Yazar: 18:10 Öykü

Gül’ün Yağcıbedirleri

Annem tencereye Gül teyzemin kendi yaptığı mis gibi kokan tereyağından büyükçe bir parça koydu. Çam fıstıklarını atıp biraz kavurdu, irmiği ilave etti, tahta kaşıkla altın sarısı renk alana kadar karıştırmaya başladı.  Balkonun kapısına dayanmış onu seyrediyordum. İrmikler göz göz olup koyu kahveye döndüğünde uyardım, “Anne yanmak üzereler,” telaşla, “Şerbeti uzatıver,’’ derken yanaklarından süzülen birkaç damla yaşı elinin tersiyle sildi.  Hafif ılımış şerbeti kavrulmuş irmiğin üzerine dökünce cozzz sesiyle beraber fıstıklar sıçradı sağa sola.  Mutfak yardım etmek isteyen akrabalar ile dolunca antreye çıktım, açık duran sokak kapısının yanında bir tabureye iliştim. Salondan tiz bir kadın sesi, okuduğu dualar ile ağlamaya hazır kalplere nüfuz edip, görevini yapmış olmanın huzuru ile şahlandı.  Ben de bir an önce cenazenin arkasından yapılan bu tören bitsin, bol fıstıklı helvalar yensin, “Çok iyi insandı,” sözleri söylenip herkes çekip gitsin diye dua ettim. Avuçlarımı açıp ellerimi tanrıya yakarırcasına havaya kaldırırken, Gül teyzemin, “Arkamdan sakın günlerce okumalar yapmayın,” sözünü hatırladım. “Öğrencilere dağıtın hayırlarınızı,” derdi.  Önce uzaktan akrabalar, komşular çekildi, sonra en yakınlar olarak biz kaldık, teyzemin kimi zaman naftalin kimi zaman çamaşır suyu, ama şimdi dibi tutmuş helva kokan evinde.  

Anneannem, “İkiz gibi büyüttüm ben onları,” diye anlatırdı.  Annemle araları bir yaştı. Teyzem ilerleyen yaşında bile sarı dalgalı saçları, mavi gözleriyle, incecik vücuduyla hep ilgi odağıydı.  Annem mutfakta börek, çörekle uğraşırken o, son moda elbiseler diker, ince, süslü el işleri yapardı.     

Taziyeye gelenler gitmişlerdi, ama kokularını kadife koltuklara bırakmışlardı. Pencereleri açınca dualarla ağırlaşıp odaya çöken ruhlar uçtular, içeriye hafif bir meltemle beraber ıslak toprak kokusu geldi.  Kanaviçe güller işlenmiş yastıkları, “Teyzoşum,  şimdi ben kiminle dertleşeceğim,” diyerek köşeleme yerleştirdim.  Evdekilere kızınca eşyalarımı, ders kitaplarımı alıp teyzeme gelir birkaç gün kalırdım. Bu evin romantik havasına kapılır, “Niye evlenmedin?’’ diye sorardım. Her seferinde değiştirerek anlattığı hikâyeleri gerçekmiş gibi dinlemek çok hoşuma giderdi. 

Dedemler çok yakın iki arkadaşmış. Babamın babasının işleri bozulunca, anneminki, “Gel hem ortak olalım hem de akraba,” demiş. Askerde olan babamın fikrini bile almadan, “Senin oğlanı bizim büyük kızla evlendirelim, dönünce yapalım nişanı, bitirelim şu işi,” deyince ilk adım atılmış böylece.  Annem, “Bize sormadılar bile,” diye gülerek anlatırdı, babam gözlerini bahçedeki güllere diker, öylece dinlerdi. 

Yastıkları kabartıp yerleştirirken annemin sesiyle beraber sertleşen rüzgârın esintisi dağıttı düşüncelerimi:  

“Haydi, yavrum, gidelim biz de. Yarın gelince toparlarız diğer odaları.”  

 “Ben gelmeyeceğim, burada kalacağım.”  

“Olmaz öyle şey, hadi eve.”  

“Nedenmiş o, her zaman kaldığım yer değil mi?” 

“Korkarsın kızım, bak bu gece kalamazsın burada,” diye ısrar etti. 

“Hiçbir kuvvet götüremez beni buradan. Kalacağım, boşuna uğraşmayın.”  

Babam o sırada sert, kararlı bir sesle, “Rahat bırak kızı, rahatça vedalaşsın Gülperi ile,” deyince susup dönüp baktı hepsi.  

“Gülperi mi?” Annemin sesi evde şaşkın dolaştı. Babam merdivenlerde kaybolmuştu bile. “Tamam, kal bakalım,” deyip gözlerini odalarda şöyle bir gezdirip kapıyı çekip çıktı. 

Sonunda yalnızdım. Oturma odasına geçtim. Kapının arkasında yakaları teyelli, çiçekli bir bluz asılıydı.  Ceviz sehpanın üzerinde parlak, albenili kapakları ile moda dergileri yayılmıştı. Antreye çıkınca banyonun yanındaki, bir türlü girmeme izin vermediği kapalı kilere bakınca kalp atışlarım hızlandı, kapının kolunu tutup anahtarı yavaşça çevirirken, “Teyzoş beni affet,” dedim.  Önce toz kokusu gelip burnumun içindeki tüyleri kaşındırdı. Yerdeki, atmaya kıyamadığı siyah beyaz gazeteleri, sararmış Hayat dergilerini sağa sola ittim.  Duvara yaslanmış, ceviz ağacından yapılma sandığın üzeri tepeleme doluydu. Modası sağanak yağmur misali geçen, iki yıkamada sarkmış, şimdi toz bezi olmuş penyeler en üstteydi.  Fırfırlı yatak örtüsü, gövdeleri ezilmiş, nefes almak ister gibi üzerlerindeki eşyalardan kurtulmak isteyen, el dokuması Sındırgı kilimleri, Yağcıbedir halıları…  

Anneannem kızlarına çeyiz olarak getirtmiş bu kilimleri. Bizim evdekilerin rengi solmuş, saçakları sökülmüştü. Koyu lacivert üzerine kırmızılı desenler. Anneannem anlatırdı:  

“Gül’ün Yağcıbedirleri ilk günkü gibi kaldı. Talihsiz yavrum. Ne çok kısmeti çıktı da evlenmedi işte. Annen evlendi de ne oldu gerçi!  Bu baban olacak, suratsız adam nişanlıyken bir ara çekip gitti buralardan. Annen de yediremeyip bir kutu ilaçla hastanelik olunca döndü. “Bırak şu adamı,” dedim annene ama o da bir türlü ayrılmadı, neresine vurulduysa bu sevimsizin.” 

Hepsini yere koyarak, sandığın kapağını kaldırmaya çalıştım, hafifçecikti, açılmaya dünden hevesli.  İlk gözüme çarpan sarı lekeli ajurlu beyaz işler oldu. Dantel masa örtüleri, elma motifli buzdolabı örtüleri… İpek satenden, iğne oya motifli, uçları üstte birleştirilip bir çengelli iğneyle kapatılmış gözyaşlarını sarı sarı akıtmış bohça geldi elime. Ah be teyzoşum, bu cevherler burada niye kilit altında. Neydi bu güzelim parçaların günahı… Paslanmış iğneyi açmaya çalışırken kayıverdi elimden ipek kumaş.  Kâğıtlar, zarflar, fotoğraflar saçıldı etrafa. Sararmış zarflardan birini aldım heyecanla ve bir süre bekledim, açıp açmamak arasında.  

“Gülüm benim, Peri kızım. Gülperim. Babama sana âşık olduğumu, bu işin gerçekleşemeyeceğini söyledim. Kimseden korkum yok.   Ama babam ‘söz verdim bir kere. Hem ortak olduk artık, işlerimizi başka türlü toparlayamayız, kardeşlerin sokakta kalır sonra’ dedi. Bir plan yaptım. Ben yarın akşam gideceğim Ankara’ya. Sen de hazırlıklarını tamamla, bir hafta sonra gelip alacağım seni, gideceğiz buralardan.”  Ali İhsan.  

Titremeye başlayan ellerimden düştü mektup diğerlerinin üzerine.  Kalbim çarparak başka bir tane açtım. “ Kaderimize razı olacağız.  Kaçamayız. Ben yapamam, kimse anlamaz beni. Bu veballe yaşayamam. Ömür boyu kardeşinin nişanlısını ayarttı dedirtmem. . Nasıl mutlu oluruz? En iyisi unutalım yaşadıklarımızı.”   

Sendeleyip kapıya tutundum, başım dönüyordu, yavaşça çöktüm. Teyzoş beyaz bir gecelik ile sandığın başında belirdi birden. “Hişt,” diyerek işaret parmağını dudaklarına götürüp, “Ver onları bana,” derken dışarıdan gelen rüzgârın serinliği ve balkon kapısında asılı boncuklu perdenin sesi ile kendime geldim.  Sert bir rüzgâr dolaştı evin içinde, koştum mutfağa balkon kapısına.  Ben gidene kadar hiçbir esinti kalmadı.  

Annem komşuya geçmiş, babam maç izlerken ben de tarih kitabını açmış, kenar boşluklarını karalıyor bir şeyler çiziyor, bir taraftan da Sındırgı halısının desenlerini inceliyordum.  

“Baba bu desenlerin anlamını biliyor musun” dedim 

“Yooo, nereden bileyim” 

“Genç kızlar evlenip bir yuva kurmak için dokurlarmış bu halıları. Biliyor musun, Gül Teyzemde de varmış aynıları.” 

Televizyonu kapattı, bahçeye çıktı. Turuncu eldivenleri giydi, bahçe makasını alıp, gözü gibi baktığı gülleri budamaya başladı. Odama gidip, bir kutu ile döndüm yanına, “Babacım bunlar senin,” deyip uzattım ellerine. Güllerin arasına oturdu, kutudan bir zarf aldı, “Gülperi’ye” yazan sararmış zarfın üzerinde gezdirdi elini, Aniden çıkan bir rüzgârla toz bulutu sardı bahçeyi. Yapraklar savruldu, açık pencerelerde perdeler uçuştu. Telaşla zarfı geri koyup kapattı kutuyu, geri uzattı. “Sende kalsınlar,” dedi. Sükûn geri geldi bahçeye.  

Nazan Çinko

Görsel: pixabay.com

Nazan Çinko
Latest posts by Nazan Çinko (see all)
Visited 15 times, 1 visit(s) today
Close