Yazar: 19:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi

Esir Şehrin İnsanları Kitap İncelemesi

Kemal Tahir, Esir Şehir üçlemesinde tarihe halk tarafından bakarak ışık tutmaya çalışmış. Bu  üçlemenin ilk kitabı olan Esir Şehrin İnsanları’nda tarihi olayların yanı sıra o dönemin psikolojik, sosyolojik ve ekonomik durumunu da rahatça görebiliyoruz.

Yıllarca okul sıralarında öğrendiğimiz savaşların, antlaşmaların, ayaklanmaların halkı nasıl etkilediğini kolayca anlayabildim, olaylara bu pencereden bakmak beni tarihe dahada yakınlaştırdı, diğer romanlarda da 18. ve 19. yüzyıl olaylarını halkın gözleriyle görmek istiyorum şimdi.

Romanı okurken bildiğim olaylarla karşılaşmak dışında beni hayrete düşüren olay, Kemal Bey’in mallarını satmaması üzerine bir İngiliz’in Ermeni soykırımından bahsetmesi. Son günlerin en çok tartışılan konusuna bu kitapta da rastlamak çok şaşırtıcı…

İşte Esir Şehir’den insan manzaraları:

Kemal Bey, bir Şubat akşamı dikkatlice Ege denizine bakıyordu. Eski bir torpilin gemilerine çarpmasından korkuyordu ve bunu belli etmeyi ise gururuna yediremiyordu.

Abdülhamid’in en kıymetli vezirlerinden Selim Paşa’nın tek çocuğu olan Kamil Bey çok genç yaşta babasız kalmıştı. Babasından kalan mal ve itibar ile rahat yaşamıştı.

1914 Ağustos ayında Saint Tropez’de bir İspanyol prensi olan arkadaşının yatında karısıyla tatildeyken savaşın başladığını öğrendi.

Kamil Bey, neler olduğunu düşünürken olayları tek tek hatırladı. Osmanlı İmparatorluğu,  son yıllarda “10 Temmuz” “31 Mart Vakası” iç çekişmeler ve “Trablus ve Balkan Savaşları”gibi yenilgiler yaşamıştı. Ona göre Osmanlı İmparatorluğunun savaşa girmesinin bir sebebi yoktu ve savaşa katılmayacağını düşündüğü için, İspanyol dostunun Kordova’daki şatosunda sonbaharı geçirme teklifini kabul etti. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğunun savaşa girdiğini orada öğrendi.

İki gün sonra bir Osmanlı vatandaşı olarak yapacaklarını öğrenmek için Madrid Büyükelçiliği’ne gitti. Elçi, babasını vezir olduğu zamandan bildiği için Kamil Beyi’de yakından tanıyordu. Detaylara girmeden eğitimini bildiği için Kamil beye elçilikte tercüman olarak çalışmasının şu anda vatana hizmet olacağını söyledi. Ona ayrıcalık yapmadığını göstermek içinde, vatana hizmetin ücreti yoktur dedi. Odasına götürürken, ona bir ev bulacağını da belirtti. Bir İspanyol hanımın epeydir boş duran konağını tutacaktı.

1917 Mart’ında Rusya’da sebebi ve neye karşı yapıldığı anlaşılamayan devrim sonunda dengeler değişti. Çar orduları dağılıp,çekildi. Tam Osmanlı rahat nefes alırken, Amerika Almanlara karşı savaşa girdi. 

Bu arada Kamil Bey’in geliri giderek azalmış ve eşinin elmasları da satılarak yaşam devam ettirilmişti. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Kamil Bey Londra’ya ve Paris’e giderek para durumunu düzeltmek ve borç bulabilmek için çareler aradı. Osmanlı İmparatorluğu ve vatandaşları için her şeyin çok farklı olduğunu o zaman anladı, savaştan galip çıkan devletler akbabalar gibi en iyi parçaları kapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Sonunda beklemekle olayların daha iyiye gidemeyeceğine karar veren Kamil Bey ve ailesi elindeki son para edecek malları da satarak dönüş için Barcelona’dan eski bir şilebe bindiler.

Kamil Bey’in eşi Nermin de paşa kızıydı. Yirmi yaşın kadar pembe bir fanusun içinde yaşamış ve babası Tacettin Paşa öldüğünde bu fanus birden kırılmış, hayatın bilmediği gerçekleriyle karşılaşmıştı. O zamandan beri kendini güvende hissetme isteği, aşırı zaafı olmuştu. Evlenmesi için Kamil Bey ile tanıştırıldığında da ona güvendiği için bu evliliği kabul etmişti. Bunun için Nermin’in en küçük olaydan, en büyük felakete kadar “Kamil bizi kurtarır.”  Diye bir düşüncesi ve güveni vardı. Bu düşüncede Kamil Beye gurur veriyordu. Kamil Bey’in kızı Ayşe küçük olmasına rağmen bir genç kız zarafetiyle hareket eden, iyi yetiştirilmiş, esmer ve babası gibi iri bir kızdı.

İstanbul’a yaklaştıkça Kamil Beyin düşünceleri gitgide artıyordu. Nermin’in halası onları evinde ağırlamayı istiyordu. Kamil Bey gitmek istemiyor fakat maddi durumu gitmesini gerektiriyordu. Hala hanım itiraz kabul etmeyen ve gençliğinde güzel olduğuyla hala övünen bir kadındı. Enişte ise siyasetten anlamam dediği halde bütün işlerini hükümetle yürütürdü. Padişah, İtilafçılar onun işlerini hiç bozamamış Mütareke ise dahada güçlendirmişti.. Hala hanımın birde Nermin’den iki yaş küçük kızı Sabriye vardı. İki yıl önce binbaşı eşinden ayrılmıştı. Bu aile ile nasıl beraber oturulacaktı, işlerini nasıl yola koyacaktı çok çok endişeleniyordu. Duydukları şeyler onu iyice korkutuyordu. Savaştan dönen askerler Çanakkale’de yendikleri halde yenilmiş sayılmalarına çok üzülüyorlardı. Sultan ortada sıkışmış kalmıştı. Çanakkale komutanı Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip savaşa başladığı söyleniyordu. Kamil Bey’i şimdiye kadar vatanı için savaşmamış olması da çok üzüyordu. Savaşa gitmek için yazılmış fakat sıra gelmemişti, eskiden İstanbul halkını askere almazlardı.

Kamil Bey, dergideki haberi okurken bir hüzünle doldu “ACI BİR ÖLÜM ; Çanakkale müstahkem mevki komutanı Albay Şevki Bey’in yaveri  Mehmet Ali Bey dün gece, Ada’ya giden son vapurda, eldivenlerine, kalpağını, birde kapalı büyük zarfı saltanat hanedanına mahsus kamarada bırakarak vapurun burnuna gitmiş, kafasına bir kurşun sıkarak kendini denize atmıştır. Mehmet Ali Bey 21 yaşındaydı. Hayatının son yıllarını cephelerde geçirmiş Çanakkale’de, Kafkasya’da, Filistin’de kahramanca çarpışmıştı. Şiirle ve edebiyatla uğraşırdı. Çok nazik ve çok duygulu bir Türk subayı olan Mehmet Ali Bey’in ölümü silah arkadaşlarını yürekten kederlendirmiştir.” Nerminin halasının Nişantaşı’ndaki evi zenginliğini herkese ilan etmek isteyen insanların bir göstergesi gibiydi. Her köşedeki antikalar acayip karışıklık yaratıyordu.

Halaların evinde tanıştığı İngiliz nedense Kamil Bey’e aşırı saygı gösterdi, ona olan ilgisi sanki hakkında bilgi almak ister gibiydi. Sonunda savaş yüzünden uğradığı zararlar karşısında bir yardımı olup olmayacağını sorduğunda, Kamil Bey gerçekten çok şaşırdı. Kendi hakkında bir plan yapıldığından şüphelenmeye başladı, hele Musul petrol hisseleri hakkında sorular soruldukça bir an önce satmayı düşündüğü hisseleri nedense koruma ihtiyacı hissetti. İngiliz enişteyle birlikte topraklarını Ermeni Gülbenkyan’a satıp Ermeni soykırımı suçundan temizlenmiş olmayı teklif ediyordu. Kamil Bey’in ellibin İngiliz altınına da hayır demesi, ikna etmenin zorluğunu ortaya koymuştu. Eşini, halayı ve kızını da ikna için zorladılar. Artık bu olaydan sonra halanın evinde de kalamayacaklarını anladı.

Kamil Bey düşünüp kendi şartlarına en uygun evin anneannesinden kalan Bağlarbaşı’ndaki köşk olduğuna karar vermişti. Avukatından köşkün anahtarlarını istediğinde Mahir Paşa Köşküne bıraktığını öğrendi. Kamil Bey, düşündüğünde Mahir Paşayı değilde oğlu Fuat’ı hatırladı, kendinden dört yaş büyüktü, çok okuyan, entelektüel, sportmen biriydi. İstanbul’daki İtalyan Büyükelçiliği Müsteşarının kızıyla evlenip Avrupa’ya yerleşmişti. Bir kızı vardı, karısı onu terk edip kızıyla birlikte gitmişti. Kamil Bey bu olaya çok üzülmüştü, o zamandan beri Fuat Bey görülmemişti. Bunları düşünerek kapıyı çaldı. Kapı açıldığında, karşısına bir Kadiri dervişi çıktı. Kamil Bey irkilerek, bu kişinin Fuat Bey olabileceğini fark etti. Acaba yanılıyor muydu?, bu derviş 1900’ler de şık ve zevkli giyinen arkadaşı mıydı?. Fuat Bey arkadaşını tanıyarak evine buyur etti. Alındığı odanın duvarlarında tarikat taçları ve çeşitli levhalar asılıydı. Fuat Bey, arkadaşına şöyle açıkladı; Dünya ile ilişkimi kestim, gitgide hiçbir utanç, hiçbir olay beni sarsmıyor, Dünya ile arama bu kara cübbeyi germeye çalışıyorum, dedi.

İki yıllık derviş Fuat Mahir Bey ile, iki yıllık yoksul Kamil Bey  köşkü incelemeye giriştiler. Fuat Bey, dülger Cemil ustayı getirmeyi önerdi, onu buldular. Cemil usta evin onarımını en az maliyetle, Fuat Beyde bahçeyi üstüne aldı.

Kamil Bey, yüzde yüz Batı kültürü ile yetişmiş birinin nasıl bu şekle geldiğini merak ediyordu. Bir gün cesaretini toplayarak sordu, Fuat Beyde geçirdiği devrelerle birlikte nasıl derviş olduğunu anlattı. Ev şekline girdikten sonra Ayşe ve Nermin taşındılar, fakat evin ilk halini bilmedikleri için Kamil Bey’in evi bu hale getirmek için ne kadar uğraştığını anlamıyorlardı. Kamil Bey karısını her haliyle çok seviyordu.

Tarih 16 Mart 1920, günlerden Salı Kamil Bey günlük işleriyle uğraşmıştı. Dülger Cemil usta heyecanla geldi ve İstanbul’un işgal edildiğini haber verdi, ertesi gün gelen haberler dahada ilginçti. İşgal sırasında beş Türk askeri ölmüştü, bunlar Mızıka Karakolu erleriydi. Tersaneler ve kışlalar hiç çarpışmadan teslim edilmişti. İşgal altındaki İstanbul’u tekrar işgal eden İngilizler Eskişehir ve Afyon’daki askerlerini geri çekmişlerdi. Kamil Bey birkaç gün huzursuz oldu. Enişte beylerde tanıştığı Henry Dickson, Musul’daki toprakları satmadığı için bir bahane bulup onu tutuklatabilirdi. Allahtan hala hanım kızıyla geldi ve İngilizin selamını söyledi, Kamil Bey rahat nefes aldı. Hala hanım ve onun gibi düşünenler İstanbul’u sanki Kuvayi Milliyeciler işgal etmiş gibi Anadolu’daki direnişe karşı çıkıyorlardı. Hala hanıma göre subaylar maaşları kesildiği için Anadolu’ya geçip halkı ayaklandırıyorlardı. Yoksa İngilizler karşı gelmenin ne mantığı olabilirdi. Osmanlı Almanya’yla beraber yenilmişti, İngilizler savaşa girmeyin dediğinde de yine bu kudurgan subaylar savaşa girdiği için böyle olmuştu. Hala hanım giderken para bırakmak isteyince Kamil Bey nazikçe teşekkür etti. İstanbul’da hayat görünüşte eskisi gibi devam ediyordu ama tatsız, Cemil ustaya göre son umut Anadolu’ya kalmıştı artık.

8 Mart’ta Sadrazam Salih Paşa çekilmiş,  Tevfik Paşa sadrazamlığı kabul etmediği için dördüncü defa Damat Ferit Paşa getirilmişti. Kamil Bey Anadolu’yu hiç bilmeyen bir İstanbul çocuğu olduğu için bazen oda umutsuzluğu kapılıyor ve milletin durumuna hak veriyordu.

Nisan ortalarında Kamil Bey artık iyice sıkılmaya başlamıştı. Eskiden davetlileri olur ya da davete giderlerdi. Fakir düştüğünden beri bunlar olmuyordu, enişte beyinde iş bulma çabaları sonuç vermedi. Avukat davaların bitmek üzere olduğunu bir ikisini kazanacaklarını söylemesine rağmen Kamil Beye en zor gelen çarşı pazarda hesaplı alışveriş yapmak zorunda kalmaktı, bu gayreti de iki hafta sonra bitti.

Sabahleyin komşusu Fuat Bey acele ile geldi, Düzce’de isyancıların dördüncü tümeni esir aldıklarını Komutan Mahmut Bey’i öldürdüklerini söyledi, olanları anlayamıyordu. Sabaha kadar düşünmüş, Anadolu’ya geçmeye karar vermişti. Sözünün sonunda masaya bir zarf bıraktı, içinde bin ikiyüz lira vardı. Bunu tekkeye bağışlamayı da düşündüğünü ama en uygununun Kamil Beye borç vermek olduğuna karar verdiğini söyleyerek veda etti. Cemil ustadan gelen haberlere göre Anadolu’da işler hiç iyi gitmiyordu. İki üç gün Cemil usta gelmeyince, meraklanıp utancını yenerek mahalle kahvesine gitti. Komşular Kamil Bey’i sevgiyle karşıladılar, Anadolu’daki olaylar hakkında herkes aklınca bir şeyler söylüyordu. Derviş Fuat Bey’in verdiği para azalınca Kamil Bey avukatına gitti. Avukatı da sonuçları beklerken eski çekmecede bulunan kağıtları gözden geçirmesini tavsiye etti, fakat okuduğu kağıtlardaki olaylar iyice aklını karıştırınca demir çekmeceyi avukata teslim etmeye karar verdi.

Kamil Beyle avukatı Ayasofya’daki adliyede buluştular. Adliyede olmak, oradaki olayları tarafsızca seyretmek bu haliyle Osmanlı gibi bir imparatorluğun sonunun geldiğini anlatıyordu. Avukatı ona yeni hapishaneyi gösterdi, içine henüz mahkumlar gelmemişti, bu görüntü bile Kamil Bey’i ürküttü. Mahkemedeki gerçekler onun görmediği ve bilmediği bir dünyaya aitti, sanki boşanmalar, borç alacak davaları, yaralama öldürme olayları sadece romanlarda olurmuş gibi şaşkına döndü. Dalgın dalgın tramvay beklerken Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı 116 Ahmet’i gördü. Ahmet’le beraberce Sultanahmet Parkı’ndaki kahvelerden birine gidip oturdular. Ahmet tedirgindi, tenha bir masaya oturunca sessizce İhsandan bahsetti. Kamil Bey, kız İhsan mı? Diye tereddüt etti. Çok nazik ve çok güzel bir delikanlıydı, piyeslerde kadın rolüne çıktığı için bu adı takmışlardı. Konuşurlarken onun yedek subay olarak savaşa gittiğini, beş yara alıp esir düştüğünü, kurtulunca da küçük bir yatırımla dergi çıkarmaya başladığını öğrendi. Kuvay-ı Milliye ve Mustafa Kemal’e destek veren yazılarından dolayı takibe alınmış, cephanelik baskınında yakalanınca harp divanında on yıl küreğe mahkum olmuş, Kamil Bey bunlara inanmakta zorluk çekiyordu. Şimdi nerede olduğunu sorduğunda İstanbul cezaevinde olduğunu da öğrendi. Dergi karısı Nedime Hanım’ın üstüne olduğu için kadın dergiyi kapatmak istememiş, İhsan Bey ile Ahmet düşünürken Kamil Bey’i hatırladıklarını söyleyince, çok üzüldü. Ondan para yardımı istediklerini zannetti, fakir olmaktan dolayı utanç duydu. Arkadaşları onun maddi durumunu biliyorlardı. Resmini ve yazılarının güzel olduğunu hatırlatarak, dergide çalışmasını istediklerini belirttiler. Kamil Bey çok mutlu oldu, gururlandı. Yalnız sen hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi, ben aylıkçı adamım de ve sorumluluğu üzerine alma dediler. Sonra Ahmetle beraber İhsan’ı görmeye gittiler, Kamil Bey onu tanımakta zorluk çekti. Sultanahmet Mitinginin nasıl halka umut verdiğini eğer o olmasaydı, karısının hiçbir zaman Babıali’ye çıkmayacağından bahsetti, zaten bu olaylar olmasa kendisininde kıskançlıktan bırakmayacağını da itiraf etti. Bu dergiyi bu savaşın diğer savaşlardan farklı olduğunu halka anlatmak için çıkardıklarını anlattı. Çıktıklarında arkadaşının şüpheli bir işe ne kadar inandığını düşündü, Nermin’e nasıl anlatacağı da ayrı bir sorundu. Ahmet’e göre Karadayı açık sözlü, mert Anadolu insanını temsil ediyordu, derginin adını Nermin ilk duyduğunda şaşırdı. Gazeteciden Karadayı istediğinde yolcuların tepkisinden tedirgin oldu, okuduğunda ise, devlete karşı gelenlere katıldığını anladı. Zaten İngilizlere topraklarını satmak istemediğinde ilk başkaldırısını yapmıştı. Dergi Anadolu’da olanları İstanbul halkına duyuruyor gibiydi. Dergide ilk yapmak istediği Ankara’ya muhabir yollamaktı, ikincisi de İstanbul hükümetinin tarafını tutan gazeteleri incelemek.

O sabah, hem gazetenin idaresini göreceği, hem de İhsan’ın karısı ile tanışacağı için çok mutluydu. Nedime Hanımın nasıl biri olduğunu hayal etmeye çalışıyor fakat başarılı olamıyordu, Ahmet’e sormadığına pişman oldu. Bir başka merakı da dergi idaresiydi. İsviçre’de bir tane görmüştü, ama buradakini hayal edemiyordu. Ahmet küçük bir sermaye demişti, ne kadar farklı olabilirdi. Babıali yokuşunu çıkarken heyecanı son haddindeydi, sanki oradan daha önce hiç geçmemiş gibi her şey ona farklı geliyordu. Bu duygularla Vakit Gazetesinin yanındaki hana girip onaltı numaralı odanın kapısını çaldı. Esmer solgun yüzlü bir kadın, onu buyur ettikten sonra, kimi aradığını sordu. Nedime Hanımı aradığını öğrenince kendisi olduğunu dün tanışamadıkları için üzgün olduğunu söyledi. Kamil Bey’in yaşadığı tedirginlik değil, ayrıca hayal kırıklığıydı da, bu kadar sefalet içinde bir yer ummamıştı. Nedime Hanım çay söyledi, o arada onu rahatsız ettiği için üzgün olduğunu fakat hamile olduğu için yardım gerektiğini anlattı. Ayrıca böyle bir dergi çıkarttıkları için devamlı gözlediklerini ara sıra gizli ajanlarında bilgi sızdırmak için oraya gelebileceklerini dikkatli olması gerektiğini anlattı.

Kamil Bey’in kendine en zor gelen durumla, acemilikle bahşetmesi gerekiyordu. Eve dönerken, çalışma odalarını düzeltmek için planlar yaptı ve ertesi gün erkenden planlarını uyguladı. Bunun içinde, fildişi küçük buda heykelini sattı. Süleyman Ağa’nın da yardımıyla idarehaneyi düzeltti. Nedime Hanım yeni şekli çok beğendi. Kamil Bey ilk haftalarda ne kadar çok şeyi bilmediğini öğrendi. Bu açığı kapatmak için var gücüyle çalışıyor, fakat aradaki farkı kapatamıyordu. Hele tanıdığı insanların karakterleri onu gitgide şaşırtıyor ve ne kadar cahil olduğunu öğretiyordu. Gazete ve gazetecilik Kamil Bey’e bir güven ve gurur veriyordu, çünkü kendide biliyordu ki hiçbir zaman Anadolu’ya geçecek kadar cesur olamayacaktı. Burada Anadolu’daki harekete destek verdiği için sevinçliydi.

Kamil Bey Nedime Hanımı tanıdıkça Nermin’in ne kadar farklı olduğunu görüyor, kızı Ayşeyi Nedime Hanım gibi yetiştirmesi gerektiğini düşünüyordu. Nermin, Nedime Hanımdan rahatsızdı, kadınların evlerinden çıkıp bu tür erkek işleri yapmalarını yadırgıyordu. Bu Nermin’e göre köylü kadınların yapabileceği işlerdi, Nedim Hanım’ın Kamil Bey’in resimlerini beğenmesi Nermin’i iyice rahatsız etmişti.

Karadayı dergisini küçümseyip, İhsan tutuklandıktan sonra dağılanlar yavaş yavaş toplanmış ve artık Nedime Hanım’ın gazeteciliğine de alışmışlardı. Önce Kamil Beyi yadırgasalar da sonra alışıp toplanmışlardı. Yazarlar, şairler ve ressamlardan başka gizli örgüt çalışanları da sık sık uğruyordu. Hükümet muhbirleri de ziyaret ediyor fakat istediklerini elde edemiyorlardı. İlk günler acemiliğinden yararlanmak istemiş başaramayınca evini gözetim altına almışlardı.

Nedime Hanım bu işe girdiğinden beri ona daima yardım etmiş Niyazi Efendiyi tanımak bir ayrıcalık olmuştu. Gazeteye haftada bir uğrardı, poliste, jandarmada, en önemli dairelerde muhakkak bir tanıdığı vardı. Nedime Hanım epeydir, Niyazi Efendiden haber alamamıştı. Kimi insanlar Eskişehir düştü diyordu. Ordu birlikleri Demirci Efe kuvvetleri ileride savaşıyormuş, bir türlü Niyazi Efendiye ulaşılamıyordu. O sırada odabaşının sesi duyuldu “ Zaferi yazıyor… Zaferi.” Kamil Bey hemen fırladı, gazeteyi odabaşından aldı.

“Yunan ordusu, İnönü’de yapılan muharebe neticesinde, Bursa yakınlarındaki mevzilerine çekilmek zorunda kalmıştır. Ağır can kayıpları verdiği, birçok malzeme bıraktığı söylenmektedir.”

Nedime Hanım sonucu dinlemeden koşarak hapishaneye doğru yola çıktı. Arkasından Kamil Bey’in geldiğini çok sonra fark etti. O gün idarehaneye gelen şairler ve yazarlar bir türlü inanamıyordu. Herkesin kafası çok karışıktı sanki inandıkları değerler yıkıldığı için daha sıkı sarılmaları gerekiyordu. Niyazi Efendi akşam olmadan geldi, çok kötü görünüyordu. Gerçekten Çerkez Ethem isyan etmişti, Mustafa Kemal büyük bir lider olduğunu göstererek 29 Aralık’ta Ethem kuvvetlerine saldırı emri vermişti ve 5 Ocak’ta Yunan’a sığınmış, bunu fırsat bilen Yunanlı 6 Ocak’ta saldırmıştı. Üç gün gece gündüz süren savaşta yenilmiş ve geri çekilmişlerdi. Niyazi Efendi çok sevindiğini bu sevinçle iki kadeh içmek istediğini söyledi, Kamil Bey’ide çağırdı. Fakat Kamil Bey gitmemek için Nermin’e bu haberi bir an önce vermek istediğini söyledi, keşke bu gerçek olsaydı, Nermin de bu mücadele ile ilgilenseydi.

Bir gün Ahmet, Karadayı’nın idarehanesine yorgun geldi, Niyazi Efendiyi sordu. Dışarıdaki soğuğa rağmen ter ve telaş içindeydi. Nedime Hanım sorduğunda otuzdokuz bin liranın muhakkak gerekli olduğunu söyledi. Kamil Bey bu olayın şaka olduğunu sandı, sonra anladılar ki esas lazım olan ellibin lira ve onbir bin lirası hazır. Ahmet telaşlıydı, İnebolu’ya gidecek bin ton cephanenin taşınması için bu paranın bulunması lazımmış, yarısı peşin yarısı İnebolu’da verilecekmiş. Fakat İngilizler vapuru fark etmiş, kurtarmak içinde subaylara rüşvet vermek gerekiyormuş, bu parayı bulamazlarsa her şey boşa gidecekti. Kamil Bey düşündü; bir zamanlar bundan birkaç kat daha fazla parası bankadaydı, ne kadar boş şeylere harcamıştı meğerse. Niyazi Efendide perişan geldi, umudu yoktu. Nedime Hanım başarıdan  umudu kesmemelerini söyledi, vedalaştılar. Nedime Hanımda çok üzgündü. Kamil Bey Ahmet’e vapuru kiraladıkları şirketi sordu, yanlış hatırlamıyorsa direktörü tanıyordu. Eczaneden telefon rehberine bakarak adresi buldular. Direktör onları kabul ettiğinde durumu anlattılar, çok sinirlendi ve bu işleri yapanı onbin liralık taşıma bedeli yerine ellibin lira isteyip, şirkete onbin lira ödeyen Bay Rozalinni’nin işine son verilmesini istedi. Fakat Kamil Bey ve Ahmet bunun kendilerine zarar vereceğini, o zaman gemiyi ihbar edebileceğini söylediler. Direktör kovma işini geminin varmasından sonraya erteledi. Ertesi gün gemi gitmişti, Ahmet’e uğradığında bir yedek subayın da kahveci olarak yola çıktığını Boğaz’ı geçtiklerini öğrenince çok sevindi. Ahmet Niyazi Efendiyi görürse haberi vermesini söyledi, Niyazi Efendi idareye geldiğinde çok heyecanlı ve telaşlıydı. Olayları anlatmasını istedi, Nedime Hanımın direktörü nereden tanıdığını sorduğunda Ahmet’in kendi yerine olayı Nedime Hanım yapmış gibi anlattığını anladı. Nedime Hanım çok hastaydı, Kamil Bey onu hemen eve yolladı. Niyazi Efendi gelip Nedime Hanımı sorduğunda, onun Büyükada’ya bir akrabasına gittiğini söyledi. Kendine göre hasta olan kadının evden çıkmasına engel olmak için bu yalanı uydurmuştu. Sonra Ahmet’in tutuklandığını öğrendi, Niyazi Efendi savaş planlarının Nedime Hanımda olduğunu ve bunların Ahmet tarafından Nedime Hanıma verildiğini, Anadolu’ya gönderilmesi gerektiğini söyledi. Niyazi Efendi’ye sen karışma ben Nedime Hanım’ı bulurum dedi ve Ahmet’in tutuklanmasının Nedime Hanımdan gizlenmesi gerektiğini savundu. Ahmet, Nedime Hanımı suçlarsa kendini çok kötü hissedecekti. Gazeteden acele ile çıkarken Niyazi Efendiyle anlaştıkları gibi onun kahvede olup olmadığına baktı, gazetesini okurken görünce etrafın serbest olduğunu anladı. Fakat bu gece peşinde birileri varmış gibi değişik yollar deneyerek Nedime Hanımın evine ulaştı.

Nedime Hanım, Kamil Beyi görünce şaşırdı sonra onun verdiği haberlere sevindi. Ahmet’i sorduğunda Kamil Bey İzmir’e gitmesi gerektiği yalanına sığındı. Ahmet’in Niyazi Efendiye kağıtları Kamil yerine teslim etsin dediğini söyledi. Nedime Hanım bunu daha önce Kamil Bey’den sakladığı için üzgündü. Kağıtlar kuru üzüm sandığındaydı ve Gülcemal gemisinin kahvecisi Ramiz Efendiye verilecekti. Ramiz Efendi, ne istediğini sorduğunda “İnebolu’daki bakkal Rıza Efendiyi tanır mısınız? Oğlu var Murat.” Parolaydı. Sandık Beşiktaş’ta Nedime Hanım’ın dadısının evindeydi. Dadıya da “Murat Bey’in sandığını almaya geldim.” Denecekti. Ramiz Efendiye kesinlikle Nedime Hanımın hasta olduğu söylenmeyecekti, işi var dersiniz diye tembih etti. Kamil Bey gece eve üçte vardı, Nermin çok merak etmişti. O güne kadar etmedikleri kadar büyük bir tartışmaya girdiler, Nermin parasızlıktan ve kocasının yaptıklarından hoşnut değildi. O gün halası gelmiş ve kocasının devlete karşı zararlı işler yaptığını anlatmıştı. Nedime Hanımın yaptıkları ve kocasına yaptırdıkları Nermin’i çok sinirlendiriyordu. Kuvay-ı Milliye, Milli Mücadele onun anlayamadığı hayatının düzenini boza fakirlere göre işlerdi. İlk defa karısı onu öpmeden yattı, sabah kahvaltıya da kalkmadı, hatalı olduğunu kabul etmiyor kendini haklı görüyordu.

Sabah gazeteye gitti, düşünceliydi. Öğleden sonra sandığı nineden alıp, ona böyle bir sandıktan haberim yok de mesajını ilettikten sonra elindeki sandığı ikindi vakti  Gülcemal vapurunun kahvecisine verirken yakalandı.

Sorgu yargıcı Kamil Beyi sorguya çektiğinde her şeyi inkar etti, Nedime Hanımın Ada’da olduğunun yalan olduğunu, onun evinde olduğunu söyledi. Sonra vapuru kurtarmak için kendinin gittiğini Nedime Hanımın hiç ilgisi olmadığını anlattı. Sandığın içinde ne olduğunu bilmediğini, bir okurlarının hasta kızı için aldığı kuru üzümü Gülcemal vapurundan birine vermek için sevabına aldığını ve Ramiz’i de hiç tanımadığını tekrar tekrar anlattı. Kendi başına kaldığında, bu yalanları bir tek Niyazi Efendi’ye söylediğini düşündü, vapurdan alacakları parayı alamadıklarında bunun sebebi olarak Nedime Hanımı gördükleri için tuzak kurduklarını anladı. Çok üzüldü, yanılmış olmayı çok isterdi.

Sonra Ahmet ile yüzleştirdiler, onun beş günden beri süren işkence sonunda ihanet ettiğini anladı. Sultanahmet’teki kahvede ilk karşılaşmalarında eğer Kamil Bey yakalanırsa, Nedime Hanım’a aşkından bu işe girdiğini söylemesi için anlaşmışlardı. Kamil Bey onun Nedime Hanıma aşık olup birlikte olamadığı için iftira attığını söyledi. Ahmet yaptığı hatayı fark edip bayıldı, ertesi gün kendini astı. Ramiz ile yüzleştirmede bildiğinden dönmedi, konuşturamadılar. Kamil Bey en çok işkence edilirse konuşmaktan korkuyordu. Birkaç gün sonra karısının araya koyduğu kişiler Nedime Hanımı suçlaması karşılığında Roma Büyükelçiliği’nde görev teklif ettiler. Kabul etmedi, biraz düşünmek için süre istedi. Aradan geçen günlerde aklındaki tek şey Nedime Hanıma haber ulaştırmak için Ramiz Efendi ile konuşmaktı. Gardiyanı araya koyup anlatsa da, Ramiz Efendi ilk konuşmada ona hiçbir sır vermedi.

İki gün sonra Nermin Enişte ile beraber geldi, çok merak etmişlerdi. Suçu Nedime Hanıma atarlarsa bu olaylar çözülecek, bir an önce görev yerlerine gidip bunları unutacaklarını ağlaya ağlaya tekrar etti. Şereflerini kurtarmak, bir an önce güven içinde olmak gibi… Anlamıyordu, anlayamayacaktı da. Zaten kendide Nermin gibi bir kadınla beraber olmak istemişti, şu olayları görmese Nedime Hanım gibi bir kadın olacağını hayal dahi edemezdi.

Kamil Bey’i teğmen Şerif Efendi’nin odasına götürdüklerinde Nermin’in yolladığı resim kağıtları ve boya takımlarını aldı. Teğmene resmini yapmayı teklif ettiğinde inanmadı ama sevindi. Onun resimlerini yapıp teslim ettiğinde Şerif Efendi mutluydu. Nedime Hanım’ı suçlaması için yapılan baskılar giderek artıyordu. Hatta karısına ve kızına acımayıp, o kadını korumaya çalışmasına akıl erdiremeyenler, başka sebepler arıyorlardı.

Harp Divanı’nda Ramiz Efendi kendini akladı, fakat Kamil Bey hakkında delilleri olmadığı halde Nedime Hanımı suçlamadığı ve onun suç ortağı olduğu için yedi yıl küreğe mahkum edildi. Aldıkları Sakarya Zaferi haberiyle mutluluktan uçuyor, kendini de bir kahraman olarak görüyordu.

Fatma Kadın, Nermin, Hala ve Nedime Hanım ne kadar farklı yerlerdeki kadınlardı. Keşke kendi karısı da Ramiz Efendi veya İhsan’ın karısı gibi ne yapmaya çalıştığını anlasaydı. İnşallah kızı Ayşe her şeyi anlayacak ve babasıyla gurur duyacaktı…

Visited 77 times, 1 visit(s) today
Close