gerisindeyim dünyanın. piyasanın inişine ve çıkışına, insanlığın ölümcül hırsına ayak uyduramıyorum. ay sonunu getirmek için debelenen bir işçinin halini anlamaya, dünyanın karanlığına düşmüş bir kadına güneş olmaya, memleketsiz bir savaşçının kılıcını bilemeye hayli uzağım. geride kalmak, yani ileride olamama durumu. koca bir şehre sığamamak, kimi zaman bir martı olmayı arzulamak, kimi zaman yağmur olup yağamamak. “bir böcek olmayı dilerdim, her şeyi fazlasıyla anlamak hastalıktır.” diyordu dostoyevski. ardından sözü shakspeare aldı “bilinç böyle korkak ediyor hepimizi, düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini.” insanın parasıyla tanımlandığı bu çağda, ne bu şehre sığıyorum ne de dünyaya. kulaklarımı dünyanın prozodisine tıkayıp bir kenara çekilsem diyecek oluyorum, biliyorum ki kaçmak kaybetmenin yarısıdır. hanımefendiler ve beyefendiler, 21.yüzyılda müsterih yaşamak namertliktir. üsküdar’dan eminönü’ne giden bir vapurdaymış gibi seyretmekteyiz hayatı. yaşamak, içimde yürümeye yeni başlamış bir çocuk gibi. düştükçe kalkmaya ayarlı. bir toz zerresinde kendini bularak yaşamak bu hayatı.. umutsuz bir sokak çocuğunun gözündeki umut olmak, kötü sesli bir sokak şarkıcısına cebinden çıkanı bağışlamak. gerisindeyim bu dünyanın ve anlamıyorum yasalardan. bugün meşru olmayanı yarın yasal yapan nedir, olgular da tıpkı insanlar gibi mi değişir? gişesi üç beş kişiyi geçmez bir filmden rol çalıyorum ve  bizi çeken bir kameranın olmayışına gizliden içerliyorum. ruhumu bir gurbet türküsünün en hüzünlü yanına yerleştiriyorum. bazen ankara otogarında, bazen tren garında ardına bakmadan giden benim. bozkırda uçan kuş benim, doğuda açan güneş benim. katmer katmer yüreklerimiz. dayak yemeye doymayan bir çocuk gibiyim. dünya adına kurduğum ne kadar cümle varsa bir yanı eksik. bu şehri tanımlamaksa akreple yelkovanın günde üç kez üst üste gelmesi gibi. en iyi kim tanımlar bu şehri? yarını belli olmayan bir inşaat işçisi mesela,  sahildeki simitçi, evimin önünden geçen hurdacı, yoğun bakım ünitelerinde yaşamak için savaş verenler, bekleyenler, beklenenler. bu şehri en iyi cefasını çekenler tanınlar. hayatın sillesi mi, hediyesi mi? bilmiyorum. fakat ince bir duman tüterken bacasından beyoğlu’nun, bir yumrudur boğazımda takılı kalan. susanlar, haykıranlar, susarak haykıranlardan çok şey anlatanlar. bizler bu şehirde takılı kalanlar. ama bizizdir, umudu bir söğüt gibi diri kalan. bizizdir, sancıların ardından doğuma inanan. yaralarını yok sayan bizizdir, komşusu açken tok yatamayan bizizdir. kimiz biz? karanlıkta ışığız, çölde yağmur, ayazda güneşiz. fakat nihayetinde bizler yani yarın gidecek olanlar, dünyada misafiriz.

Elif Bilge Karataş
Latest posts by Elif Bilge Karataş (see all)
Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close