Gelinin saçı yapılmış, kuaförde işi bitmişti. Damat bekleniyordu. Yıpranmış saçlarını hale yola koymak için onlarca firkete harcanmış, bir kutu şekillendirici sprey sıkılmış ve topuz biçimi verilmişti. Bir iki farklı saç modeli denemesinden sonra karar kılınan model buydu. Baştan ne istediğini söylese kolay olacaktı ama kararsızın biriydi. Kuaförlük sabır işi, dişini sıka sıka halletmişti adam. İşinin ehli makyöz de kaş, göz, dudak, yanak derken özenle çalışarak gelinin kusurlarını gizlemiş, gelini allayıp pullamış, ortaya beyaz gelinliği içinde masumiyetin somut halini çıkarmıştı.
Gelini kuaförden alma saatini kestiremeyen damat aranınca geldi. Damatlık değil de takım elbise seçmiş adamın kıyafeti matah bir şey değildi. Papyon değil kravat takmıştı beyaz gömleğinin iki yakasının ortasına. Parlak rugan ayakkabısı damatlığına nazaran gösterişliydi. Saçı başı sıradandı, akraba düğününe gidiyor sanılabilirdi damat olduğu bilinmese. Saçını birkaç gün önce kestirmiş, sinekkaydı tıraşını da sabah olmuştu.
Gelin ayağa kalktı, kuaförün çırağı hızlı davranarak kapıyı kilitledi. Elini arka cebine atan ve makul miktarda bir kapı açma parası hazırlayan damat parayı gösterince kapı açıldı. “Hayırlı olsun, Allah bir yastıkta kocatsın, bir ömür boyu mutluluklar dileriz,” sözleriyle uğurlandılar.
Fotoğrafçı uzak değildi. Beş dakika sonra mutluluklarının resmini çekecek olan fotoğrafçının kapısındaydılar. Kapıdan içeri girerken vitrini süsleyen gelin damat resimlerine kaydı gözleri. Algıda seçicilik. Damat, karısı olacak gelinden çok daha güzel, alımlı gelin resimlerine bakmadan edemedi. Kısmet! Gelinin ne düşündüğü anlaşılamadı. Kol kola değildiler, gelin önde, damat peşindeydi. İçeri girdiklerinde fotoğrafçı meşguldü, karşılamayı dükkânın çırağı yaptı. Randevu defterini kontrol edip damadın ismini teyit ettikten sonra ustasının biraz işi olduğunu on, on beş dakikaya çekime başlayabileceğini söyledi. Beklerken çay ya da kahve öneren çırağı reddettiler.
Fotoğrafçı dükkânı mutluluk anları biriktirmişti bunca yıl. Duvarlarda tebessüm ederek birbirine yaslanan, samimi pozlar veren çiftler, saadetlerini ve iki çocuk sahibi olmuşluklarını ölümsüzleştiren çekirdek aileler, erkekliğe yeni adım atmış, maşallahlı, beyaz elbiseli al yanaklı çocuklar. Baskı yapan büyük dijital cihazlar, çeşit çeşit fotoğraf makineleri, renkli yazıcılar, bilgisayarlar tek bir amaca hizmet ediyordu, mutlu anları ölümsüzleştirmek ya da mutluymuş gibi gözüken, gözükmesi gereken insanlardan enstantaneler yakalamak. Kolay mıydı bunlar, eh pek zor sayılmazdı. İşini iyi bilen bir fotoğrafçının yakalamayı isteyeceği ifadeyi insanların yüzlerine tarif ederek yerleştirmesi işin sırrıydı. Sünnet olan bir çocuğun erkekliğe adım atmasının yüzüne nasıl yansıması gerektiğini bilen fotoğrafçı, gelin ile damadın mutluluğunun da ne menem bir şey olduğunu elbette bilirdi.
Renk vermeyen, fotoğraf çektirmeye alışkınmış gibi sakince sıralarının gelmesini bekleyen gelinin aksine heyecanlanmıştı damat. Vitrindeki, duvardaki resimlerini inceledikçe o pozları, o gülüşleri, o saadeti nasıl vereceklerini, o hale nasıl bürüneceklerini düşünüyor, bir an önce çekim işinin bitmesini istiyordu. Bir yandan uzun saçlı, hafif kilolu, elli elli beş yaşlarında, oldukça rahat görünen fotoğrafçıya bakıyor, çekimin nerede, nasıl olacağına kafa yoruyordu. Vesikalık fotoğraf çekilen küçük odada olmazdı herhalde bu iş. Bunun için dizayn edilmiş bir oda olmalıydı.
Çok geçmeden fotoğrafçı “Hoş geldiniz, hayırlı olsun,” diyerek çiftin yanına geldi ve onları tepeden tırnağa süzdü. “Buyurun, stüdyomuz üst katta,” diyerek yol gösterdi. Spot ışıklarıyla aydınlatılmış, ortada duran yarım arkalıklı tuhaf kanepeden ve birkaç sandalyeden müteşekkil stüdyo aşağıya göre sıcaktı. Fotoğrafçı makinesini değiştirmek için aşağıya indi ve çok geçmeden döndü.
Şu duvarların dili olsa da konuşsa. Nice gelin damat gelip geçmişti bu odadan. Birbirine yakışanı yakışmayanı, uyuşanı uyuşmayanı, baskını çekiniği, mutlusu mutsuzu, gönüllüsü cebren gelmişi. Ten uyumunun, sevginin, aşkın ilk olarak sahneye konduğu, birilerinin karşısına çıkarak açığa vurulduğu yer burasıdır. Resim çektirme esnasında yüzüklerin atıldığı, gelin ile damadın ayrı araçlarla fotoğrafçıdan ayrıldığı durumlara rastlanmıştır. Fotoğrafçı çiftlerin geleceğine dair tespitlerini burada yapar ama kimselere bahsetmez, tahminlerini kendine saklar. Fotoğraf makinesinin vizöründen kaçış yoktur, gerçeği olduğu gibi tespit eder. Makinenin hafızasına mutluluk anlarının kaydedilmesi gerekse de her zaman böyle olmayabilir.
“Evet, arkadaşlar, şimdi rahat olma zamanı. Sizi biraz gergin görüyorum, doğal olun, sinirlerinizi gevşetin, resimleriniz güzel çıksın. Şu resimlerin telafisi olmadığını bilin. Yıllar sonra hayıflanmamak için güzel pozlar verin ki ben de onları yakalayayım ve ebedileştireyim. Damat bey, kravatı sıkıştıralım, ceketi düzeltelim lütfen. Gelin hanım omuzlarınızı serbest bırakır mısınız, gülümseyin lütfen. Başlayalım, ilk pozumuz şöyle olacak. Damat bey, lütfen kanepenin baş tarafına oturun ve ayak ayaküstüne koyun, erkeklik gururunuzu gösterin. Evin reisi olacaksınız. Gelin hanım, damat beyin arkasından üzerine doğru eğilin, başlarınız yan yana gelsin ve doğal halinizle gülümseyin, istediğiniz adamı buldunuz, mesutsunuz, evinizin direğine yaklaşın.”
Tarif edilen duruş biçimini yaptılar ama gülümseme ve yaklaşma şekli fotoğrafçının istediği gibi olmadı.
“Arkadaşlar lütfen gülümseyin, içinizden geldiği gibi, evleniyorsunuz, bu anın geri dönüşü yok, en mutlu gününüz.”
Fotoğrafçı duruş biçimini göstermek için müdahale etti, gelinin damadın üzerine eğilmesini, başlarının yan yana olması gerektiğini söyledi. Gelin eğildi, damadın biraz arkasında kaldı başı, gülümsemeye çalıştı, dişlerini göstermesi yeterli değildi, fotoğrafçı daha ötesini mümkün görmediği için üç beş kere bastı deklanşöre. İyi bir başlangıç olmamıştı. Damadın gülümsemesi bir nebze daha iyi olsa da yetersizdi.
“İkinci pozumuz şöyle olacak. Ayakta yan yana dururken gelin hanım bir elini damadın omzunun üzerine, dirseği arkada eli önde kalacak şekilde koyacak, damadın elleri cebinde olacak ve tabii ki gülümseyeceğiz. Evleniyorsunuz, evlendiniz daha doğrusu, bu sizin en mutlu gününüz.”
Damat kalktı, gelin yanına geldi, tarif edildiği gibi elini damadın omzunun üzerine iliştirdi fakat bu yapay bir poz oldu. Vermeleri gereken sıcaklığı, samimiyeti veremiyorlardı. Yekdiğerine yaklaşmaktan, bedenlerini temas ettirmekten çekiniyorlardı. Kan uyuşmazlığı mı vardı acaba bunlarda. Flört, nişanlılık yaşamamışlar mıydı? El ele kol kola olmamışlar mıydı? Mıknatısın aynı kutbu gibiydiler. Birbirlerini itiyorlardı, hâlbuki çekim gücünün zirvede olması gereken anlardı. Fotoğrafçı çaktırmadan ofladı ve buradan da beş altı poz aldı.
Gelin damat resimleri çekimine ayrı bir önem veren fotoğrafçıyı tatmin etmedi bu pozlar, şevki kırıldı. Maharetini gösterdiği bu resimlerin nitelikli olmasını önemserdi. Aksi halde sadece arşivlik olurdu ve kimsenin görmesini istemezdi.
“Arkadaşlar diğer duruşumuz basit sayılır. Yüzlerinizi birbirine yaklaştıracak, burun buruna olacak ve gülümseyeceksiniz. Elleriniz birbirine kenetlenmiş olacak. Zor olmasa gerek.”
Gelin ve damat yüz yüze geldiler. Buraya kadar kolaydı ama burun buruna olmakta zorlandılar, daha doğrusu burunlarını birbirine değdiremediler. Sıcaktan bunalmış olan damadın burnundan ter damlayacaktı az kalsın. Neyse ki fotoğrafçı müdahale etti.
“Damat bey, ceketinizi çıkarabilirsiniz, sıcak oldu galiba, ceketsiz de olur bu poz, kaide yok ya.”
Ceketten kurtulan damat yüzünü gözünü sildi, ferahlamaya çalıştı. Pozu tekrarladılar. Rahat görünen damat gerektiği gibi yaklaşıyor ama gelin çekingenlik gösteriyordu. Gülmüyor, burnunu damadın burnuna değdirmek ile değdirmemek arasında kalıp bocalıyordu. Damadın gözüne değil de aşağıya bakıyordu. Sabrı taşmaya başlayan fotoğrafçı dişini sıkıyor “Biraz daha gelin hanım, biraz daha,” diyerek bu berbat anı olgunlaştırmaya çalışıyordu. Olmadı, olmuyordu, bu poz ortada kaldı, deklanşöre basılmadı.
Bir sonraki duruş biçimi, gelinin ellerini damadın boynuna dolaması, damadın da aynısını gelinin beline sarılarak göstermesi ve yanak yanağa verip fotoğrafçıya bakmaları şeklindeydi. Boyları birbirine yakın olduğu için güzel olurdu bu poz.
Yetişkin ve sağlıklı insanlar dürtülerini kontrol edebilirler, etmelidirler. Damadın içinde yavaş yavaş bir şeyler uyanıyor, bunu belli etmemek için renkten renge giriyordu. Bir kadının sıcaklığını ilk kez tüm duyularıyla algılamanın nasıl bir şey olduğu anlatılamazdı. Kadın kokusunu tüm duyularıyla hissediyor, şimdi çekim için hazır olduğu halde erkeklik duygusu peşini bırakmıyor, serbestçe hareket etmesine engel oluyordu.
Damat gelinin beline kollarını doladı. Gelini kendine çekiyor, içgüdülerinin sözünü dinliyor, zıt kutuplar olduklarını hatırlıyordu. Gelin bu hamleye kayıtsız kalarak ellerini damadın boynuna yalan yanlış iliştirdi. Fotoğrafçıya bakarak sırıttılar. Damat arzularına teslim olmuş, duruşun hakkını veriyordu. Fotoğrafçı samimi, içten gelen bir gülüş istiyor, onu yakalamaya çalışıyordu ama heyhat! Eğreti gelin, bozdu pozu. Adam bunca yıllık kariyerini düşündü. Bunlar gibisine rastlamadığına yemin edebilirdi. Bu sefer damat tamam da gelini yönlendir yönlendirebilirsen.
Gelinin soğukluğu damadın içinde uyanan ateşi söndürmese de köreltmeye yetti. Bir yandan engel olamadığı dürtüleri dizginleme çabası, diğer yandan gelinin yaydığı negatif elektrik, damat için yanardağın püskürttüğü kızgın lavlardan sonra sakinleşmesine, sadece kül ve gaz püskürtmesine benziyordu.
Fotoğrafçı tecrübesiyle, tarif ettiği pozun bir anlık görüntüsünü yakalamayı başardı. Flaşör peş peşe patladı, on dakika ara verelim diyerek kendini aşağıya attı. Gerginliği yüzüne yansıyordu, kahve molası vermişti, tahammül sınırlarını zorlayan çiftin kalan pozlarını tamamlamak için gevşemeli, sakin olmalıydı. İstediği pozları yakalayamadığı için fotoğraflardan umudunu kesmişti ama tümden kötü çıkar da vaziyeti kurtaramazsa mesleğinin zedelenmesine, kötü şöhret edinmesine neden olabilirdi bu durum. Nereden bilecekti ki bu insanlara rastlayacağını. Gelen müşteriyi, hem de gelin damat fotoğrafı çekim işini provayla kabul edemezdi ya.
Moladan sonra yukarı çıkan fotoğrafçı gelin ile damadın kanepenin her iki başına ayrı ayrı oturduklarını görünce şaşırdı. Evlilik kurumu, karı koca olma, iki insanın hayatını birleştirmesi hakkında bir iki kelam etmeyi düşünmedi değil. Mesleği icabı kimsenin özel yaşamına burnunu sokamazdı. İşini yapmalıydı, bunlar da böyleydi, ona neydi ki.
Bu iş uzayacaktı, anlaşılmıştı. Son pozu almalı, çekimi bitirmeliydi. Gelin ile damadın yan yana gelip birer elleriyle kalp yapmalarını, diğer ellerini de fotoğrafçıya doğru uzatmalarını istedi. İstenen duruşu gerçekleştirmeye çalıştılar ama başaramadılar. Damadın elleri titriyordu, gelin kalbin yarısını kararlı ve kusursuz bir biçimde oluşturuyordu ama damat tamamlayamıyordu. Başarısızlığın etkisiyle teri daha da arttı. Göğsü, yakası ıslandı, tepesinden duman çıkıyor dense yeriydi. Fotoğrafçı çekimi durdurarak aşağıdan havlu istedi. Kurulanan damat bir nebze rahatladı.
Fotoğrafçının ensesinden usulca bir ağrı girdi. Bilirdi bu sinsinin ne olduğunu, hangi zamanlar geldiğini. Bir an önce şu berbat çekimi kolaylaştırmanın yolunu bulmalıydı. Böyle devam ederse atak geçirebilir, acillik olabilirdi. Ondan sonra gelsin iğneler, serumlar, dilaltı falan, uğraş dur işin yoksa.
Adamın aklına farklı bir yöntem geldi ansızın. Bu ikisini yan yana getirip mutluluklarını yakalamak neredeyse imkânsız olduğuna göre resimlerini tek tek çekmeli ve birçok değişik poz almalıydı. Önden, yandan cepheden, birçok farklı açıdan. Ondan sonra da çektiği resimleri farklı arka planlarla düzenler ve marifetini kullanarak gelin ile damadı yana yana getirirdi. Fotoğrafta hile çoktu nasıl olsa. Stüdyoda yan yana getiremese bile dijital ortamda pekâlâ buna muktedir olabilirdi. Gülümseyen resimlerini yakalamak tabii ki sorundu ama dişlerini göstermelerini ister, çokça çeker ve içlerinden ayıklama yaparak istediği pozu belki bulabilirdi.
Fotoğrafçı kafasında kurguladığı yöntemi beğenerek “Tekrar başlıyoruz arkadaşlar,” diye gürledi. Mutlu anlarını yakalama çabası beyhude bir girişim olarak kalan çiftin resmini birlikte çekmek zorunda değildi. Bunların dükkânına hiç gelmemiş olmalarını dilerdi. Gülümseme, hayatlarının en mutlu günü olduğunun idrakine vararak duruş sergileme, uyum gösterme yabancıydı bunlara. Ne halleri varsa görsünlerdi. Yeter ki şunların resmini hızlıca çekip göndersin ve bir daha bunlar gibisine rastlamasındı.
Editör: Gülhan Tuba Çelik
- Kedi Isırığı - 15 Temmuz 2024
- Tutmayan El - 14 Haziran 2024
- Gelin Damat Resimleri - 19 Mayıs 2024