ne çok şey var Deniz’cim. Seninde yükün çok ağır bu ülkede. Seni de ne çok özlemiştim bir bilsen. Gel bir daha sarılayım. İyi ki geldin. Dünden beri nasıl mutluyum nasıl gururluyum senin gibi bir evladım olduğu için. 

Daha kadıncağız ne olduğunu anlayamadan vurmuş yumrukları da yıkmış yere. Topta yuvarlana yuvarlana bir arabanın altında patlayıvermiş. O ses içimi paramparça eden bomba gibiydi diye hüngür hüngür ağlayıp anlatması yok muydu. Dayanamayıp bende ağladım.

Suratsız adam dev gibi de iridir bilirsin. Tekmelemiş, sürüklemiş yerlerde acımadan. Sonra belinden simsiyah bir tabanca çıkarmış. Hiç tereddüt etmeden basmış parmağı tetiğe. Neyse ki tutukluk yapmış tabanca defalarca basmasına rağmen. Gelip geçenlerde, etraftaki dükkan sahipleri de seyirci. Tabanca tutukluk yapınca öfkeden deliye dönmüş yine basmış tekmeleri neresine olursa olsun, en çokta kafasına kafasına. Kadıncağızın sesi bile çıkmamış. Topa çok üzülmüş. Aklı topta. Turgut’uma sürpriz yapacağım diye ne mutluymuş, şerefsiz adam karşısında belirene kadar. 

Neyse ki araya birileri girmiş sonunda. Abi bağışla, affet falan adamı sakinleştirmişler. Neyi bağışlayacakmışsa, bak şerefsizlere de.

Öfkelendin sende. Dur dinle. Ayaklanma hemen. 

‘’Canını alacağım senin. Bok boşanırsın.’’ diye bağırarak elini kolunu sallaya sallaya uzaklaşmış şerefsiz. 

Yerden kendi başına kalkmış kadıncağız. Yine herkes seyirci. Öyle seke seke düşe kalka gelmiş kapıma Saniye ablacım diye. Nasıl içim burkuldu oğlum anlatamam sana. İçeri alır almaz yığılıverdi üzerime. Yüzü kanlar içinde. Neyse ki çatlak kırık falan yok.

Polise de gittik. Sanki suçlu olan bizmişiz gibi görsen nasıl davranışlar anlatıp da sinirini iyice bozmayayım. Uzaklaştırma kağıdı diye bir kağıt tutuşturdular elimize. İki ay. Bu kağıt mı o yumrukları, tekmeleri durduracak oğlum. Ya o kurşunları. Geçen gece yine dayanmış kapılarına. Duyar duymaz koştuk arka sokağa babanla. Hayatımda ilk kez duyduğum o ağır küfürler, kapıyı kıracakmış gibi yumruklamalar. Elinde de kocaman bir bıçak. Babanda korktu oğlum. Çelimsiz adam. Bir yumrukta serer babanı yere. Bende git dikil şu şerefsiz adamın önüne diyemedim. Öylece köşede izler kalıverdik. Şu kabadayılık taslayanlar var ya hani onlardan da kimseler görünmedi ortalıkta. Herkes pencerelerde seyirci. 

Neredeyse bir saat sonra polis aldı götürdü. Evden çıkmadan ben aramıştım polisi de. Belki başkaları da aramıştır bir şey diyemem, kimsenin günahını almayayım şimdi. 

Kadın dışarı çıkamıyor, işinden olacak zavallı. Turgut desen garibim tir tir titriyor korkudan. Eve alsak küçücük ev Deniz’cim. Yatıracak yatak bile yok. İçimde elvermiyor o kadını bu katile kurban etmeye. Göz göre göre yitip gidecek mi bu kadıncağız.’’

‘’Tamam sen tasalanma annecim’’ dedikten sonra annemi öpüp içimde büyüyen öfkeyle kendimi dışarı atıyorum. Sabah ne güzel kahvaltı hazırlamıştı annem. Aylardan beri yediğim en güzel şeylerdi. Kaygılı gözlerini üzerimde hissediyorum. Şimdi de benim için korkuyor. O şerefsiz adamın adı neydi Cemal’dı herhalde. Bir zamanlar annesi de Cemal şerefsizi için kaygılanmış korkmuştur belki de çocukken falan. Geçen yaz Turgut’a çikolata almama sinirlenmiş şımartma piçi mi ne demişti. Adama bak. O zamanlar inecektin tepesine. Neyse. 

Güneş kavuruyor ortalığı. Arka sokağa hızla ilerliyorum. Çocuklar maç yapıyorlar bağırış çağırış neşe içinde. Aralarında Turgut yok. Evlerinin önüne gelince pencerelerine bakıyorum. Pencere kenarına sinmiş Turgut’u görüyorum. Beni de çok sever bu velet. Cebimde harçlıklarımdan biriken parayla ancak adi bir futbol topu alabilirim. Bu parasızlık. Bu adaletsizlik. Okulda hak arıyoruz diye sırtımıza inen coplar, postallar. Tomalardan üzerimize heba edilen tazyikli sular. Bir de kuraklıktan bahsediyorlar. İstedikleri zaman nasıl da bir ordu gibi çoğalıyorlar. Asıl olması gereken yerlerde yoklar. Bir kağıt tutuşturmuşlar ellerine. İki ay. Kurşun geçirmez kağıt. 

Mahallede değişiyor. Geçen yaz burası market değil miydi? Şimdi kebapçı olmuş. Seneye ne olur acaba? Mustafa’yı bulmalıyım. Mahallenin girişindeki evlerine gidiyorum koşturur gibi. Kapıyı Mustafa açıyor. Babası işte annesi akraba ziyaretindeymiş. Anlayışsız abisi geçen yaz evlenip ayrı eve çıktı zaten. Mustafa’da kurtuldu baskıcı abisinden sonunda.

Mustafa ısrarla buyur etse de içeri girmiyorum. Kapıda hazırlanmasını beklerken annemin anlattıklarını düşünüyorum. Bir şeyler yapmalıyım, yapmalıyız. Mustafa beliriyor, kapıyı kilitleyip defalarca kapıyı kontrol ettikten sonra iniyoruz merdivenlerden. Vazgeçemedi şu huyundan. Daha ne çok takıntıları var bu çocuğun. Yürürken bir havaya bakar bir yere bir arkasına bir de sağına soluna. Hem de defalarca. Sanki takip ediliyor. Çok yoruyor ama elimde değil ne yapayım der durur bir de. Zararı yok ya kimseye. Alıştım bende. Bir de en meşhuru telefonun ekranından ya da ayna varsa sürekli burnunda pislik olup olmadığını kontrol etme takıntısı. Lisede aşık olduğu Zerrin’e açılırken kızın iğrenerek burnundaki pisliği söylemesinden sonra olmuştu bu da. Buna da alıştık. Güzellik takıntılı Zerrin. Bir görüntüye heba etti aslan gibi çocuğu. 

O güzel lise yıllarımız da ne güzel geçti bu Mustafa’yla, bin küsüp bir barıştığım Sanem’le, Ceren’le. Mustafa’ya da ayarlamıştık Sanem’in arkadaşlarından Ceren’i. Onun değerini de Mustafa bilemedi. 

Sanki ben Sanem’in değerini bilebildim mi? Toyduk daha. Tartışıp küssek de bağırmadık bir kez bile. Ayrılırken de düşman ayrılmadık. Herkes kendi yoluna gitti işte. Ne olacak lise aşkından. Güzel hatıralar işte her biri. Mutlu olsunlar. 

Mustafa’yla ne çok istemiştik beraber okumayı. Olmadı. O İstanbul’da hukuk ben Ankara’da hukuk. Bende bir haller olduğunu hemen anlıyor Mustafa. ‘’Susacak mısın böyle’’ diye de azarlıyor bir güzel. Azarını da özlemişim çocuğun. Bende lafı dolandırmadan annemin anlattıklarını aktarıyorum. Cebindeki parayı çıkarıp sayıyor hemen. Ne çok aynı şeyi düşünürüz bu oğlanla. Bendekilerle birleştirip alıyoruz futbol topunu. Siyah yıldızlarla dolu beyaz futbol topu. Paslaşarak gidelim diye düşünüyoruz sonra vazgeçiyoruz. İlk Turgut vursun topa. Hızla varıyoruz mahalleye. Üç katlı boyası çoktan gelmiş çatlaklarla dolu eski binanın demir kapısından bir çocuk çıkarken dalıyoruz içeriye. Demir kapının sağlam oluşu biraz olsun içimi rahatlatıyor. İkinci kata çıkıyoruz. Kapıyı yavaşça çalıyorum. Korku dolu sesi geliyor Aysun’un. 

‘’Benim Aysun abla, Deniz. Saniye ablanın oğluyum.’’ diye cevap veriyorum benden sadece iki yaş büyük bu yükü çok ağır kıza. Kapı açılıyor. Yüzü gözü boyanmış gibi mosmor Aysun’un. Turgut’ta annesinin eteğine yapışmış merakla daha çokta korkuyla bakıyor. Topu uzatıyorum Turgut’a. Bir annesine bakıyor bir topa bir de bize. Aysun’un gözleri parlıyor bir an. Sonra yine korku dolu yüzü geri geliyor. Belki de sokağa bile çıkamayan çocuk bu topla nasıl oynayacak diye düşünüyor. Kısık mahcup bir sesle de olsa ‘’Al oğlum’’ diyebiliyor.

Turgut topu eline aldığında tüm o kabus dolu anları unutuyor. ‘’Hadi gel aşağı oynayalım beraber’’ diyor Mustafa. ‘’Tam da kapının önünde’’ diye ekliyorum Aysun’un gözlerine bakarak. Bir an bir gülümseme beliriyor mosmor yüzünde. Ben o gülümsemede mezun olmuş gibi seviniyorum. Daha bir sene var mezuniyete.

İyi vuruyor Turgut topa. Futbolcu olur bu çocuk. Annesini de gün yüzü görür o zaman. Diğer çocuklarla da anlaşıp Turgut’un topuyla kıyasıya bir maç yapıyoruz. Mustafa’da baya iyi oynuyor. Haşat ediyorlar bizi. Bizim takımın kötüsüyüm ben. Seyirciler olsa küfrü basar tepkiyi koyarlardı bana. Şu pencereden bizi buruk bir mutlulukla izleyen kız öldürülesiye dayak yerken de seyirciler tepki gösterselerdi ya. ‘’Deniz abi o gol kaçar mı yaaa!’’ diyor bizim Turgut veleti gülerek.’’ Sonra da can havliyle koşuyor savunmaya. İyi de koşuyor bu velet. İşte aldı Mustafa’nın ayağından topu tereyağından kıl çeker gibi.

Hava kararıyor pencerelerden çocuklarını evlere çağıran anne sesleri duyuluyor. Turgut’u da gönderiyoruz evine topuyla beraber. Mustafa alay ediyor oyunumla ilgili. Sonra anlaşmış gibi oturuyoruz binanın kapısının önüne. ‘’Mustafa çekirdek alayım ben gece başka türlü geçmez.’’ diyor. Ne çok şey birikmiştir birbirimize anlatacağımız. Sığmaz bile geceye. Annem tepsiye doldurmuş çeşit çeşit yemeklerle gururla geliyor. İki oğlu varmış gibi öpüyor bizi yine şefkatle. Yukarı Aysun’a da götürüyor birkaç tabak yemek. Bir saat kadar sonra annem eve geçiyor biz koyu bir sohbete dalıyoruz Mustafa’yla. Aynı şeyleri mi yaşıyoruz biz bu oğlanla. Yine üzülüyoruz aynı okulda olmadığımıza. 

Aynı yerde çalışırız diye teselli ediyoruz yine birbirimizi. Karanlıkta iri bir gölge beliriyor. Gece yarısını çoktan geçmiş. Ayaklanıyoruz. Görür görmez tanıyorum Cemal’i. Yüzünde dünyaları yıkacakmış gibi büyük bir öfkeyle kapıya yöneliyor. Önce Mustafa tutuyor kolunu. Cemal ne olduğunu anlamaya çalışıyor sallana sallana. Sarhoş bu. Bende diğer kolundan tutup çeke çeke uzaklaştırmaya çalışırken giriyoruz birbirimize. Küfürleri bağırışları ayaklandırıyor tüm mahalleyi. Sarhoşluğu işimize geliyor, seriyoruz yere. Aysun’un korku yüklü kalp sesi geliyor kulağıma sanki. Turgut’u uzaklaştırmaya çalışıyor pencereden. Annemi görüyorum nasıl da korkuyla koşturuyor bize doğru. Her şeyin yolunda olduğunu belli eden el hareketleri yapıyorum. ‘’Polisi aradım’’ diyor annem. Cemal dev cüssesini yerden kaldıramıyor bir türlü. Uyuyor sanki. Bir saati aştığında polis arabası beliriyor mahallede. Alıp gidiyorlar. 

Geceyi nöbetleşe uyuyarak aydınlığa çeviriyoruz. 

Bir yanda ben diğer yanda Mustafa aramızda Aysun yürüyoruz hızlı hızlı. Mustafa’nın takıntısı bu sefer doğru yerde çalışıyor. Bir havaya bir yere bir arkaya bir sağa bir sola. 

Hiçbir terslik yaşamadan bırakıyoruz Aysun’u işine. Ve iş yerinin kapısında başlıyor nöbetimiz. Turgut anneme emanet. Yine eskilerden konuşuyoruz Mustafa’yla. Yine ayrı kaldığımız zamanların hüznü çöküyor üzerimize. Bu dünyada nasıl bulurum ben bunun gibi dost. Şu oğlana bak. Nasıl da bakıyor telefonun ekranından burnuna. Senin burnunda pislik olsa ne olur Mustafa’cım. Var mı seninki gibi tertemiz yüreklisi. 

‘’Bir örgüt kurmalı’’ diyorum. Mustafa alıyor sözümü hemen. “Bütün şiddet gören kadınlar için’’ Yine ben alıyorum sözü. ‘’Tüm ülkede çoğalmalıyız.’’ diyorum. 

Akşam Aysun aramızda yürüyoruz mahalleye doğru. Saate bakıyorum. Ne çok çalıştı bu kız böyle. 

“Kapıcılar olsun adı örgütün.”

Erdal Turt
Latest posts by Erdal Turt (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close