Yazmaktan daha etkili olan  kendini tanımaya ve hayatı sorgulamaya yönelik bir yol var mı?Ben ne zaman bir şeyler yazsam kendimle yeniden tanışmış gibi sevinip şaşırıyorum.Bir süredir anı defteri tutup çocukluğuma yol aldım.Çocukluğuma dair hatırladığım hemen hemen her olayın arkasında bir mahcubiyet hissiyle karşılaştım.Ailelerimizin, öğretmenlerimizin beklentileri; hata payı bırakılmayan mükemmeliyetçiliğin iyi bir şey sanılması bizim neslin  kendini rahat ifade edemeyen çocuklar olarak büyümesine neden oldu.İstisnalar olsa da hepimiz kollarımızı bağlayıp çiçek olmaya alışıktık.

     Misafirlikte mum gibi oturması beklenen, büyük sözü üzerine söz söyleyemeyen, anne ve babalarımızın gerçekleştiremediği hayallerini gerçekleştirmekle yükümlü, ilk kez tanıştığımız birinin adımızdan sonra  “Yedi kere sekiz kaç eder?” diye sormasıyla yanakları kızaran çocuklardık.Okul ise tam bir utanç yuvasıydı.Tembeller sırası,çalışkanlar sırası vardı.Daha birinci sınıfta çıkarma işaretine dikkat etmeyip sayıları topladığım için öğretmenim kocaman kırmızı bir çizgi çizip sıfır yazmıştı.O çizgi hala kalbimdedir.Bugün daha yeni yeni ülkemizde birileri çocuk haklarından söz etmeye başladı.Maalesef çocuğa davranış konusunda hala anamın eğerdiği babamın dokuduğu neyse o diyen bir çoğunluk hakim.Sorgulamaktan korkuyoruz belki, altüst olmaktan, doğru bildiklerimizin yanlış çıkmasından, konfor alanımızın yıkılmasından…Yeni nesil şöyle kötü,böyle şımarık diye konuşmak kolayımıza geliyor.Çocuk konusunda duyarlı yaklaşımıyla kitaplar yazan  ve sosyal medyada dikkat çekici  paylaşımlar yapan  Nihan Kaya “Bir insana duyulması gereken saygı miktarının yaşla birlikte artması gerektiği düşüncesi, tamamen asılsızdır. ” diyor.İnsan anne karnından  itibaren saygıyı hak eder ve eğilip bükülmesi,düzeltilmesi gereken bir canlı değildir.Aksine kendi olmasına izin verildikçe varlığını ortaya koyar.Kültürümüzdeki büyüklere saygı kavramı güzeldir ancak bu çocuklara ve gençlere daha az saygı duymamız gerektiği anlamına gelmez.Çocuklara büyüklük kibriyle yaklaşmayan, çocuktur deyip onların gönlünü hoş tutmaya çalışan yetişkinlere saygı da kendiliğinden gelecektir sevgi de.

   Çocukluk anılarımı güzelleştiren, olduğum gibi kabul edildiğim, mahcubiyet hissetmediğim bir komşu teyze evi vardı.Hiç çocuksuz ve oyuncaksız olan bu eve gitmek için can atardık kardeşimle.Bizi sevinçle karşılar, en sevdiğimiz yiyecekleri hazırlar ve bizimle sohbet ederlerdi.Bir şey dökmek, etrafı incelemek, soru sormak serbestti.Teyze kenarları oyalı tülbentini yavaşça açar, önüme diz çökerdi.Griye dönen yumuşacık saçlarından beyaz lastiğini çıkarıp elime bir tarak verirdi.Saçlarını tarardım, örerdim, bozardım; kendimce kuaförcülük oynardım ta ki bıkana kadar.Bu sırada küçüklük anılarını hatırlardı.Büyüklerinin onlara anlattıklarını o da bize aktarırdı.Kıyametten önce kalkacak bir trenden söz ederdi.Sedece iyilerin binebileceği bir tren…Masal anlatmazdı ancak anlattıkları hep bir masal tadındaydı.Bize böyle içten, samimi davrandığı için ona bugün hala sevgi ve minnettarlık duyarım.

     Son olarak bugünün çocuklarının geçmişe dönüp baktığında mahcubiyet içinde ve büyüme arzusuyla geçen çocukluk anılarının olmaması biz büyüklerin elinde.Kendilerini güvende hissederlerse ancak kendilerini keşfedebilecekler.Düşüncelerine değer verilirse yarın yeni bir şeyler üretmek için kendilerinde cesaret bulabilecekler.Bir ülkenin kalkınması da dünyanın değişmesi de bir çocuk kalbinin hoş tutulması,hayal gücünün canlı kalmasına bağlıdır belkide.Kendi çocukluk yaralarımızı sarmanın yolu da bir çocuk kalbini anlamaktan geçer elbette.  

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close