Yazar: 19:10 Kitap İncelemesi, Murat Gülsoy Dosyası

Deneyselliğin Başkenti İstanbul’da: Bir Merhamet Haftası

İlk basımı 2007 yılında yapılan “İstanbul’da Bir Merhamet Haftası”, yazarımız Murat Gülsoy’un şimdiye dek yayımlanan yirmi üç kitabı içinde on birinci kitabıdır. Murat Gülsoy, bir kez tanıştığınızda eserlerinde yarattığı deneysel yaklaşıma müdavim olunmaması imkânsız yazarlardan biridir. Bu sebeple yeni kitapların basımını bekleyişimiz boşuna değildir.

Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun yazarımız; İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Biyomedikal Mühendisliği bölümünde doktorasını tamamlamış, şu an da Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmektedir.[1] Murat Gülsoy’un matematik temelinde ilerleyen bu kariyerinin edebiyatla kesişmesinden ortaya çıkan deneysellik bize OULiPO[2](Ouvroir de Litterature Potentielle) grubunu anımsatır. Fransa’da ortaya çıkan, edebiyatı parçalara bölüp onu genleştirme amacına sahip çoğu matematik kökenli yazarlardan oluşan bu gruba olan yakınlığını diğer eserlerinde olduğu gibi “İstanbul’da Bir Merhamet Haftası”nda da görürüz.

İşte Merhamet Haftası başlıyor!

Bir gün mail kutunuzu açıyorsunuz. Uzun zamandır görüşmediğiniz arkadaşınızdan gelen bir maille karşılaşıyorsunuz: “Bir projem var, katılır mısın? Yapman gereken çok kolay. Göndereceğim resimlere bakarak bir yazı yazacaksın. Tek koşul ilk gönderdiğim resim için pazar günü yazman, ikincisi için pazartesi, üçüncüsü salı, bir sonraki çarşamba… Senin dışında altı kişi daha olacak bu projede… Yedi gün için yedi kişi…[3] işte mailde yazanların hepsi bu. Atlı kişiyle paylaşacağınız müşterek bir hafta var önünüzde ve her gün mail kutunuza gelen yedi farklı resim. Resmilere bakarak “otomatik” olarak içinizden geçenleri yazmanızı istediğini de belirtiyor. Tabi ki kim olduğunu bilmediğiniz altı yabancıyla birlikte bu yazı serüveni sizi heyecanlandırır mıydı? Selamsız sabahsız geçmişten gelen bu tanıdık yabancıya katılır mıydınız?

Merhamet Haftası İstanbul’da, üniversiteden eski bir arkadaşta ya da evden kaçtıktan sonra uzun yıllardır görmediği kuzeninde, öğretim görevlisi hocasında belki de arkadaşının emekli babasında kim bilebilir ki maillerine gelen resimlere bakarak neler yazacaklarını. Murat Gülsoy’un “serbest çağrışım tekniği”[4] akışında hazırladığı bu nefis kitap, okumaya başlar başlamaz kahramanların bilinçdışına sürüklenişlerini sergiliyor. Bu sürükleniş kahramanların mail kutularındaki resimlere maruz kalmanın etkisiyle geçmişin o uzun hesaplaşmalarının insafsızlığında devam ediyor. Okuyucu, mailleri okurken başkasına ait bir mektubu gizlice açmanın verdiği o gizemle karışık mahremiyet duygusunu iki yüz doksan sayfa boyunca hissediyor. Sanki yıllardır saklı duran o sandığın kapağı aralanıyor ve bir suç ortaklığı başlıyor.

Başka hayatlara yaptığımız bu yolculuğun, bilincin kıyılarından uzaklaşarak ilerlediğini görüyoruz. Kendimizi kaptırdığımız mailleri okuma anlarımızda yazarımızın hem kitabın yazarı hem maillerin okuyucusu olduğunu, iç içe geçmiş konumunu görmekteyiz. Okuyucusu olan yazara ikinci el bilgilerle yakınlık kurarken, yazarı olduğunu bildiğimiz maillerle yazarın bilincinde kurduğu bilinçdışı kahraman hayatlarının kolajlandığını görürüz. Yazar bu yedi farklı insanın yedi farklı hayat öyküsüyle, âdeta “insanlardan yapılma bir kolaj” oluşturuyor. Serbest çağrışım tekniğinin bizi götürdüğü bu özdevimsel seyahatle,  kahramanların bile tahmin edemeyecekleri yerlere varan yazılarına şahit olmakla; asıl meselenin kahramanlarımızın resimler aracılığı ile kendi dip kuyularında duyumsadıkları o yankıyı bize dinletmek olduğunu anlıyoruz.

Gerçeküstücü sanatçıların bilincin etkisini azaltmak ve hayal gücünü ortaya sürmek, bilinçaltına inmek ve baskılanan düşünceleri açığa çıkartmak için bazı yöntemler kullanarak eserler verdiklerini ve sonrasında bu eserleri yorumladıklarını bilmekteyiz. Bunu yapma amaçları; toplumun onay vermediği duygu ve düşüncelerin insanda yok olmadığını, sadece bilinçaltının karanlık çukuruna yuvarlandığını ve orada saklanmış olduğu düşüncesinden yola çıkarak, bilinçten uzak bir zihin haline ulaşıp bilinçaltının karanlık dehlizlerindeki o bilinmezle ürünler vermek istemeleridir.  

Yazarımız Murat Gülsoy da sürreal sanatçıların bilinci baskılamak ve bilinçaltını açığa çıkarmak için başvurduğu yöntem olan otomatizmi kullanmak için Max Ernst’in kolaj çalışmalarını yazı tekniğine dönüştürür. Kolajlar; alışılmış dışı, tekinsiz[5] ve mantığa aykırı duruşlarıyla yazarın kahramanları tarafından önce reddedilmesine, yadırganmasına yol açar. Sonrasında kahramanların bilinçaltlarına inmelerini sağlar. Kahramanlar; kolajda gördüklerini anlamaya çabalarken aslında eski aşklarına, eski kavgalarına, eski acılarına doğru uzanan bir yola sürüklenirler. Bu sürükleniş yazarın asıl amacına hizmet eden bir bilinçaltı akışı başlatırken, diğer yandan da kahramanları “Aslında bunu yazmayı hiç düşünmüyordum.”, “Konu nasıl da buralara geldi.” gibi yazdıklarını yadırgayan cümlelerle gerçeğin bu izdüşümünde şaşkınlıklarını gizleyemez bir hale getirir.

Bu kitabı yorumlamak için yolumuzun sürrealizm akımıyla kesişmesi tesadüf değil elbette ki. Murat Gülsoy’un kitapta kullandığı kolajları oluşturan sanatçı Alman Max Ernst aslında dadaizmin ve sürrealizmin en önemli temsilcilerinden biridir.[6] Max Ernst hem ressam, hem heykeltıraş, hem grafik sanatçısı hem de bir şair. Bizi ilgilendiren tarafı ise karnı şişmiş aslan başlı beyefendiler, yarasa kanatlı hanımefendiler, kuş kafalı garip adamlar, kıyıya vurur gibi yatağa vuran dalgalar, omurgası boğazından dışarıya taşmış yatağa uzanan kadınlar gibi çarpıcı gerçeküstü öğeleri içeren kolajlarla oluşturduğu kitabıdır. Kitabın adı “Merhamet Haftası”dır. Kitap sözcükler yerine rahatsız edici, bilinçdışı ögelerden ve sistemini bilincimizi alaşağı etmek üzerine kuran kolajlardan oluşur. Kolajlar farklı parçaların bir araya gelmesi ile değil mevcut bir kompozisyonun öğeleri değiştirilerek oluşturulmuştur.[7] Tek bir görüntüyü oluşturan ögeler parçalanıp, o ögeler yerine başka ögeler kullanılıp değiştirilerek gerçeğinden ve anlamından soyutlanarak görüntüler elde edilmiştir. Sanatçının; bunu yaparken normal kabul edeceğimiz bilinç algımızı, parçalardaki absürt değişimlerle görüntünün vardığı yeni anlamı olabildiğince bilinçdışına ittiğini de görmekteyiz.

Bu bağlamda tekrar kitaba dönersek bilincin kabul edemeyeceği bu görüntülerle baş başa kalan yedi insan, ilk görgüyle yorumlamaya çalıştığı kolajları önce yadırgarlar, alıştıkça görüntülerin içinde bir kayboluş yaşar ve bu kayboluştan rahatsız olup bazen gündelik yaşamlarına bazen de geçmişin gerçekliğine dönme ihtiyacı hissederler. Yaşadıkları duygular ve anlar o kadar gerçektir ki kendilerini bu tekinsiz görüntülerden korumak için sırlarını ifşa etmeye kadar vardırırlar işi. Gerçeğin bilinçli alana verdiği güven, gerçekliğin olduğu gibi yazıya dökülmesine de olanak tanır. Ortaya çıkan kıskançlık, bezmişlik, hayatından memnun olmama, kadınlığını yitirme ve bulma arayışı, ömrün muhasebesinin yapılmasına kadar çeşitlenen duygular açığa çıkar. Kolajların itki gücü onları kendilerine bile itiraf edemedikleri bir dünyaya atar. Orada bulunuyor olmalarına şaşıran yazarlar, yazmanın gücünü kutsarlar.  İşte yazar tam da burada asıl amacına ulaştığını hissettirir okuyucuya. Yazının karşı koyulmaz sihri! Yazmanın, kurallardan, sınırlardan ve ayıplardan sıyırdığı gerçek “ben”i ortaya çıkardığını göstermek ister. Bu yedi farklı insan, yedi gün boyunca müşterek bir talihi paylaşırlar. Yazmaya günden güne alışmak. Görevlerinin bittiği Cumartesi, son gün, bir daha yazamayacak olmalarının hüznüyle karışık, verilen sırların da pişmanlığı yazarlarımız yani kahramanlarımız tarafından hissettirilir. Çünkü kahramanlarımızın hepsi kitabın yazarı olma şerefine eriştirilerek kutsanmışlardır.

Max Erns’ün kolaj kitabının diğer adının “Yedi Ölümcül Element”[8]olması; Merhamet Haftası’nın Yedi Tepeli İstanbul’a yakıştırılmasıyla yakından ilgilidir. İstanbul’un zorlu hayat şartlarında yaşayan bu yedi farklı kişi, yedi farklı günde, okuyucuya yedi gezegenin var oluşu gibi yedi bambaşka hayattan seslenir. Sevinçlerinden çok dertlerini ve pişmanlıklarını sunan kahramanlar, daha önce kimseyle paylaşmadıkları günahlarını okuyucuya sunarken Hristiyanlık dinindeki yedi günah olan; “Gurur, Müsriflik, Şehvet, Öfke, Açgözlülük, Tembellik, Haset”[9] e de göndermeler yapılır. Hikâyedeki devinim “yedi” sayısı üzerinde inşaa edilir. Max Erns’ün kitabında belirlenen elementlere baktığımızda; “çamur, su, ateş, kan, siyahlık, görünüm, bilinmeyen” gibi elementler olduğunu görürüz. Belki de Murat Gülsoy’da kahramanlarımızı her bir elementin temsilcisi olarak seçmiştir. Bilinenin dışına çıkan, klişelerden uzak bu deneysel kitabı incelerken kahramanlarımızı “Yedi Ölümcül Element”le yazı kolajlarını özdeşleştirerek deneysel bir açıdan bakarsak:

Ayşe: “Görünüm” elementini temsil etmektedir. Resimlerin kime ait olduğunu bilen tek kişi ve akademisyen olması açısından da bilimsel bir dil kullanması okuyucu tarafından yadırganmıyor. Akademik bilgisini yazılarında kullanma sebebi ise kendisini yazılarında yansıtmak istemiyor olması. Resimlerin gönderiliş amacını sezen tek kişi belki de. Bu nedenle “görünürlük” elementini temsil ederken diğer taraftan da kendisini gizlemeye çabalar ve oyuna yenik düştüğünü son günlerde fark eder. Bunu, yazarımıza kızgınlığında ve yargılayıcı cümlelerinde görüyoruz: “Eski sorunsuz günlerine geri dönecekti. Akıl yürütme ve gerilim bitecekti.”[10]

Akın: “Bilinmeyen”in temsilcisi olarak karşımızdadır. Yazı dili şiirsel ve kendisini hem en çok gizleyen hem de bilinçaltının karanlıklarını çözmemiz için okuyucuyu en çok yoran kahramandır.

Bu öyle bir zaman dışında zaman ki.
Gerçeklerin kölesi olanlar bile teslim ettiler hakkını.[11]

dizeleriyle, kolajların etki alanının hem içinde hem de dışında seyrettiğini görmekteyiz. Okuması kolay, anlamına erişilmesi zor “bilinmeyen” elementinin temsilciliğini, bilinmeyen resimlerden kendi bilinmez dünyasına köprü yaptığı dizeleriyle bize sunduğu akışta sürüklemekte.

Erol:  Sinirli olduğunu ifade eden bir maille başlayan Erol “çamur”un temsilciliğini yapmaktadır. Yazarımız ile kahramanımız arasında çok eskiye dayanan bir dostluk olduğunu görmekteyiz. Birlikte yazı çalışmaları yaptıkları ve gençliklerini yazar olma hayaliyle sürdürdüklerini; fakat sonrasında Erol’un bu hayali sürdürecek kadar cesaretli olamadığını zaman zaman tansiyonu yükselten maillerle okumaktayız. Erol sonunda “çamur”u temsil ettiğinin farkına varır gibi hem kendisine, hem yazarımıza hem de okuyucuya yazar olamayacak kadar cesaretsiz olduğu için onu suçladığını itiraf eder.

Ali: Yazarın üniversiteden mühendis bir arkadaşı evli ve bir çocuk babasıdır. Kolajlar onu gündelik yazılarla başlayan bir iç hesaplaşmaya götürür. Onda bilinçakışını sekteye uğratıp rüyasında eski sevgilisi “Pervin”i görmesine, hatta rüyasında sayıklayarak işleri iyice berbat etmesine kadar varan bir etki yaratır. Hâlâ “Pervin”i unutamıyor olduğu gerçeğini kabullenmek istememesiyle, onu anlatması arasındaki çelişkilerle hayatını sevmediği bir kadınla birleştirmiş olduğunu fark ettiğimiz kahramanımız “ateş”in temsilciliğini yapmaktadır.

Yağmur: Yazardan yaşça küçük, amcasının kızıdır. Aynı apartmanda kaldıkları bir akraba evinde geçen çocuklukları özlemle anlatılmaktadır. Yağmur’un babasının ölümü, yazarın evi terk etmesi ve sonrasında yazarın babasının da hayatını kaybetmesi, kuzeni tarafından acıklı ama olayları kabullenen cümlelerle ifade edilir. Yağmur’un mailleri diğer kahramanlara göre oldukça kısa ama yazarın ailesi hakkında çokça bilgilendiricidir. Üzgün, kırgın ama yazarı çocukluğundan beridir çok seven bu kuzen “kan”ı temsil etmektedir.

Deniz: Yazarla aralarında eskiden bir yakınlaşma olmuş, şimdi ise bir çocuk annesidir. Kendisini kolajların akışına bırakan, kontrolsüz, yazarın istediği “otomatik yazı”ya en iyi örneği sunan kahramanımızdır. Öyle ki yazılarında kendisini kaptırışı, noktasız, virgülsüz, büyük harfsiz içinden geldiği, aklına estiği gibi yazdığının da bir göstergesidir. Bu akış anne olmasının, kadınlığını ihmal etmesinin üzerine kurulmaktadır. Anneliği ile kadınlığı arasındaki o ışıksız alan okuyucuya, onun “siyahlık” elementinin temsilcisi olduğunu hissettirir. Diğer yazarlara farkla sitem etmeden yazılarına başlamış ve sürdürmüştür.

Halil: Arkadaşı Ferhan’ın emekli babasıdır. Kahramanımızdan mail yazılması isteğini aldığında, oğlunun ona karşı olan aşağılayıcı tavırlarına inat kendisini yazılarıyla göstermek isteğindedir. Kolajlar Halil Amca’nın pek umurunda değildir. Kolajları bilinçaltına sürmeden, bilinç üstüyle reel dünyayla kurduğu bağlantılarla, tanıdığı insanların yaşam öyküleriyle bağdaştırarak açıklar. Emeklilik-yaşlılık-gençlik ve ölüm arasında seyir eden mailleriyle, kendine has konuşma dilini kullanır. Oğlunu, pısırıklığını, gelinini, torununu, eşinden sıkça söz ederek ailesiyle yakınlık kurmamızı sağlar. Yaşça diğer kahramanlardan büyüktür. “su” elementinin temsilcisidir.

Gelelim bizi anlama-algılama, görme ve duyumsama arasındaki uçlarda gezdiren bu çarpıcı eseri incelememizin sonuna. Murat Gülsoy’a olan hayranlığımı, onun yazıyla yaptığı bu yeni tür modern dansı sadece bizim duyabildiğimiz biz müzikle sürdürmeye.

Son söz kahramanımız Ayşe’den gelsin: “Yazıyorum ama resimlerle ilgisi yok ki! Tam tersine! Resimlere bakmayı reddediyorum! Neredeyse bunlara gözümü kapayıp kendi kendime bir şeyler yazıyorum.”

 “Bu da bir şeydir.”

“Belki de… Saçma bir rüya değil mi? Hem öyle roman olur mu?” Sırıtıyorsun.

“Roman nasıl olur?[12]  

Ve gülümsüyorum… Bilincin sınırlarını aşmayı hedefleyen, bu çok katmanlı kitabı deneysel edebiyat severlere özellikle öneriyorum.


[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Murat_Gülsoy

[2]Köker, Deneysel edebiyat bağlamında Murat Gülsoy’un İstanbul’da Bir Merhamet Haftası adlı romanının incelenmesi (Doctoral dissertation, Yüksek Lisans Tezi. Kırşehir: Ahi Evran Üniveristesi). S. (2015).

[3] Murat, Gülsoy, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası, Can Yayınları, İstanbul, 2007, s.18.

[4] Atalay, Mansuroğlu, Dadaizm’den Sürrealizm’e: Aykırı Bir Görüşü Üretime Dönüştüren Sürrealizm Akımının İncelenmesi, STAR Sanat ve Tasarım Araştırmaları Dergisi,  2022. 3(5), s. 78-92.

[5] https://www.e-skop.com/skopbulten/tekinsizligin-imgeleri-max-ernstin-anlasilmaz-anlatisi/5921

[6]  https://tr.wikipedia.org/wiki/Max_Ernst

[7] https://www.e-skop.com/skopbulten/tekinsizligin-imgeleri-max-ernstin-anlasilmaz-anlatisi/5921

[8] https://www.e-skop.com/skopbulten/tekinsizligin-imgeleri-max-ernstin-anlasilmaz-anlatisi/5921

[9] Muhammed, Güngör, Hıristiyanlıkta Yedi Ölümcül Günah, Dini Araştırmalar, 17(45 (15-12-2014)), (2014). s. 36-59.

[10] Murat, Gülsoy, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası, Can Yayınları, İstanbul, 2007, s. 278.

[11] Murat Gülsoy, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası, Can Yayınları, İstanbul, 2007, s. 274.

[12] Murat Gülsoy, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası, Can Yayınları, İstanbul, 2007 s. 256.

Editör: Melike Kara

Visited 86 times, 1 visit(s) today
Close