Yazar: 18:30 Kitap İncelemesi, Roman

Hafıza, Kökler ve Çıkış: Ausgang

Umursamazlığın sadece toplumsal değil bireysel anlamda da çok revaçta olduğu yeni dünya düzeninde sorular eski önemini yitiriyor. Dijital mecralarda, zincir mağazalarda, aynı formatlarda yaşanan bir hayat çoktan kanıksandı. Ödenen bedeller, kökler ve hafıza daha az kişiyi ilgilendiriyor artık. Hem de dünyadaki tüm sınırların yaşama ve ölüme karşı bu kadar insan skoru yaptığı bir dönemde. Düşünülmesi gereken bir tezat, acayip bir zıtlık. Sınırlarla parçalanmak zorunda kalmış, sınırların tehlikeleriyle çok yakınlarını kaybetmiş, kovulduğu halde sınırları aşıp gitmediği için yüzlerce yıldır yaşadığı topraklarda linç edilmiş insanlar hiçbir zaman uzağımızda olmadı ve hâlâ değil. İlk baskısı Mart 2020’de yapılan, Mayıs 2023’te altıncı baskısını yaparak bir kez daha okuruyla buluşan Serkan Türk imzalı roman insana ve sınırlara dair düşünmesiyle öne çıkıyor. Daha ismiyle dikkat çeken bir roman Ausgang. Tüm metin bu Almanca kelimenin üzerine ve dünyanın tüm sınırlarını kuşatan bir felsefeyle temellendiriliyor. Bu şıklığın altı özellikle çizilmeli.

“Ada’ya geleli iki gün oldu. Yaz bitti çoktan. Sararmış otlar, yanık çalılar, erken kaybolan güneş; insanı geçmiş bir zamanın içinde kaybolmuş da dönüş yolunu bulamamış gibi yapıyor.”[1]

Bu cümlelerle açılıyor roman. Daha ilk satırda, gizemini koruyan ve kendini kolay kolay ele vermeyecek bir metinle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Yazar Ada’ya, anlatıcıya, anlatıcının orada bulunma sebebine hemen girmiyor. Öyle ki anlatıcı kahramanın adaya gelme sebebini en ayrıntılı şekliyle 139. sayfada ancak okuyoruz. Serkan Türk kurduğu ince, duygulu, derin dille onun hüznüne ortak ediyor bizi. Kendimizi anlatıcıyla kol kola yürürken buluyoruz birden. Koluna girmek için bir sebebe ihtiyacımız yok çünkü. Hüznü yeterli oluyor. Bunun altından kalkabilme başarısıyla kurgunun gücüne ikna ediyor bizi yazar. Ada’ya iki gün önce gelen Hami Pazarlı –ki adını da 93. sayfada öğreniyoruz- kaldığı oteldeki kalabalıkla pek kaynaşmıyor, kurmak zorunda kaldığı yüzeysel cümlelerden sonra kendi içine kaçıyor sık sık. Yürüyüşlerinden, düşüncelerinden, gittiği koylar ve köylerden çıkarıyoruz Gökçeada’da olduğunu. Bazen Fransız Kadın eşlik ediyor ona dolaştığı yerlerde. İncelikli bakışı, duyarlılığı, kederi ve hafızayı onun üzerinden temize çekiyor yazar. Fransız Kadın’ın varlığına/ yokluğuna dair 155. sayfada bizi bekleyen sürpriz ise romanda çok şık bir zirveyi oluşturuyor. Bir yandan anlatıcıya neler olmuş olabileceğiyle ilgili doneleri toplarken bir yandan da Onnik Efendi’nin defteri akıp gidiyor metinde. Kahramanın konuştuğu metinler ikinci tekil anlatıcıyla kurulurken Onnik Efendi’nin kısımları 1.tekil anlatıcıyla kurulmuş. Bu farklılık romandaki iki duygulu adamın birbirinden ayırt edilmesini sağlıyor. Adamların ve anlatıcıların iç içe geçtiği kısımlar da yok değil. Yazar bunu bazen empatinin yoğunluğunu açığa çıkarmak için bilinçli bir şekilde yapmış ki bu da yine bir şıklık oluşturuyor. Onnik Efendi’nin ölümüyle bir şekilde eline geçen günlük anlatıcının adadaki en önemli yoldaşı. Artık bu dünyada olmayan bir adamın defterini okurken onun sorularında kendi sorularını da görüyor. Serkan Türk’ün bu günlüğü kurgulayışındaki özenden ayrıca söz edilmeli. İstanbullu bir Rum’un 1980 sonlarıyla 1990 başlarını kapsayan bu defterinde yazılan çeşitli olaylar ve haberler sayesinde yazılma yılına vakıf olabiliyoruz. Yazar böylece kendi gösterdiği özeni okurundan da istiyor. Onnik Efendi’nin defterinde sadece zamanının günceli yok. Çocukluk anılarından hatırlayabildikleri bizi Anadolu’daki köyünde yaşanan sürgünlere, 6-7 Eylül olayları sırasında başına gelenlere –ki sevdiği kadının bu olaylar yüzünden ölümünün onu bütün hayatı boyunca yalnızlaştırması en acısı ve anlatıcının da onunla kurduğu büyük bağın tamamlayıcısıdır- götürüyor. Serkan Türk bunların hiçbirini açık açık, olayların isimlerini kullanarak vermiyor. Tüm ayrıntıları bağlamdan çıkarmamızı bekliyor. Bu da ayrı bir şıklık ve incelik oluşturuyor. Anlatıcı kahramanın sınırların ötesinden gelen bombalarla anne babasını kaybetmesini, böylece sınırlara dair düşüncelerini, paralel olarak Onnik Efendi’nin sınırlar yüzünden çektiklerini; yan hikâyelerde Almanya’ya giden ve bir daha gelmeyen babalar, Bulgaristan’dan Jivkov’un zulmünden kaçanlar gibi birçok şeyi okudukça insana dair çok temel bir şeye ulaşıyoruz Ausgang’da.

Ausgang, Yitik Ülke Yayınları

“Ülke nedir, sınır nedir, dil ne işe yarar sorularını sorduğun ve içinden çıkamadığın o zaman dilimi, çocukluğun dönü geldi yeniden karşına.”[2]

Böyle güzel bir adam nasıl delirir, diyor Sıdıka’nın annesi. İnsanın insana ettiği kötülük, kıyametin kopmasına yetmiyorsa daha ne yapmak lazım bu dünyada, diye söyleniyor.”[3]

Dünyadaki tüm sınırların bir insan kalbi etmeyeceğine, bir insanın yok edilişine gerekçe gösterilemeyeceğine inanan biri olarak bende karşılık buldu Ausgang’ın dert edindiği mesele. Sınırların dışına çıkıp insana insanın yanından bakabilen metinler, çizgilerin en çok adam öldürdüğü bugünlerde özellikle değerli. En çok adam öldürdüğü ve bu ölümlerin en çok değersiz olduğu bugünlerde. Mustafa Orman’ın 2022’de yayımlanan romanı Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye de böyle evrensel kaygı ve düşünüşlerin ürünü olan güçlü bir metin. Söz konusu romanda İran Türkiye sınırındaki köylerden birinin muhtarı kendine garip bir iş edinmiştir. Sınırı geçerken ölen mültecilerin cesetlerini bulmak ve ailelerine teslim etmek. Daha doğrusu yüklü bir meblağa satmak. Bazen pürmüzle eritilir donan bedenler. Bazen kurt kuş parçalamıştır, eksiktir. Bazen bilerek tanınmaz hale getirilir ki yanlış vücut verilse de para alınabilsin. Ceset teslimindeki resmi yolların alengirli oluşu insanları buna mecbur eder biraz da. Bu ticaret romanın çarpıcı bir noktasıdır ama metin bununla yetinmez. Tıpkı Ausgang’da olduğu gibi başka diller, başka yollar, başka duvarlar, başka sınırlar girer işin içine. 2023 Mayıs’ta Metis Yayınları’ndan çıkan Gassan Kanafani imzalı Güneşteki Adamlar da benzer bir meseleye dikkat çeker. Ekmek parası kazanmak uğruna memleketleri Filistin’den yola çıkarak Kuveyt’e kaçak yollarla geçmeye çalışan üç adam çölde, bir su tankerinin içinde sıcaktan, havasızlıktan can verir. Sınırlar yine aşılamamış, insan hak ettiği asgari şeylere ulaşamamıştır.

Serkan Türk

Ausgang’da anlatıcının dünyanın tüm acımasızlığına rağmen makası biraz kapatıp günlük hayatına yeniden dönebilmesi Onnik Efendi’nin günlüğü sayesinde hatırladığı köklerle mümkün olmuştur. Yaşanan her şeye rağmen, insan insanın yurdudur.

“Bir ağaç sıkılır mı yaşamaktan?
Dalına konacak kuş yoksa sıkılır.
O yüzden yaşayıp giderken kalplerimizi açıyoruz başkalarına, diyecekken vazgeçiyorsun.”[4]

Kaynakça

Serkan Türk, Ausgang, Yitik Ülke Yayınları, 2023.

Mustafa Orman, Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye, Everest Yayınları, 2022.

Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çeviren: Prof. Dr. Mehmet Hakkı Suçin, Metis Yayınları, 2023.


[1] Serkan Türk, Ausgang, s. 9.

[2] Serkan Türk, a.g.e., s. 91.

[3] Serkan Türk, a.g.e., s. 93.

[4] Serkan Türk, a.g.e., s. 80.


Editör: Mete Karagöl

Gülhan Tuba Çelik
Latest posts by Gülhan Tuba Çelik (see all)
Visited 50 times, 1 visit(s) today
Close