Yazar: 15:05 Öykü

Kafası Olmayan Adam

Geceden kalma, şişenin dibini dudağının son kırıntılarıyla sıyırmış bir bünyenin kutsal dinlenişini, olanca gücüyle öten eril bir muhabbet kuşunun ilgi haykırışlardan daha acı bir şekilde bölecek çok az şey vardır.

“Ne oldu, ne oluyor?” nidaları eşliğiyle palas pandıras çıkılan birinci kat balkonunda, karşı binada oturan Güler hanımla göz göze gelmenin peşine yaşanılan mahcubiyeti geçebilecek de çok az şey bulunur.

“Ama ben nerden bileyim? Öyle öttüğünü duyunca biri boğazlıyor sandım. Koşa koşa geldim.” açıklaması da bu durumu değiştirmeye yetmekten oldukça uzaktı.

 “Sen böyle değildin Serkan oğlum. Çok değiştin, çok bozdun kendini. Hadi çabuk gir içeri, biri görmesin, sabah sabah olay çıkmasın.”

“Ama çok yanlış anlaşıldım, çok yanlış anlaşıldım,” göz ucuyla bedeninin alt bölgesine baktı.

 “Ben neden isteyeyim karpuz dilimli boxerımla balkonlara çıkayım. Kuşum öttü.”

“Hayır, yanlış anladınız!”

Güler hanım çoktan içeri girip, perdesini hızlıca çekmişti bile. Bu bile Serkan’ın kendini daha tiksinç hissetmesine yetip de artmıştı. Kendini balkona attığı andan itibarense, kafesinde oyuncaklarıyla oynamaya başlayan fıstık sanki ihale üzerine kalmasın diye hiç mi hiç sesini çıkarmıyordu.

 “Ulan fıstık,” dedi Serkan alınmış bir ses tonuyla. “Alacağın olsun, yine yaptın yapacağını. Ama dur, ben sana bunu ödetirim. Beni rezil ettin ya, gün gelir ben de seni böyle bir alicengiz oyunuyla zor duruma düşürürüm.”

 Fıstık, onun varlığını tüm gücüyle inkâr eder bir sükûnet içinde yem kabını tırtıklamaya koyuldu.

“Hop, birader. Aşık mısın sapık mısın? Girsene içeri, sabah sabah bana piyangodan mı çıktın? Bacımız, kızımız seni görse ne der? Elimden bir kaza çıkmadan gir içeri!”

Serkan, biraz uzansa balkonuna rahatlıkla girebileceğinden emin olduğu, elinde ekmek poşeti tutan adamla sıkıntı yaşamamak için af diler bir vücut diliyle “Tamam abiciğim, tamam giriyorum. Allah da benim belamı versin. Bu sabah balkona çıkıp herkesin huzurunu bozdum ya ben ne pislik bir herifmişim. Ne lanet biriymişim böyle. İçeri giriyorum, bir daha da balkona falan çıkmıyorum. Fıstığa da siz bakarsınız artık!”

“Manyak mıdır nedir? Kimlere kaldık?”

Balkon kapısı Güler teyzeninkinden hallice kapatılıp perde de tepkisel olarak çekildikten sonra Serkan bomboş evde altında boxerı, ayağında yalnızca teki olan kirlenmiş bir çorapla kalakaldı.

“Ama balkonu da kapatınca esmiyor ki eve, hamam gibi oldu hemen,” diye söylendikten sonra kendinde hissettiği bir eksiklik yüzünden sağ gözü seğirmeye başladı. Büyük bir panikle aksak aksak gittiği banyonun aynasında şüphesinde haklı olup olmadığını anlamak için kendine baktı.

Ancak hiçbir şey göremedi. Bu demek oluyordu ki şüphelerinde son derece haklıydı.

“Kafam yok! Yetişin a dostlar, komşular, Güler teyze kafam yok!”

Ne onun sesini duyan oldu ne de derdine ortak olan. Bir başına, sanki çürümesi için bırakıldığı evde kendiyle baş başa kaldı.

Aklından ilk geçen balkona çıkıp yardım istemekti. Az önceki yaşadığı olaydan ötürü bunu yapamayınca çaresizliğin içinde köşe kapmaca oynadı. Sanırsın her köşe, o gitmeden önce kapılıyor sonra sırf heveslensin diye boş bırakılıyordu. Tam kapacağını sandığı köşeye son hamlesini yaptığında bir bakıyordu ki köşe çoktan kapılmış.

Korkusunu, haykırışlarını duyan tek şey nem tutmuş duvarlarıydı. Bir süre sonra ne yapacağını bilemez halde çırpınmaya son verdi. Paketinden çıkardığı sigarasını yakıp derin bir nefes çekti.

“Bir insanın kafası nasıl olmaz? Tamam kolu, bacağı, kulağı olmayanı gördüm. Allah korusun onlar da zor ama kafası olmayan hiç duymadım. Kafama ne oldu? Biri mi aldı? Ulan yoksa o ekmek taşıyan adam mı? O aldıysa intikamım çok pis olur ama bak, affetmem!”

O anda sessizliği bıçak gibi yaran zil sesi, yerinde titremesine neden oldu. Koşarak kapıya gitti. Dengeden uzak, yalpalar bir hali vardı. Bunu, kafasının olmamasına yordu.

Gelen kapıcıydı. Meraklı bakışlarla Serkan’ın halini ve üzerine giydiklerini inceliyordu.

“Bir eksiğiniz var mı Serkan Bey?” deyiverdi.

“Var, yani yok.”

“Anlamadım Serkan Bey, var mı yok mu?”

“İsteğim var ama kafam yok!”

“İlahi Serkan Bey, sabah sabah yine uğraşıyorsunuz benle. Balkona da bu halde çıkmışsınız, adamın biri apartmana dalmaya çalıştı. Göstereceğim o donluya diyordu, zor ikna ettim gönderdim. Aman uymayın insanlara, ben olmasam maazallah.”

“Ulan kesin o adam aldı. Kim o, hani nerde, bul bana onu. Kesin o aldı.”

“Neyi aldı Serkan Bey, bir şey mi kayıp?”

“Ben ne anlatıyorum sana deminden beri Himmet abi, hiç dinlemiyorsun beni. Burada başımıza ne işler gelmiş sen işin donundasın. Yahu insan insana bunu yapar mı?”

“Neler diyorsunuz Serkan Bey, o adam geri mi geldi? Nasıl görmem? Yoksa size bir kötülüğü mü dokundu? Aman Allah’ım yoksa…”

“Yav dur hele şu hallere bak. Ben senin aklına ne geldi iyi biliyorum, sakın he dillendireyim deme çok pis bozuşuruz. Öyle şeyleri de sakın aklına getireyim deme.”

Bu halde hiç güleceği yoktu ama kapıcının endişelendiği şeyi düşündüğünde yarım ağızla gülmeden edemedi.

“Ben ne diyorum sen ne anlıyorsun abi. Ben burada insani bir mağduriyet yaşıyorum sen işin hala don kısmındasın.”

“Kusuruma bakmayın Serkan Bey. Öyle deyince ne bileyim hemen en kötüsünü düşündüm. O olmadıysa iyi bari. Ee?”

“Ne ee?”

“Ne yaptı adam?”

“Daha o mu yaptı emin değilim, baş şüphelim o. Ulan kaşla göz arasında. Ne uyanık adammış. Ne acımasızmış.”

“Ne yaptı Serkan Bey, desenize çatladım burada.”

Serkan sigarasından derin bir nefes daha çektikten sonra dumanını kapıcının yüzüne usulca üfledi. Kapıcı dumanın sürekliliğinden rahatsız olarak peşi sıra öksürdü. Serkan, onun astımı olduğunu unutmuş, kendi acısını yaşarken bu ayrıntıyı gözden kaçırmıştı. Bu pekâlâ malum durumundan ötürü de kaynaklanıyor olabilirdi.

“Kusura bakma abi, unuttum senin durumunu. Acıma ver. Kafam yok abi, kafam! Sabah vardı, şu tatsız olaylar oldu sonra bir baktım kafam yok.”

“Aman Serdar Bey nasıl kafanız yok? Bir insanın kafası nasıl olmaz?”

“Nasılını ben bilmem abi. Alıyorsunuz tanımadığımız, ne idiği belirsiz herifleri içeri. Onlar da çalıveriyor sonra olur olmaz şeyleri.”

“Kafanızı?”

“Üff! Senle hiç uğraşamayacağım şimdi. Ben polise gidiyorum. Sen de gözünü iyi aç, tekrar gelmesin apartmana. Allah bilir bu sefer kimin neyini çalar. Bak şu işimi halledeyim, seninle o zaman bir daha konuşacağız.”

“Tamam Serdar Bey, nasıl isterseniz ama…”

Kapı yüzüne sertçe kapandı. Himmet az önce yaşadığı konuşmanın kavrayamadığı başka bir anlamı da olabileceğini düşünerek apartman kapısına gidip nöbet tutmaya başladı. Elinde süpürgesinin tahta değneğini sıkı sıkı tutuyordu.

“Şimdi olay şöyle oluyor komiserim. Bu bahsettiğim adamı tanımıyorum. Elinde ekmek vardı ama bakın bizim bakkaldan aldıysa kim olduğunu bulabiliriz. Bu şahıs beni tehdit ediyor. Ben yine efendiliğimi gösterip içeri giriyorum tabi neticede altımda boxerım var. Delisi var, sorunlusu var. Nedenini bilmediklerinden tepki göstermeleri bir yere kadar normal ama kuşum ötüyordu. Bende kabahat yok.”

“Kuşunuz mu var?”

“Var tabi ya. Adı da fıstık. Yemyeşil böyle, şirin bir şeydir. Hele bir ötüşü var, duysanız dersiniz bu muhabbet kuşu mu yoksa papağan mı? Şaşarsınız vallahi. Mevzu da buradan kaynaklanıyor zaten. Onca sesi nasıl duymazlar bakın orası da garip, o da çözümlenmesi gereken bir karanlık nokta olayın.”

“Devam edin Serkan Bey. Bu şahıs sonra sizi tehdit ediyor öyle mi?”

“Aynen öyle amirim. Elimden bir kaza çıkmasın dedi. Girdim içeri ama çıktı yine de. Tutamadı kendini demek ki. Ben mağduriyetimin giderilmesini istiyorum sizden komiserim. Bir mahalleliniz olarak sizi de çok destekliyorum. Bunu göz ardı etmezseniz sevinirim.”

“Ederiz tabi yardım da ben şurasını anlamadım. Arkadaşlar da düzgün açıklayamamış bana yönlendirmişler. Sorun ne tam olarak, şahıs size tehdit dışında bir şey yaptı mı?”

“Yapmış olduğunu düşünüyorum amirim, hem de çok kötü bir şey.”

“Ne peki, ne yaptı?”

“Amirim şimdi o mu yaptı emin değilim ama çok yüksek ihtimalle o yaptı. Ondan aşırı derecede kuşkulanıyorum. Yoksa kim ne yapsın…”

“Ne yapmış, neyden şikayetçisin evladım?”

“Amirim kafam yok.”

“Pardon?”

“İlk ben de öyle oldum. Dedim nasıl olur, böyle bir tezgâh mı varmış? Olayları ne kadar ilerletmişler görmeyeli, duymayalı ama sonra kabullendim. Bir yolunu bulup halletmişler, hiç de beklemezdim o adamın halinden ama şebeke bile olabilir bunlar. Sonuç olarak kafam yok. Şikayetçiyim.”

“Anlaşıldı evladım, anlaşıldı. Sen bir şöyle karşıda bekleyiver, ben sana yardımcı olacağım.”

“Komiserim Allah razı olsun, unutmam bu iyiliğinizi. Büyüksünüz, yalnız acele edebilirsek. Malum kafa bu, şimdi başkalarının elinde… Iyy, düşünmek bile istemiyorum. Bana kafamı bulun.”

“Tamam evladım geç sen oraya, bekle biraz. Hemen çözeceğiz problemini.”

Serkan denileni usulca yaptı.

Komiser, emekliliğine çok az süre kalmış, sayısız dosyayı büyük emeklerle kapamış kurt biri olarak bilinirdi. Her çeşit insanın, her çeşit sıkıntısını görmüştü de böylesini görmemişti. Yanına çağırdığı polis memurlarından birine:

“Nerden buldunuz bunu?” diye sordu.

“Valla amirim kendi geldi. Kapıda o kadar ters yaptık ama ille de komiserimle görüşeceğim, çok acil dedi başka bir şey demedi. Biz de başına bir iş geldi sandık.”

“Gelmiş oğlum gelmiş. Anlaşıldı. Geçen ziyarete gelmişti Hüseyin Bey, aile hekimi hatırladın mı? Şu alt sokakta 72. asm var, orada çalışıyor. Sen şimdi önce buna bir alkol testi yap sonra da doğruca ona götür. Ben telefonda ona izahat vereceğim.”

“Emredersiniz komiserim.”

“Ama ben devamlı farklı bir yerdeyim. Birilerine derdimi anlatıp duruyorum. Kafamı alan kim bilir şimdi neler yapıyor. Biz burada yok şu boruya üfle, yok olmadı, yok bir daha üfle. Yahu şu mağdur halimle 23 kere o çubuğa üflettiniz beni ya. Buraya neden geldik, ne yapacağız burada? Hem benim aile hekimim bu doktor değil ki? Ben kütüğü aldırmadım daha buraya. Memlekette kaldı benimkisi? Kayıt mı uğraşacağız şimdi?”

Doktor Hüseyin, konuşmaya girmeye hazırlanan memuru babacan bir ifadeyle durdurdu. Beyaz önlüğü tertemiz ve iyi ütülenmiş bir halde güven veriyordu.

“Sen bizi yalnız bırak istersen, ben komiserle konuştum. Durumu bir de ben dinleyeyim, bakalım çare olabilecek miyiz?”

Polis memuru başıyla onaylayarak dışarı çıktı. Kendini bu saçma işten kurtardığı için ne kadar memnun olsa azdı.

“Doktor Bey, önce kapıcıya sonra komiser beye anlattım. O da o kadar halledeceğim dedi ama beni size şutlamış, ona da ayrıca teessüf ederim. Sizi de kırmak istemem ama olayın sizinle bir ilgisi yok. Adamın biri bana kızdı, ne yaptı nasıl becerdi bilmiyorum ama kafamı çaldı. Sonuç olarak kafam yok.”

“Hımm,” dedi doktor. Kendinden emin bakışları Serkan’ın üzerinde odaklandı. Başlangıçta olayın gerçekçi yönünü tartıyordu ama öyle şeyler görmüştü ki bu durumun bile gerçek olma ihtimali olduğunun farkındaydı.

“Söyle bakalım, kaybolduğunu bu sabah mı hissettin?”

“Nihayet halden anlayan birini buldum. Oh be doktorum. Evet,  komiserim bahsetmiştir size şimdi, tekrar söylemeyeyim. Boxer mevzusu, bahsetti mi?”

“Bahsetti, bahsetti. Sen devam et.”

Düşünceli bir şekilde Serkan’ın her hareketini, her mimiğini, her duygusunu anlamlandırmaya çalışıyor gibiydi.

“Baktım, kafam yok. Nasıl kötü hissediyorum kendimi. Nasıl bir boşluğa düştüm birden, nasıl bir his anlatamam. Duvarlar böyle üzerime geliyor. Ne olur bana yardım edin.”

Doktor dişlerini kapayarak nazikçe güldü. Gözlüklerinin arkasında yılların vermiş olduğu ağırlık hissediliyordu.

“Kafanın çalınmasının pratik anlamda mümkün olmadığını biliyorsun değil mi?”

“Yahu doktorum ben o kadar lafı boşa mı döktüm? Yapma, etme. Bak…”

“Kafan gayet de yerli yerinde evladım. Bak istersen, yan tarafında ayna var. Hem başka türlü dağılmış saçlarını, mahcup bakışlarını, kirli sakalını nasıl görebilirim? Benimle nasıl konuşabilirsin? Nasıl düşünebilirsin?”

Serkan denilenlere hak vermiş olacak ki hızlıca doğrulup doktorun dediği aynaya baktı. Tam da tarif ettiği gibi ablak yüzü tam karşısındaydı. Gözlerindeki donukluk yadsınamazdı ama kafasına yeniden kavuştuğu için mutluydu.

“O kadar geziyoruz kimse de kafan yerinde demedi. İnanır mısın doktor?”

“İnanırım, inanırım. Otursana biraz daha sohbet edelim.”

“Aman doktorum benim işim görüldü. Senin de dışarda sıra birikmiş. Kavga çıkmadan ben kaçayım. Yine başıma bir iş almayayım.”

“Otur sen otur. Daha dur, konuşacağımız var senle.”

“Madem benim derdimi çözdün, oturayım tabi. Emrine amadeyim. Nasıl yaptın nasıl ettin bu işi anlamadım ya…”

“Bu sabah başka bir olay olmadı değil mi?”

“Yok doktorum aynı mevzu işte. Gözümü açtım, malum olay, kafa yok, kapıcı, komiser, sen…”

“Anlıyorum, peki ya dün akşam, dün gece… Yalnız mıydın, neredeydin? Eşin, dostun var mı?”

Serkan bu sorular karşısında önce afalladı. Bir an cevap vermeyip başını alıp gitmeyi bile düşündü. Sonra bu kadar iyiliğini gördüğü birine ayıp etmek istemediğine karar verdi.

“Yalnız yaşıyorum doktorum. Son bir yıldır işsizim. Alacaklı olduğum bir firmadan tazminatsız kovuldum. Davam devam ediyor. Uzamış da olsa adalete inancımız tam.”

“Tam mı?”

“Annem vardı bir. Yanımda kalıyordu, evi çekip çeviriyordu. Biraz da müşküldü. Birbirimize kol kanat geriyorduk anlayacağın. Geçen ay covidten kaybettik. Rahmetlik, toprağı bol olsun. Çok tatlı bir kadındı, öyle de anaç. Kendini düşünmez, kaç yaşında adam olmuşuz halen beni düşünür, akıl verir falan. Ölüm bunlara hiç bakmıyor tabi.”

“Başın sağ olsun. Üzüldüm.”

“Dostlar sağ olsun be hocam. Seni de efkarlandırmayayım boşuna. Ne sormuştun? Dün gece…”

“Dün gece?”

Serkan eliyle alnına bastırdı. Gözlerini kamaşmışçasına kapamış alnını tek parça halinde tutmaya çalışıyor gibiydi. Dışardan görünense istenmeyen görüntüleri zihninden silmeye çalıştığıydı.

“İyi misin?” diye yokladı doktor. Hazır olmadan onu zorlama istemiyordu. Olayın nedenineyse oldukça yaklaştığını hissediyordu.

“İyiyim, iyiyim. Dün gece bir bardaydım. Sadece biraz alkol alacaktım. Sosyal içiciyim, pek öyle alkol problemi olan biri değilim. Hem olsa da şu an alabilir miyim bilmiyorum.”

Acıklı bir sırıtıştan sonra devam etti.

“Neden dün akşam öyle bir şey yaptım, neden oraya gittim bilmiyorum. Orası eski sevgilimle uğrak buluşma yerimizdi. Hemen her çıktığımızda oraya giderdik. İyiydik de. 3 ay oldu ayrılalı. Annemle de arası nasıl iyiydi görsen şaşardın. Haber bile vermedim öldüğünü. Hoş, ayrılmışız neden vereyim ki? Değil mi?”

“Sen söyle.”

“Vermem gerekirdi. Aptallık ettim. Sonuçta onunla yakınlığı benden ötürü başlamış olsa da benden bağımsızdı. Bilmeye hakkı vardı. Hem belki o zaman işler böyle de olmazdı.”

“Nasılmış işler, dün oraya gitmen anılarını mı canlandırdı?”

“Sadece canlandırmadı. Çok hazırlıksızdım. Sadece iki bira içip eve gidip sızacaktım. Sonra omzumda onun sıcak dokunuşunu hissettim. İlk önce inanmadım tabi sonra baktım gerçekten de o. Sarılmak istedim ama beni nazikçe itti. Sadece bir selam vermek için gelmiş. Neden dedim, nasıl dedim bilmiyorum ama annemin öldüğünü söylediğimi hatırlıyorum. Gerçekten çok üzüldü. Bunu o an acizliğimden dedim sanırım. Şu an onu görsem çok utanırım.”

Doktor iplik söküğünü acele etmeden nazikçe çekmeye devam etti.

“Peki görmek ister misin?”

“Hem de çok. Ama artık çok geç be doktor. Dün gece tek gördüğüm o değildi. Yanında biri daha vardı. Sevgilisi, anlarsın ya. Ben pisliğimde yuvarlanırken o bu belaya bulaşmamayı başarmış. Ne yalan söyleyeyim harbi kızdı. Hakkı var, benim ona veremediğim mutluluğu varsın başkası versin. Ama anlıyorsun ya bizim hikayemiz için artık çok geç.”

“Başka bir şey olmadığına emin misin?”

“Ben artık müsaadeni isteyeyim doktor. Biraz daha durursam içeri dalıp ikimizi de hırpalayacaklar. Uğultular ta buraya kadar geliyor.”

Doktor mahcup bir şekilde gülümsedi.

“Müsaade senin. Boş bir zamanda yine gel. Hikâyenin devamını dinlemek isterim.”

“Bu seferlik bu kadar aşk öyküsü ikimize de yeter be doktor. Çok sağ ol, beni diğerlerinin aksine dinledin ve doğru olanı söylemekten çekinmedin. Kendimle yüzleşmemi sağladın. Bunu gerçekten başardın.”

Ayağa doğruldu, muayene odasının kapısına elini koyduğunda doktora son bir bakış atıp ekledi.

“Bir şeyi daha hatırladım. Ne var biliyor musun? Annem de onu çok severdi. Mutlaka bu kızı al, kaçırma, kafasızlık etme diyordu. Sen ilgi göstermezsen başkasına yar olur, el üstünde tutulacak bir kız diyordu. Kafasız olma ey oğul diyordu.”

İkisi manidar bir şekilde bakıştılar ve durumun tüm yönleri, her ikisi için de bilinmez olmaktan çıktı. Doktor, o an için belki ne kadar büyük bir iş yaptığını bilmiyordu. Serkan içinse dipsiz bir kuyuda olan debelenmesinin nihayet bitmesi için uzatılmış bir el kadar önemli bir görev üstlenmişti. Yüzleşmekten kaçtığı her ne varsa onlarla yüzleşecek ve kendini aydınlık tarafa atmak için elinden geleni yapacaktı.

Her şeyin değerinin kaybettikten sonra bilinmesi çok can sıkıcı olsa da mutlak bir doğruluktu. Buna annesi de eski sevgilisi de hatta kafası da dahildi.

Editör: Enes Yılmaz

                                            

Samet Özcan
Latest posts by Samet Özcan (see all)
Visited 61 times, 1 visit(s) today
Close