Yazar: 11:30 Röportaj

Erman Gören’le Ilias Çevirisi Üzerine Söyleşi

Homeros’un İlyada Destanı‘nın yeni bir çevirisi Everest Yayınları tarafından Prof. Dr. Erman Gören’in kaleminden çıktı. Gören’le Ilias’ın dünya edebiyatı ve Batı siyaseti üzerindeki etkilerini konuştuk.

İlyada’nın ya da orijinal başlığıyla Ilias’ın dünya edebiyatı açısından önemini siz nasıl ifade edersiniz?

Homeros destanlarının Akdeniz’in her yerine yayılmış Yunan kolonileri açısından önemi barizdir. Yunan şiirinin tohumu Homeros’un toprağına düşmüş, büyüyüp serpilirken onun bütün biçimleri Homeros’un diktiği sırıklara dayanmıştır. Büyük İskender gibi bir lidere Ilias’ın ilham kaynağı olması tesadüf değildir. İskender doğuncaya kadar Eski Yunanca konuşan bütün aristokratların çocukları Homeros’ta aktarılan menkıbelerle büyütülmüştür. İbrani kökenli ninesinin anlattıklarından etkilenen bir ufaklığın kendini aslan öldüren Şimşon’la özdeşleştirmesi nasıl doğalsa, Homeros’un öykülerini dinleyerek uyuyan çocukların da aslan öldüren Herakles’e ve onun bir nesil sonrasındaki muazzam kahraman kurşun geçirmez zırhlı Akhilleus’a öykünmesi doğaldı. Sadece toplumun kabul ettiği ortak hayat ufkunu belirlemekle kalmadı bu hikâyeler, yaşamanın bütün koşullarını belirleyen bir yönelim kazandı. Bu nedenle hayata ve ölüme dair ne hayal ediyorsanız Yunan insanı açısından temelde Homeros’un çiçek dürbününden bakar gibi görürsünüz. Antikçağ’da bir tür “Kutsal Kitap” gibi atıf yapılır Homeros’a, Platon’un da diyaloglarındaki aristokratik meclislerde karakterlerine sıklıkla yaptırdığı gibi. İsmet Özel’in şairane bir mübalağayla dile getirdiği “Acaba bütün bu Batı felsefesinin dipnot düşmek zorunda kaldığı Platon, Homeros‘un söylediklerine dipnot düşmekten başka ne yapmış?” sözlerinin benim açımdan klasik filolojinin metotlarıyla temellendirilebilecek belirli bir doğruluk payı vardır.

Dolayısıyla sadece edebiyattaki kurgunun değil, felsefenin de nihayetinde Homeros’un çocuğu olduğunu mu kastediyorsunuz?

“Dipnot düşmek” tabiri, düşünürlerin nihayetinde üzerinde durup kafa yorduğu meseleleri atıf yaptığı ana kaynağa borçlu olduğunu ifade ediyor benim için. İnsanın temel meseleleri konusunda felsefenin şiire esaslı bir borcu olduğu konusunda ısrarcıyım. Nitekim Homeros’un ortaya attığı bir doğa kavrayışı olmaksızın, doğa üzerine Miletoslu düşünürler gibi fikirler ortaya koymak mümkün olamazdı. Okeanos’un akan bir nehir olarak bütün meskûn dünyayı çepeçevre kuşattığı fikri olmasa, suyun yarattığı dinamik değişim konusunda yeni bir yaklaşım ortaya koyulamazdı. Unutmayalım ki Eski Yunan düşüncesi hareketine ivme kazandıran bir başlangıç noktası olarak şiir geleneğinden beslenmiştir. Klasik Atina düşüncesi Homeros’a olan borcunu hiçbir zaman inkâr etmez. Platon’un Homeros’a ve onun takipçisi şairlere karşı bir tür fikri savaş açması da bu nedenledir. Felsefe kendi ebeveyni olan şiirle açık bir hesaplaşmaya girişir. Bu sadece şiirin sunduğu içerikle değil, damıtıla damıtıla en etkili biçimlerine kavuşmuş “söz”e ya da epos’a karşı bir meydan okumadır. Yine de savaşın safları aynı silahlarla dövüşür; söz söylemenin hemen bütün biçimleri köklerini şiirde bulur. Bu nedenle Klasik Atina’da ve sonrasında Hellenistik dünyada önemli bir yönlendirici kuvvet olan hitabet geleneği tam da şiirin içinden filizlenir. Eski Yunan güzel sanatları şiirde anlatılan türlü türlü görünüşlerin resmini, heykeltraşlığı Homeros’tan mülhem bir bütünlüğün yontusunu vücuda getirir. Eski Yunan müziği Homeros’un mısralarını icra eden rhapsōidos’ların elinde ete kemiğe bürünür. Neticede Yunan dünyasının Akdeniz havzasına yayıldığı her yerde Homerosçu bir tını, renk, koku, hatta bütüncül bir seziş gözlemlenebilir.

Ilias’ın Avrupa toplumları açısından merkezi rolü Roma İmparatorluğu’nun Eski Yunan kültür ve edebiyatından köklü bir şekilde etkilenmesiyle daha da güçlenmiştir. Roma’nın ilk imparatoru Octavianus Augustus’un kurduğu rejimin temelini atan mitler Homeros’tan kaynaklanır. Vergilius Aineis’inde Homeros’un mirasçısı olduğunu gerek içeriği gerek başvurduğu biçimle açıkça gösterir. Keza Ovidius’un Metamorphoses’indeki gayreti Homeros’tan esinlenmiş bir doğa anlayışının örneklerini sayıp dökmek, bir tür “ilahi doğa kataloğu” yapmak istikametindedir. Ovidius olmasaydı bir tür çakılı yıldızlar dairesi gibi Batı edebiyatını çepeçevre kuşatan bu mitlerin ayrıntılarını ve Eski Yunan şiir geleneğindeki doğa anlayışıyla bağlantısını kurmakta güçlük çekecektik. Homeros nasıl bir kök metin ise Latin dünyasının bu mirasa sahip çıkma şekli de bu ağacın güçlü gövdesini oluşturan bir eğilim kazandı. Latin dünyası uzun süre Homeros’u Latince özetlerinden tanıdı. Temalar özetlenmişti, ayrıntılar ise Latin şairler tarafından yeni gerilmiş gergeflere işlendi. 14. yüzyılda Petrarca’nın Homeros’u okuma hayallerini gerçekleştirmek üzere metnin tamamına ulaşamaması nesiller boyu zihinlere nakşolduğu halde tam metni kenarda kalmış bir destanın yeni serencamının başlangıcı oldu. Aynı Homeros metni üzerine sürdürülen tartışmalar Giambattista Vico’ya yeni bir tarih düşüncesi kurma imkânı verdi. August Wolf’un ortaya attığı sorularla Klasik Filoloji kendine has bilim metodolojisini geliştirme yolunda ilerledi. Sigmund Freud düşüncesini Homeros’un ve halefi Eski Yunan şairlerinin ihtiraslı bir okuru olarak geliştirdi. Nietzsche aynı Homeros’ta Eski Yunan ruhunun aslını gördü. James Joyce, Gabriel Garcia Marquez gibi 20. yüzyılın büyük edebiyatçıları gösterişli hayal âlemlerini göstere göstere Homeros’a dayandırdılar.

Batı edebiyatına etkisi düşünüldüğünde Odysseia sanki daha baskın bir konumda gibi görünüyor, Ilias’ın müstakilen yaptığı bir etki var mı?

Bu çok güzel bir soru bence. İlk bakıştaki sinematografik kurgusu sayesinde Odysseia’nın hikâyelerinin Batı edebiyatının her yerine sızmış olduğunu gözlemlediğimizden Ilias’ın etkisinin daha geride kaldığını düşünürüz. Odysseia modern okur için çok daha okunabilir edebi bir gidişat sunar. Geçmişe dönüşlerle ilerleyen hikâyeleri, cereyan eden veya hayal edilen olayların birbirinin içinde eridiği büyüleyici bir hercümerç haline gelir. Bu nedenle büyük ölçüde edebi bir yaklaşım olarak alegori üzerine inşa edilen Batı edebiyatı kubbesi Odysseia’nın sütunları üzerinde yükselir. Öte yandan Ilias ile Odysseia’nın birbirini tamamlayan metinler olduğu kanaatini derinlemesine kavradığımızda, Ilias’ta atılmış temeller olmaksızın Odysseia’nın bütün kurgusunun zeminsiz kalacağını fark ederiz. Ilias’taki Akhilleus gibi şan kazanmak için canı pahasına savaş meydanında atılganlıktan çekinmeyen bir kahraman figürü olmasa, Odysseia’daki Odysseus’un hayatta kalarak sılaya dönüşü için her şeyden vazgeçen halinin yarattığı müzikal uyumsuzluğu duyamazdık. Akhilleus ile Odysseus arasındaki hâlâ birbirini çağrıştıran tını farkı Ilias’ın temelini atıp perdahladığı zemine yerleşen Odysseia binasında tınlamaya devam eder.

Öte yandan meseleye başka bir yönden baktığımızda, Ilias’ı sadece bir destan ikilemesinin sönük kalan zemini olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ilias’ın Batı edebiyatı ve düşüncesinde yarattığı etki çok daha derindedir. Kahramanın biçimlenişi bu derin etkinin sadece bir yüzünü gösterir bize. Kahramanın eylemi her yönüyle Batı tipi aristokratın gerek zihnî tutumuna gerek gündelik hayattaki hal ve tavırlarına yansımıştır. Ilias’taki Akhilleus kahramanca bir ahenkle yaşamak üzere sadece vahşetli savaş meydanında gözükara bir cengâver olarak değil, barakasına çekilip deruni acılarıyla baş başa kaldığında maharetle müzik icra eden, sesiyle türlü türlü güzellikler terennüm eden, efkârlanıp ayağa kalkınca bütün zarafeti ve ihtişamıyla raks eden biri olarak belirir. Onun oturuşu kalkışı, misafir ağırlayışı, sevdiği kadın için mücadelesi, refiğinin intikamı için kasıp kavuran hiddeti Batı tipi kahramanın biçimlenişinin çerçevesini sağlar. Don Quijote’de parodik bir kılıkta sunulan şövalye ile kavalye ikilisi köklerinde Gılgamış ile Enkidu’nun, Davud ile Yonatan’ın, nihayetinde Akhilleus ile Patroklos’un taşıdığı değerlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Çocuğunun öleceğini bile bile onun atılganlığına mâni olamayan bir anne olarak Hekabe, Batı edebiyatında çökmekte olan bir krallığın anne figürünün asıl köküdür daima. Andromakhe’in çaresiz dulluğu, kaçınılmaz bir sonu bekleyen Skamandrios’un yaklaşan yetimliği adları hiç duyurulmadan Mark Twain’in romanlarında karşımıza çıkar.

Antik bir dildeki bir eseri modern bir Türkçeye çevirirken hangi zorluklarla karşılaştınız?

Homeros’u çevirme görevini üslendiğim halde esasen bir filolog olduğumdan burada, metinle karşılaşmamın nedenleri devreye girdi. Biz filologlar genel itibariyle şairi kendi bağlamında, kendi estetik koşullarında anlamaya çalıştığımız sırada tercüme bunun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yani aslına bakarsanız çeviri bizim işimizin amacı değil, öngörülmemiş bir sonucudur. Homeros’u anlamak bir açıdan oldukça yalın, en çok da karmaşık akıl oyunlarından azade çocuklara nasip olan bir şeydir. Nihayetinde mythos bir anlamda “hikâye” demektir, her ne kadar konuya ortasından başlasa da, antik insanın muhayyilesindeki diğer mythos’larla birleştirilince başı sonu belli bir hikâye haline gelir Ilias. Buna karşın, modern okur için metnin katmanlı yapısı birçok zorluğu beraberinde getirir. Hellenistik Çağ’ın ünlü filologları da kendi kadim koşuları içinde Homeros’un hakikatini anlamak üzere bir uzmanlık bilgisinin elzem olduğunu ortaya koymuşlardı. Bir uzman olarak anladıklarımı modern bir dilde ifade etmek en temel güçlüklerden biriydi. Örneğin belirli duyguların ortaya çıktığı beden bölgelerini ifade eden thymos, phrēn gibi kelimeleri kimi zaman aynı Türkçe terimle karşılamak ikisine de “yürek” demek zorunda kalıyorsunuz. Cesaretin ve öfkenin merkezi göğüsteki thymos ile diyafram civarında konumlanan phrēn’in vazifeleri orijinal metinde de birbirinin içine sızarken, bunları Türkçede net ayrımlarla bildirmek metnin güzelliğinin bir kısmı olan müphemliğine halel getiriyor. Dolayısıyla Homeros’un kullandığı şairane bir şekilde oluşturulmuş mefhumların tam karşılıklarını vermek neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu nedenle Homeros da tıpkı bütün kutsal metinler gibi her zaman şerhe muhtaç bir durumdadır. Keza epitetlerin –yahut insanlara, hayvanlara ya da muhtelif nesnelere yakıştırılan lakapların– sunduğu estetik bütünlüğü gözden kaçırmamak için büyük bir özen göstermek zorunda kalıyorsunuz. Epitetleri takip edebilmek için kendi sözlüklerimi hazırladım ve Türkçede iki ve daha fazla kelimeyi bir araya getirerek müstakil birer epitet oluşturabilmek amacıyla tireler kullandım. Bu tercihlerin bazılarında –Türkçede garip duyulması pahasına– ısrarcı olmak zorunda kaldım. Bu metin nihayetinde Eski Yunan dünyasında bir eğitim materyali olarak arkaik kelime dağarcığını çocuklara öğretmek üzere de kullanıldığından, özellikle arkaik tını taşıyan kelimeleri modern çağrışımlarla yüklü terimler yerine, anlam yükü nispeten kısıtlı az kullanılan kelimelerle karşılamayı tercih ettim. Bunların bazıları üzerine uzun uzadıya kafa yorduğumu ifade etmek isterim. Şüphesiz her biri üzerinde tartışılıp eleştirilebilecek öneriler benim nazarımda. Ancak hiçbiri rastgele seçilmiş, sadece ses ahengini tutturmaya yönelik seçimler değildi.

Epik türlerin bir millet oluşturma, milli bir bilinç oluşturma açısından kutsal bir tür olduğunu düşünüyor musunuz? Türkçede yaygın bir şekilde “Yunan” diyoruz. Bir de “Grek” tabiri var. Homeros bu konuda bir kök(en) metin olarak nasıl bir perspektif sağlıyor?

Müsaade ederseniz öncelikle ikinci sorunuzdan başlayayım cevabıma. Homeros’ta işlerin daha net olmasını bekliyorsunuz değil mi? Halbuki işler daha da sarpa sarıyor (gülüyor). Nitekim Homeros’un kime “Hellen” dediği ve hakikaten birlikli bir ulus oluşturacak bir şemsiye terim olarak hangi başlıklara başvurduğu konusu oldukça önemli bir tartışma konusu oluşturuyor. Bunları bir ölçüde çevirinin sonundaki Özel Adlar Sözlüğü’nde tartışma imkânı buldum. Klasik Çağ’da Yunanlar kendilerine Hellenler, memleketlerine de Hellas adını vermişlerdi. Oysa Homeros’ta Troia’da toplanan büyük ölçüde Kıta Yunanistanı’ndan ve çevresindeki adalardan gelen birliklere “Danaolar” (Danaoi), “Argoslular” (Argeioi), “Akhaiolar” (Akhaioi) olarak hitap edilir. Tunç Çağı sonrasında, Arkaik Çağ’dan itibaren bu tabirlerin bir milli kimliğe atfı olduğu kanaati belirginleşmiştir. Bir ata figürü olarak Hellen’in oğulları Aiolos, Doros, Ksouthos ve sonrasında Ion ve Akhaios tarihi zamanlarda Yunanların alt kısımlarının adlarının etimolojik kökleridir.

Hesiodos’tan (muhtemelen erken 7. yüzyıldan) itibaren Hellas bütün Yunanistan için kullanılan bir ibare haline gelmiştir. Ancak Homeros’ta “Hellas” tam sınırları belli olmasa da daha yerel bir bölgeyi adlandırır. Gemiler Kataloğu’nda Akhilleus’un hâkimiyet sahası içinde Malia Körfezi’nde yer alan Pelasglılar’ın Argosu ve Phthia’yla bitişik bir bölge olarak sunulur. Yunan ibaresini ise Ion’un Arapçadaki bozuk söylenişine istinaden böyle telaffuz ediyoruz. “Grek” Latinler’in ezeli rakipleri ve ele geçirdiklerinde de kültürel olarak fethedildikleri Yunan ahali için kullandığı Graeci sıfatından kaynaklanıyor. Hoş onun da kökleri Aristoteles’te dahi geçen Graikoi sıfatına dayanır ve manası şüphelidir. Bu arkaik tabir Güney İtalya’da Yunan kolonileriyle karşılaşan Latinlerin onların hepsi için kullandığı genel tabir haline gelmiştir. Dolayısıyla Hellen ve Hellas başlıkları Klasik Çağ’da bu toplulukların fikri bir konsolidasyonuyla ortaya çıktığından belirli bir perspektifi ifade ediyor. Homeros’ta ve Hesiodos’ta birer kez geçen Panellenēs yani “Bütün-Hellenler” tabiri bu perspektifin başlangıç noktasıdır. Hellen ile barbar ayrımı da tam olarak bu fikirlerin olgunlaşmasıyla mümkün oluyor zaten.

Sanırım ilk soruya cevabım da yukarıda bir nebze netleşti. Destanların “milli bir bilinç oluşturma” konusunda kullanıldığına kuşku yok. Ancak bu “milli” ufuk, şairin niyet ettiği bir şey midir yoksa Homeros’un ve sonrasında Hesiodos’un bu amaçla kullandığını mı gösterir? Bu sorunun cevabını net olarak vermek zor. Çünkü “ulus” fikrinin nüvelerini Homeros’ta yakalamaya çalışsak da bir tür etnografiden söz etmek, destanda etnik unsurların ayrıştırıldığını gözlemlemek zor. Şüphesiz kültür farklarından söz ediliyor, ancak Etiyopyalılar’ın dahi Zeus kültüyle ilişkili olduğu, doğrudan Zeus’a tapındığının ifade edildiği düşünüldüğünde, hiç değilse dini ve ritüel temelli bir ortak şemsiye ve kozmolojik açıdan müşterek bir zemin varsayılıyor Ilias’ta.

Sayın Gören, Mahal Edebiyat dergisi adına teşekkür ediyorum.

*ERMAN GÖREN

İstanbul Üniversitesinde, Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesidir.

Telif Eserleri:

Arkaik Yunan’da Adlandırma ve Hakikat (Dergâh, 2015); Kratylos’a Yorumlar: Physis-Nomos Karşıtlığı Bağlamında Filolojik ve Yorum bilimsel Bir İnceleme (Dergâh, 2016)

Çeviri Eserleri:

Platon, Sokratesin Savunması (Alfa, 2015); Pindaros, Bütir Zafer Şarkıları (YKY’, 2015); Proklos, Adlandırmanın Ontoteolojisi: Platon’ur Kratylos”una Yorum (Dergâh, 2016); Platon, Kratylos: Giris, Metin, Ceviri ve Dizinler (Dergâh, 2016); Bakkhylides, Bütün şiirleri ve Fragmanları (YKY 2017); Homerosçu İlahilerden Pindaros’a Arkaik Yunan Şiiri Antolojisi (YKY 2018); Aristophanes, Ploutos (Servet) (İş Kültür, 2019, E. Yavuz ile); Aristophanes, Kadın Mebuslar (İş Kültür, 2019, E. Yavuz ile); Homeroscu İlahiler YKY, 2021); Loukianos, Hakiki Hikâyeler (İş Kültür, 2021, E. İnanç ile) Aristophanes, Thesmophoria Kutlayan Kadınlar (İs Kültür, 2022, E. Yavuz ile)

Editör: Mete Karagöl

Visited 353 times, 1 visit(s) today
Close