dilsiz bulutlar gibi dolanan
şehrin ipini çözen günbatımı
doğumla ölüm arasında
bir yere sığınırdı
vaktin harlı sağında bazen
bazen de şahdamarın
solunda kalırdı

yağmurla öğrenirdim
nefesler tutma hesabını
saçağa yakın olurdu kuşlar 
ıssızlık giderek incelirdi 

acıya asılı ömür şeridinde 
insan kırıldığınca gülümserdi

dalgaya küskün deniz kadar  
tanıklık düşerdi payımıza
arz cazibesinden habersiz
sokağın hüznünü paylardık

ben, insan dedikleri 
söz ile düşerdim ağınıza
uzanıp mezar taşına
buzul çatlağını kazardım, 
satır aralarına sığdırırdım
yağmur yutan ölüleri

bilirim, bu kırk birinci gidişin
kimse geri vermeyecekti 
gözlerimin ferini

bildir âleme ey mecnun dili 
“ölüm sizi bırakmaz” nidasını
ah zeliha masalı, sen de 
arkadan yırtardın gömleği

delilik dedikleri böyle güzellik 
zamanı cepte unutturdu kadın
göğsünde beslediği ceylanlar 
dönüp dönüp uzağa giderdi

güneşten önce doğan serçeler
gözünü gözüme mesken eylerdi.

Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close