Rus realizminin önde gelen isimlerini saymamız gerekse eminim ki birçoğumuz listenin başköşesine Dostoyevski’yi ekleriz büyük bir özenle. Konuya buradan girmemdeki amaç doğrudan Dostoyevski’yi anlatmak değil,  onun yardımıyla Gogol’den bahsetmektir.  Dostoyevski’nin tek bir cümlesiyle Gogol’ün ne denli büyük yazar olduğunu sağlam bir temele dayandırmak istemekteyim. İşte o meşhur söz… “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.”

Şimdi her birimiz yaşamlarımızı,  kaygılarımızı, üzüntü ve sevinçlerimizi,  kısacası kendimizi bir kenara bırakalım. Düşünelim… Dostoyevski gibi bir yazarın “hepimiz” diyerek ayırdığı o az kontenjanlı listeye dahil olduğumuzu hayal edelim. Hayal kurmak bedava olduğu için, biraz kendimizi şımartıp bu cümledeki Gogol olduğumuzu düşünelim. Dostoyevski, bu koca koca adamları alıp da Akakiy Akakiyeviç’in yamalı ve soğuktan hiç koruyamayan delik deşik o meşhur paltosunun ceplerine sığdırırken biz de o ceplerde bir gezintiye çıkalım. Rusya’nın soğuğuna inat Nikolay Gogol’un samimi ve sıcacık yazı diliyle ısınalım. Ceplerden başımı çıkarıp da baktığımda beni soğutan şey Rusya değildi. Hikâyede Akakiyeviç’in binbir güçlük ve çaba ile elde ettiği paltoya verilen tepkilerle buz kesiyor bedenim. Bu kısımda Gogol’den insanların yapma bebeklerden başka bir şey olmadıklarını öğreniyorum. Akakiy Akakiyeviç paltosu uğruna bir eğlenceye davet edildiğinde Nasreddin Hoca’dan öğrendiğim “Ye kürküm ye…” felsefesine Rus dilinde de aşina oluyorum. Vücudumun ısısı git gide düşüyor. Ve bunun iklimle hiçbir ilgisi yok. 

Mizahın en sert protesto olduğunu hatırlıyorum. Akakiyeviç’ in terziyle konuşurkenki komik haline gülüyor, üç kuruşun hesabını yapıyor oluşumuza ağlıyorum. Biraz daha yürüdükçe cebe tekrar giriyorum. İyice sokuluyorum ki kimse bana çık demesin. Keşke hep burada yaşasam diyorum. Her şey belki de ceplerimizde saklı, hiçbirimiz kendimizi küçülmeye layık görmesek de belki de hazineye ancak böyle kavuşabiliriz, diyorum. Sıcacık bir yer bulup kıvrılıyorum ve ayaklarıma değerek geçip gidenler tanıdık mı diye bakmıyorum. Gözerimi kapatıp bir uykuya dalıyorum ki bir sarsıntı ile irkilip uyanıyorum. Henüz kesilmiş bir tosunun yere düşüşü gibi bir ses duyuyor kulaklarım. İşte, palto artık kimin elinde bilmiyorum. Sadece savruluyorum öylece, yalnızca bir ordunun askerleri gibi senkronize olmuş ayak çırpışlar duyuyorum. Bunlar adım sesleri. Akakiyeviç hasta olup yataklara düşüyor. Paltosunu sayıklayarak yumuyor gözlerini hayata. Bense Dostoyevski’nin “hepimiz” dediği insanlarla aynı ceplere tekrar girmenin hayalini kuruyorum…

Yağmur Dikli
Latest posts by Yağmur Dikli (see all)
Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close