Yazar: 19:19 Film İncelemesi, İnceleme

İran Sinemasından Portakal Kokulu Bir Film: Senin Dünyanda Saat Kaç?

“Öğretmen hanımın, kış mevsiminde en çok neyi sevdiğimizi sorduğu günü hatırlıyorum. Deli Hümayun ‘soğuk süt’ dedi. Lale ‘kardan adamın havuç burnu’, Andre ‘kar’, Yasemin ‘hiçbir şeyini’ dedi. Nahid ‘soğuk algınlığını’,  Ali ‘karın sesi’ dedi. Ben, ‘kar sebebiyle okulların tatil olmasını’ demiştim. Sen ‘karlı bir günde, yanan sobanın üstüne konulan portakal kabuğunun kokusu’ dedin. Tamamen farklı bir şey söyleyeceğini biliyordum. Sen farklıydın, Guli…”

Hem hikâyeleriyle hem de kendine özgü anlatım tarzıyla seyircinin yüreğine dokunan İran sinemasından sımsıcak bir hikâye daha: Senin Dünyanda Saat Kaç? Orijinal ismiyle “Dar Donya ye to Saat Chand Ast?” Çağdaş dönem İran sinemasının önemli isimlerinden biri olan Safi Yazdanian’ın kaleminden çıkan filmin hikâyesi, yine Yazdanian’ın yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılmış. 2014 yılında vizyona giren filmin başrollerinde, İran sinemasının önemli isimleri Leila Hatemi ve Ali Mosaffa yer alıyor. Yaklaşık yüz yirmi dakika boyunca bizlere naif bir aşk hikâyesi sunan film, durağan bir akışta ilerlese de seyirciyi etkisi altında tutmayı başarıyor. Başlangıçta klasik bir karşılıksız aşk hikâyesi gibi görünen filmin derininde, Yazdanian’ın sevgi ve emek arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalıştığını görüyoruz. En az hikâyesi kadar müzikleriyle de dikkat çeken film, Christophe Rezai’nin eşsiz parçalarıyla adeta tamamlanıyor. Filmin sonunda seyirciyi selamlayan tanıdık melodiyle Yazdanian’ın sunduğu temel problem zihnimizde yankılanır. ‘‘Ki se?’’ isimli parça bizlere sorar:

“Yüzünü renklendiren kim? Ümit ve korku ile…

Ve tüm oyunlarını bilen…  Kimdir o? Kimdir o? Kimdir o?”

Film, ressam Guli’nin uzun yıllar sonra bir gün memleketi Reşt’e dönüşüyle başlar. Önceleri eğitim için gittiği Fransa’ya yerleşen Guli, 20 yılın ardından bir gün çıkagelir. Bu dönüş Guli’nin hayatında büyük bir değişiklik olsa da esas değişim yıllar önce terk ettiği Reşt’tedir. Annesi de babası gibi dünyadan göçmüş, büyüdüğü ev zaman içinde harabeye dönmüştür. Çocukluğunun geçtiği hatıralarla dolu bu evden geriye soğuk bir beton yığını kalmıştır artık. Kısacası Guli, hiçbir şeyi bıraktığı gibi bulamamıştır. Yalnızca bir şey bıraktığı gibidir: Divane Ferhat. Reşt’te belki de değişmeyen tek şey, kendi halinde bir çerçeveci olan Divane Ferhat ve yıllar yılı içinde büyüttüğü masum aşkıdır. Ferhat’ın henüz küçük bir çocukken Guli’ye karşı beslediği duygular, zamanla büyümüş ve tüm benliğini ele geçirmiştir. Divane Ferhat’ın Guli’ye itiraf edemediği aşkı, Guli’nin gidişiyle farklı bir boyut kazanmıştır. Karşılıksız seven Ferhat divane olmuş, Guli’yi içinde yaşatmayı sürdürmüştür. Üstelik Guli’nin gönlündeki Fransız sevgilisi Antonie’nin varlığını bilerek taşımaya devam etmiştir aşkını yıllar yılı. Tüm hayatını Guli’yi sevmeye adayan bu adam, yaptığı her şeyde Guli’yi aramıştır. Onunla aynı dili konuşabilmek için Fransızca öğrenmiş, aynı tatları duyabilmek için Fransız peyniri yapıp yemiştir. Gulisiz geçen yıllarda ondan kalan hatıralara sarılmış, Guli’nin annesi ile yakın bir diyalog geliştirmiştir. Guli’ye dair her şeyi sevdiği gibi annesi Havva hanımı da çok sevmiş ve onu sık sık ziyaret etmiştir. Her ikisinin de aynı kişiye duydukları özlem, aralarında bir anne oğul ilişkisi kurmalarına sebep olmuştur.

Tüm bunların ardından günün birinde Guli’nin dönmesiyle dünyalar Ferhat’ın olur. Tüm cesaretiyle bulduğu her fırsatta sevdiğinin karşısına çıkıp küçük sürprizler yapsa da Guli için o, esrarengiz bir yabancıdır. Okul sıralarından beri ona hayranlık duyan Ferhat’ın bir günü bile onsuz geçmemişken, Guli onu hatırlamıyordur bile. Pes etmez divane âşık, Guli’ye kendini hatırlatabilmek için bulduğu her fırsatta geçmişe götürür onu. Film boyunca bizler de Ferhat ve Guli ile geçmişe yol alırız. Bazen okul sıralarında küçük iki çocuk çıkar karşımıza, bazen bir rüyanın içinde kovalamaca oynayan bir kadın ve bir erkek. Karakterler hep aynıdır, değişen yalnızca sahnelerdir. Ferhat, Guli’yi hayal dünyasına götürerek tüm sevinçlerini, özlemlerini, korkularını ve hüzünlerini paylaşır. Tüm bu sahneler Ferhat’ın Guli’ye seslenişidir aslında. ‘‘Beni gör ve kulak ver artık’’ demektedir Divane Ferhat. Öte yandan,  kendisi hakkında her bir ayrıntıyı bilen bu garip yabancının sürekli peşinde olması, Guli’yi endişelendirir. Ferhat’ın kendisinden uzak durmasını ister fakat bu gizemli adama kayıtsız da kalamaz. Filmin sonunda Ferhat Guli’ye ait ne varsa bir bavulun içine koyup getirir. Tepetaklak bir şekilde Guli’nin onu görmesini umarak evinin önünde bekler. Bir bavula sığdırdığı koca bir aşkı sahibine iade ederken, aşkından tepetaklak olan hayatını anlatır adeta. Yıllardır tek başına yaşattığı aşkın yorgunudur artık Ferhat. Onu görmeyen, belki de hiç görmeyecek olan bir sevgiliye belki de son kez kendini anlatmaya çalışır.

 “Öğretmen hanımın kış mevsiminde en çok neyi sevdiğimizi sorduğu günü hatırlıyorum. Deli Hümayun ‘soğuk süt’ dedi. Lale ‘kardan adamın havuç burnu’, Andre ‘kar’, Yasemin ‘hiçbir şeyini’ dedi. Nahid ‘soğuk algınlığını’ derken Ali ise ‘karın sesi’ dedi. Ben, ‘kar sebebiyle okulların tatil olmasını’ demiştim. Sen ‘karlı bir günde, yanan sobanın üstüne konulan portakal kabuğunun kokusu’ dedin. Tamamen farklı bir şey söyleyeceğini biliyordum. Sen farklıydın, Guli…”

Guli farklıydı, Ferhat onun tüm farklılıklarını biliyor ve seviyordu. Bu yüzdendi küçük bir çocukken elinde portakalla karın yağmasını bekleyişi. Guli ile aynı kokuyu duymak için ne kadar beklemesi gerekiyorsa beklerdi, bekledi de. Bıkmadan, usanmadan, bekledi. Sonunda yorgun düştü ama buna değerdi. Çünkü artık kalkmıştı divane âşığın üzerindeki görünmezlik örtüsü. O örtü şimdi Guli’nin ellerinde, yorgun düşen Ferhat’ı uykuya uğurluyordu. Divane Ferhat şimdi portakal kokusu eşliğinde hiç olmadığı kadar huzurlu bir uykuya dalmaya hazırlanıyordu. Bu kez farklıdır çünkü artık beraber duyacaklardır karlı bir günde, yanan soba üzerindeki portakal kokusunu.

Yazdanian, anlattığı bu hikâyeyle adeta büyülü bir dünyanın kapılarını aralar. Yarattığı bu büyülü dünyanın içine çektiği seyirciye, gerçek sevgiye giden yolu gösterir. İlmek ilmek kalbe işlenen aşkın, sonsuz bir sevgiye dönüşümüne şahit tutar bizleri. Emek ve sabırla yürünen yolun günün birinde sevgili ile kesişeceğine inandırır hepimizi.

Editör: Elif Türkoğlu

Visited 239 times, 1 visit(s) today
Close