Bundan böyle yüzyılların gürültü ve kızgınlığı içinde her bilinç, varolmak için ‘öteki’nin ölümünü ister        

Albert Camus

Mütemadiyen sabit hızla ilerleyen bir arabadasın. Düz bir yolda ilerliyorsun. Ellerin sabit, direksiyonda. Hareket etmene gerek yok. Düşünmene gerek yok. Bir süre sonra etraf donuklaşıyor, ilerlediğini hissetmiyorsun. Arabada olduğunu unutuyorsun. Rahatsın, huzurlusun. Yerin sımsıcak ve tatlı. Uyku gibi. Daha sonra göz kapakların kapanıyor, uykuya dalıyorsun.  Ölüyorsun yani. İlerliyorsun, hissetmiyorsun; hayattasın, yaşamıyorsun. Ana rahmindesin, ilk günah öncesi cennettesin, evindesin, yorgan altında yataktasın. Hepsi aynı. Yaşamak, tehlikede olmaktır. Hızlanmak, yavaşlamak, kaza yapmak. Huzur değil, sükunet değil. Birine değersin. Biri sana değer. Değişirsiniz. Yaşarsın. Kavgaya girmeyen yumruk yemez, işleri yolunda gider, seyreder. Seyreder, eleştirir. Değmez, değişmez. Dokunmaz, dokunulmaz. Ama yaşamaz da. 

Varolduğumuzu hissetmek için dış dünya ile etkileşme ihtiyacı duyarız. Bu durum sinyal metaforuyla anlaşılabilir. Dışarıya sinyal gönderirim ve dışarıdan bir sinyal alırım. Etkilerim, etkilenirim, etkileşiriz. Birine bakarım, biri bana bakar. Karşımdaki geri sinyal göndermezse yani bakmazsa varolduğumdan şüphe duyarım. Bunu günümüze uygun olarak mavi tik yemek örneğiyle somutlaştırabiliriz. Dışarı çıkarken saçımızı tararız. Bir sinyal göndeririz. Önce görülmemiz lazım. “Saçımdaki değişikliği fark ettin mi?”. İkinci aşama onaylanmaktır. Beğenilmek. Çocuklukta varoluşun ilk belirlenimi olumlanma şeklindedir. Beğenilirsek ve varoluşumuzu bunun üzerine kurarsak narsist oluruz. Bu patolojidir. Beğenilmezsek bu yine patoloji yaratır. Demek ki varoluş öğrenilmelidir. Bu yapıların üzerine kurulamaz. 

Erkek-kadın ilişkilerinin yarattığı etki bu varoluşçu bakış açısı üzerinden değerlendirilebilir. Varlığını olumladığımız kişileri niteliğe göre sıralayabiliriz. Buna değer verme diyoruz. Annem?  Kardeşim?  Sevgilim? Ve reddedilmek. Benim için nitelik olarak en yüksekteki kişi aşık olduğum kişidir. Buna karşı o beni yadsırsa? İşte tahribat bundan doğar. 

 Varolduğumuz, gözlerin üzerimizde olması, topluluk önüne çıkmak, varlığını yüksek derecede olumladığımız kişiler önüne çıkmak varolduğumuzu hissettirir ve harekete geçme motivasyonu doğar. Utanma, heyecanlanma duygusu bu enerjinin kanalize edilememesidir. Bir kişiye gözlendiğinden habersiz olduğunda bakalım. Ardından belli ederek bakalım. Mimikleri dahi değişecektir. 

Varolmak tedirgin edici bir şekilde yaşamaya ittiği için bir kısım insan etki yaratmak bir yana dursun kıpırdamaktan dahi imtina ederler. Güvende olmak. Yumruk yememek adına. Kendini kamuya açamayan, toplumdan kopuk neoliberal birey varoluş sancıları yaşamaya mahkumdur. Toplum içinde daima etkileşim kurarız. Görürüz, görülürüz. Ancak birey tektir, biriciktir. Üzerinde aranan gözler ister. Toplum bilinci yok olmuştur. Kendini tek başına gördüğü için toplum olduğunda yaratacağı etki gözlerinden kaçar. Bu onun yazgısıdır. 

Sanatçının yapıtı ile baş başa kurduğu yaratım sürecinin ardından onu yani kendini dünyaya açması da bu varoluş enerjisinin kanalizasyonudur. Varlığını olumlamanın yeni kazandığı formlardan bazıları takip etmek, geri takip, izlenme, retweet vs.

Varoluş olumlanması nitelik ve nicelik olarak artabilir. Bu haz şan ve şöhret ile gelir. İşte “ünlü olmak” böylesine reddedilemez bir tekliftir. Kitlelerin karşısına çıkan şarkıcı, politikacı, gösteri insanı işte böyle bir dolambaca girer. Ve nitekim alkış almayadursun insanın yapmayacağı şey yoktur. Sınırlarımızı olumlanma-yadsınma belirler. Başkaları. Ben buna “sahnedeki adam” etkisi diyorum. Hitler başta olmak üzere popülist politikacıları kurban eden de budur. Kitleler alkışlayacak, şaklabanlık yapacak kurbanlar arar kendine. Kendi en çirkin içgüdülerini gerçekleştirmeyi göze almış, kendilerini sorumluluktan kurtaracak kurbanlar arar kendine. Filmlerdeki anti-kahramanlar böyledir. Örneğin Joker. Varoluş öyle bir sancı doğurur ki etkilemek ve etkilenmenin yolunu son çarede, terörizmde arar. Ayrıca dinlerdeki “Tanrı görür” inancı da varoluşa böyle bir yansıma veriyor. Varolduğumun farkında yani. Peki ben onu görüyor muyum? 

Her duygulanım varoluş durumumuzda artış veya azalıştır. Sevgi bu enerjinin artması; nefret ise kısıtlanmasıdır.                      

Ulus BAKER

Selman Vural
Latest posts by Selman Vural (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close