Sayın Ahmet Karadağ, “Bir Yazar Beş Kısa Soru” isimli yazı dizimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Yazı dizimiz önceden belirlenmiş ve isim ayırt etmeksizin yazarlara yönelttiğimiz beş kısa ve net sorudan oluşuyor.
Ahmet Karadağ kimdir?
Ankara’da yaşıyorum, kırk yedi yaşındayım, yirmi üç yıllık çocuk hekimiyim. Uzun yıllardır bir okur olarak kitaplarla aram iyiyken, kırk yaşında birden içime bir yazma isteği geldi ve yazmaya başladım. Sanırım anlatacak şeyler kırk yıldır içimde birikmiş, en sonunda kendini açığa çıkardı.
Tutsaklığın Üç Hali isimli öykü kitabını neden yayımladınız?
Yedi yıldır yazdığım öykülerin sayısı otuza yaklaşmıştı. Çoğu da dergilerde yayımlandı. Ortak temada olan on iki öykümün bir kitap olarak yayımlanmasıyla okura daha kolay ulaşacağını düşündüm. Sağ olsun Klaros Yayınları da bu düşüncemi gerçeğe dönüştürdü.
Elbette ki yazan her kişi gibi ben de yazdıklarımın okunmasını istiyorum. Öldükten sonra yakılması kaydıyla yazdıklarını arkadaşı Max Brod’a veren Kafka bile aslında gizliden gizliye yazdıklarının okunmasını istiyordu. Okunmasını gerçekten istemeseydi kendisi yakardı. Belki de kronik münvezi Salinger’in kırk yıldır gizli gizli yazdıklarını aksi yöndeki vasiyetine rağmen çok yakın bir zamanda okuyacağız. Sonuç olarak fırıncı yenilsin diye ekmek yapıyor, ayakkabıcı giyilsin diye ayakkabı dikiyor, yazan da okunsun diye yazıyor. Evet, kitabımı okunsun diye yayımladım ben de.
Neden okuyorsunuz?
İhtiyacım olduğu için. Yemek-içmek, nefes almak, uyumak gibi, yaşama devam edebilmem için gerekli ihtiyaçlarımdan biri okumak. Hayatımın son altı-yedi yılı oldukça zorlu geçti. Yaşamımda büyük kayıplar oldu son yıllarda. Kitaplar olmasaydı katlanamayacağım, baş edemeyeceğim büyüklükte acılara maruz kaldım. Kitaplarla, edebiyatla atlattım büyük sıkıntılarımı.
Neden yazıyorsunuz?
Dediğim gibi kırk yaşında birden bire yazmaya başladım. Daha önce hiç yazmamıştım. Kitabımdaki ilk öykü “Dr. Ahmet K’nın Tuhaf Hikâyesi” tam olarak bunu anlatır. Çocukların altı aylık olunca dişleri çıkar, sonra bir yaşında yürürler, iki yaşında da konuşurlar ya, benim de yazmam için kırk yaşına gelmem gerekiyormuş demek ki. Biraz yazmada gecikme geriliğim olmuş. Annem, “Benim çocuk erken diş çıkardı ama yazmaya biraz geç başladı,” diyor bu yüzden. Uzun uzadıya felsefesini oluşturarak başladığım bir eylem değil yazmak. Bir sabah kalktım yazmaya başladım. Ama sonra yazdıkça, yazarak ölümden uzaklaştığımı ve yazarak ölüme yaklaştığımı fark ettim. Nasıl ki her çekilen fotoğraf ölümden kurtarılan bir ansa, her öykü de ölümden kurtarılan bir yaşantı oluyor. Ama her çekilen fotoğraf bir yönüyle geride kalmış bir zamanı ve bizi ilerde bekleyen ölümü çağrıştırıyorsa yazma eyleminde de benzer bir duygu var. Yazmak bana ölümü hatırlattığı gibi ölümü sevimli kılıyor diğer yandan da.
Hayatın amacı sizce ne olmalı?
Ah keşke binlerce yıllardır cevabı aranan bu soruyu doğru yanıtlayabilseydim. “Sizce” dediğiniz için cevap yanlış bile olsa mazur olurum herhalde. Şöyle düşünüyorum; kişinin yaşamın mutlak olarak sonlu olduğu gerçeğiyle eylemlerine, düşüncelerine, duygularına yön vermesi, ne kadar uzun sürerse sürsün nihayetinde sonlu olan bir yaşam için değecek ya da değmeyecek şeylerin çetelesini doğru tutması, zulmün ve haksızlığın karşısında zaten eninde sonunda tükenecek sonlu bir yaşama sahip olduğu duygusuyla pozisyon alması bana yaşamın amacıymış, insan olmanın ve insan olarak yaşamayı sürdürmenin asgari şartlarıymış gibi geliyor. Yanılıyor olma ihtimalim hiç de düşük değil tabii ki…
Gerçekten çok büyük yazarları ağırladığınız bu bölüme beni de davet ettiğiniz çok teşekkür ederim. Ama kendimi yazar olarak görmediğim için, okurlarınızın “Bir Yazar Beş Kısa Soru”ya olan cevaplarımı “Bir Yazı Heveslisinin Beş Kısa Soruya Cevapları” olarak okuması daha doğru olacaktır.
- Bir Yazar Beş Soru: Semra Güney Eren - 11 Kasım 2024
- Ejderha Sergisi Açıldı! - 2 Kasım 2024
- Bir Yazar Beş Soru: Hicret Birik - 2 Kasım 2024