Yazar: 19:30 Öykü

Cinayetim

Ben, annemin karnında kordon bağıyla intihar etmeye çalışırken çıkardığım patırtıyla son anda fark edilmiş; katil babamın umursamazlığı, annemin ise bağırış çağırışları arasında evin bir köşesinde sus pus dünyaya gelmişim. Annem böyle anlatmıştı bana, babamın dayaklarına dayanamayıp ölmeden bir süre önce yani. Bir dayak sırasında hayata karşı takındığı tüm ifadeler ansızın yüzünde donmuş halde, nisan yağmurlarına karışıp öylece bu dünyadan göçüp gitmişti. Babamsa, üstünde çok durmak istemiyorum, doğruca cezaevine. Artık kaç sene yatarsa. Babamın en sevdiğim yanı kötü biri olmasıydı. Çünkü cezaevinde öldürüldüğünü duyduğumda hiç üzülmemiştim ona. Onca şeyin üzerine bir de baba acısı yaşatmamıştı neyse ki.

Adımı annem koymuş. Merhaba ben Latif, bugün benim doğum günüm. Önümde mumsuz -mutsuz mu demeli- küçücük bir pasta var. Kaç yaşındayım saymadım, bilmiyorum, ama sanırım kırklara merdiven dayadım. Belki de merdivenin son basamağındayım. Beş katlı, harap, ahşap bir binanın dördüncü katında ailemden kalan ufarak dairede yalnız yaşıyorum. Bir oda, bir salon ve küçük bir balkon. Balkon caddeye bakıyor. Yirmi senedir evdeki hiçbir şeyin yerini değiştirmedim ve hatta nedenini birazdan anlatacağım, bir ses kayıt cihazı dışında, eve yeni hiçbir şey almadım. Barok tarzı ağaç masanın üzerinde duran tüplü televizyon, altında eski kahverengi radyo, köşedeki camlı ahşap dolapta üst üste dizilmiş kitaplar, sentetik koyu renkli çiçekli perdeler, her karesini ezberlediğim desenli halılar, emaye soba, televizyonun tam karşısındaki kırmızı tekli koltuk -babamın koltuğu- ve koltuğun yanındaki orta sehpada eski bir tarihte takılı kalmış gazeteler… Hepsi annemin ölmeden bir gün önce bıraktığı yerde. Onları annemin ruhunu kutsamak için yerlerinden milim oynatmadan her sabah özenle temizliyorum.

Eşyalardan söz etmişken evimde ayna yok. Bu nedenle size yüzümü tarif edemem. Gördüğüm tüm yansımalardan kaçtığım için yüzümü de hiç görmedim diyebilirim. Daha doğrusu annemi korumak için babamın karşısına dikildiğim o günden beri aynalara bakamıyorum. Nasıl olduğunu tahmin edersiniz, suratımın tam ortasında, kocaman, dikine bir yara izi var. Bilirsiniz hikâyesi olan tüm yaralar kalıcıdır. Bu yara da maalesef bana o adamı hatırlatmakla görevli yeni bir organ gibi yapıştı kaldı suratıma. Gerçi yara izlerinin insanı suçlu ya da masum gösteren bir tarafı da yok değil. Belki yara izim beni masum gösteriyordur, kim bilir. Bunun dışında yüzümde kayda değer başka detay hatırlamıyorum. Ancak saçlarım uzun ve kıvırcık, parmaklarım ince. Uzun boylu, zayıf bir adamım. Yemekle pek aram yoktur. Sadece özel günlerde mükellef bir sofra kurarım. O günlerde sofrada yok yoktur. Biriktirdiğim engelli maaşımın hepsini böyle zamanlar için harcıyorum da.

Vaktimin çoğunu balkonda geçiriyorum. Caddeyi boylu boyunca görüyor. Kendimi bildim bileli bu caddede nedense yol çalışmaları hiç bitmiyor. Beynimi delen şu hilti sesleri yüzünden, çocukluğumdan beri evde peşinden oradan oraya koşturduğum, o meşum cızırtılı sesi bir türlü yakalayamıyorum. Bahsettiğim kayıt cihazını da o sesi yakalamak için almıştım ama şimdiye kadar aldığım binlerce kayıtta sessizlikten başka bir şeye rastlamadım. Size tam şu anda o sesi yine duyduğumu söylesem, bana inanır mısınız bilmiyorum ama sanırım dolaptaki kitaplardan geliyor. Fakat tüm kitapların sayfalarını teker teker karıştırmama rağmen yine de sesin kaynağını bulamıyorum. Şimdi dağılan bütün kitapları tekrar özenle yerine dizeceğim. Mükemmel bir doğum günü hediyesi. Yoksa o ses musluklardan mı geliyor? Doğruca mutfağa yöneliyorum. Bir süre insandan uzak kalarak arınmış mutfak, kokumu alır almaz yüzünü buruşturuyor. Sonra mutfağın musluklarını açıyorum ancak musluklar hâlâ annem için gözyaşı dökmekten başka hiçbir şey yapmıyorlar.

En iyisi balkona geri dönmeli. Yoksa geçen günkü gibi bütün apartmanı ayağa kaldıracağım. Bugün yağmur yağdığı için olsa gerek caddede çalışma yok. Akşam yemeklerinin buğusu, toprak kokusuna karışıp balkonuma yükseliyor. Karnı doyan insanların uğultusu dinmiş. Birazdan tantana tekrar caddeyi işgal etmeye başlar. Rüzgârla inatlaşan sigaramı yakmaya çalışıyorum. Ne tuhaf, çevremdeki her şey bir bilince sahipmiş gibi davranıyor. Gözüm caddenin tek kalan anahtarcısına takılıyor, uzun uzun bakıyorum.

***

Dün gece korkunç bir karar aldım. Bunu size ilerleyen zamanlarda açıklayacağım. Şu an o zavallıya acıyacağınızı biliyorum ve bunun için açıklamayı doğru bulmuyorum. Adam, inadıma bütün geceyi karşı caddedeki binanın altında bulunan anahtarcıda geçirdi. İncecik parmaklarıyla yüzlerce küçük demir parçasını mengeneye sıkıştırıp durdu. Arada bir makinenin başından kalkıp yaptığı düz ve bilyeli anahtarları fırçaladı. Sonra başının üstündeki yanıp sönen sarı ampulü sıkıladı. Aynanın karşısına geçip uzun, kıvırcık saçlarını düzeltti. Ardından sanırım müşterilerinin evine gitmiş olmalı ki bir süre ortalıktan kayboldu. Sonunda yüzünde kapı açmanın verdiği hazla geri dönüp dükkândaki yarım asırlık eprimiş kanepenin üzerinde uyudu. Gerçi buna pek de uyumak denemezdi. Çünkü genzine çarpan cerahatli nefesini ta balkonumdan işittim. Duyduğum o korkunç ses kesinlikle bu adamın genzinden geliyor olmalı.

Sizlerin aksine ben onun yaptığı işi çok sevdiğinden falan festekiz bu kadar yoğun çalıştığını düşünmüyorum. Dediğim gibi onu görmeye tahammülüm olmadığını bildiği için bana bunu inadına yapıyor. Eminim. Yoksa kaç kişinin gecenin köründe bu kadar anahtara ihtiyacı olur ki! Pes doğrusu! Sadece çalışkan ve efendi bir adammış gibi görünmeye çalışıyor. Hepsi bu! Oysa yediği herzeleri bir bilseniz aldığım kararın ne kadar yerinde olduğuna hemen ikna olurdunuz. Sakın beni yanlış anlamayın, amacım tabii ki sizleri ikna edip dahliniz olmadığı bir işte size sorumluluk yüklemek değil. Sadece haklı olduğumu bilmeniz için bu ses kaydını alıyorum.

Ne düşündüğünüzü biliyorum. Madem görmekten rahatsız oluyorsun, o halde adamcağızı takip etme diyeceksiniz. Denedim. Onu her gördüğümde artık takip etmemeliyim diye kendimi telkin ediyorum ama ne yaparsam yapayım yine de bir türlü bu dayanılmaz isteğe karşı koyamıyorum. Anahtar şangırtılarını duyduğum anda taburemi balkona çekip saatlerce, kepenkleri kaldırışını, kapıdaki “açık” levhasını hiç değiştirmeden içeri girişini, alüminyum çaydanlıkta çay demleyişini, tezgâhına serdiği gazetenin üzerinde peynir, ekmek, zeytin -her zaman altı tane- yiyişini izliyorum. Ve tüm bunları izlerken öfkeden başka hiçbir şey hissetmiyorum. Çünkü sadece yüzü değil her hareketi babama benziyor. Tam tarihini hatırlayamıyorum ama birkaç ay önce bu işe bir son vermek için tüm cesaretimi toplayıp onunla konuşmaya dükkânına gittim. Babama çok benzediğini ve buralardan gitmesi gerektiğini ona gayet kibar dille izah ettim. Ancak kıvır kıvır uzun saçlarıyla siyah bir örümcek gibi gömüldüğü tezgâhtan başını hiç kaldırmadan bana, çok rahatsız oluyorsan eğer sen taşınabilirsin, dedi. Oysa konuşmanın en başında annemin hatırasını korumak için taşınmamın mümkün olamayacağını ona söylemiştim. Demek anlattıklarımı doğru düzgün dinlememişti bile. Hâsılı o gün beni ciddiye almadı. Üstelik asabımı daha da bozmak için işte böyle gece mesailerini de uzatmaya başladı. Neyse ki kötü anılarımın uykusuz ve takıntılı zihnimi ele geçirmeye başladığı bu koyu karanlık gecede ortalarda görünmüyor.

Yağlanma vakti gelen gıcırtılı somyada hilti sesleri yüzünden uyandım. Anlaşılan yağmur yağmadığı için iş makineleri bu sabah çalışıyor. Rüzgâr ara sıra eserek geceden arta kalan karanlığı pencerelere taşıyor. Balkonun kapısı o yaratığın anahtar şangırtılarını duyabilmem için sonuna kadar açık. Dışarıda hayatın önemsiz sesleri kulaktan kulağa atlaya atlaya yorgun düşmüşler. Bence bu kuş cıvıltıları, ağaç hışırtıları, çocuk bağrışları bir gırtlağa ihtiyaç duymadan zaten hep oradalar. Babamın koltuğunda oturuyorum. Aklıma görüntüsü geliyor. Onu bu kırmızı koltukta görmüş olsaydınız içi dışı kemik parçalarıyla doldurulmuş cansız bir manken oturuyor zannedebilirdiniz. Sehpanın üzerindeki eski gazetelerde gözüm. Hepsinin üzerinde 9 Nisan 1998 tarihi. Bugün de aylardan nisan olması inanın tamamen tesadüf. Ancak tarihin üzerinden yıllar geçmiş. “D. Caddesi’nde iki esnaf kayıp,” haberi bana sırıtıyor. Nedense haberi görür görmez mezkûr ses gene zuhur ediyor. Sağa sola çarpıp kulağımdan girip genzimden fışkıran bu sese kulak kesilmişken caddeden gelen kepenk ve anahtar seslerini işitiyorum. Anahtarcı. Saat 11.00. Yıllardır acil bir durum yoksa dükkânı hep bu saatte açar. Koşarak balkona gidiyorum ve taburemi çekip yine onu izlemeye başlıyorum.

Artık sizlere bunu söylemenin zamanı geldi. Lütfen ona acımayı bırakın çünkü o tıpkı babam gibi bir katil. Bir gece onu takip ederken o kayıp esnafları öldürüp caddeye gömdüğünü gözlerimle gördüm. O gün akşam, önce kapıdaki hiç değiştirmediği açık levhasını kapalıya çevirdi. Ampulü gevşeterek içerideki sarı ışığı iyice azalttı. Tezgâha geçerek saatlerce anahtar demirlerini kesip biçti. İnsan kalabalığı yağmurlara karışıp caddeyi boşalttığında ışığını tamamen kapattı. Dükkânın yağmur değmediği için kuru kalmış kepenklerini indirdi. Kepenkler ıslanmaya başlarken anahtarcı siyah şemsiyesini açtı ve caddenin en karanlık köşesinden ağır aksak yürümeye başladı. Anlayacağınız bir haltlar karıştırdığı her halinden belliydi. Apar topar binanın merdivenlerinden inip caddeye çıktım. Ben de siyah şemsiyemi açıp adamın peşine takıldım.

Anahtarcı, önünde yol çalışması olduğu için paydos etmiş, camekânında karkas etlerin asılı olduğu bir kasap dükkânın önünde durdu. İçeride iki siyah gölge tezgâhın ardında sanırım tavla oynuyorlardı. Anahtarcı hızla içeri girip olağanüstü bir sakinlikle tezgâhtaki satırla iki gölgeyi de kesip biçti. Etrafa gölge hâlinde eller, bacaklar ve uzun saçlar dağıldı. Bununla da yetinmemiş, iki et yığını gölgeyi az önce kuzuların girmeyi beklediği torbalara özenle yerleştirmişti. Dükkânı sanki kendi dükkânı gibi temizledikten sonra et dolu torbaları kapıya çıkarmış, kapıyı kilitlemiş ve kepenkleri indirmişti. Asıl beni hayrete düşürense torbaları yol çalışmasının tamamlanmış lakin kapatılmamış bölümüne gömmüştü. Sabah işçiler her şeyden habersiz kalan çalışmayı bitirmiş ve kazdıkları yolu gerisingeri asfaltla kapatmışlardı. Yani kayboldu zannedilen bu iki esnaf, aslında hep o caddedelerdi. Üzerlerinden geçen onlarca ayağın altında sadece fark edilmeyi bekliyorlardı.

***

Onu öldürmeye karar verdim. Dünyanın bu iğrenç ve sinsi heriften kurtulması gerekiyor. Yaşaması başlı başına bir hata. Nefes alıp verdiği sürece beynimi yiyip bitiren o ses hep var olacak. Bu nedenle benden polise gidip bütün olan biteni anlatmamı falan beklemeyin. Hem benim gibi siz de artık o herifin rezil bir insan olduğunu düşünmüyor musunuz? Eminim anahtarlığında caddedeki tüm evlerin anahtarları vardır. Daha kaç masumun canına kast edecek ya da etti kim bilir. Onu öldürmemi istiyorsanız bu ses kaydını dinlemeye devam edebilirsiniz. Eğer gerekçeniz ne olursa olsun bunun doğru olmadığını düşünüyorsanız sizden rica ediyorum kaydı burada durdurun. Çünkü böyle bir adam için üzülmenizi gerçekten istemem.

Bugün anahtarcının yanına gittim ve aramızdaki buzların erimesi için onu evimde akşam yemeğine davet ettim. Başını yine tezgâhından kaldırmadan hayır diyecek gibi oldu ama ısrarcı olunca kabul etti. Elinde birkaç parça iş varmış, biter bitmez gelecekmiş, böyle söyledi. Bense hemen eve geçip sofrayı hazırlamaya başladım. Ailecek sonu hep kavgayla biten yemekler yediğimiz açılır kahverengi yemek masasını salonun ortasına çektim. Bilirsiniz böyle özel günlerde sofra kurmasını severim. Oldukça neşeliyim. Radyodan yükselen hareketli ritimler iştahımı iyice kabarttı. Masayı anahtarcının sevdiği çeşit çeşit et yemekleriyle donattım. Sonra da özenle ütülediğim takım elbisemi giydim. Saçlarımı aynaya bakmadan el yordamıyla düzelttim ve babamın kırmızı koltuğuna oturup anahtarcının gelmesini bekledim.

Biraz gecikti. Sanırım gelmeyecek. Evin içinde volta atmaya başladım. Evin içindeki tüm eşyalar stresli sanki. O sırada kapıda anahtar sesi duydum. Kilidine giren anahtar kapıyı bir iki çırpıda açtı. Demek anahtarı vardı. Güler yüzle karşıladım. Sofrada babamın oturduğu köşeye oturdu. Yemeklerden konuştuk. Sevdiği yemekleri nereden bildiğimi sordu. Sanırım tedirgin oldu. Ben de severim dedim. Eve adımını atar atmaz başlayan, genzinden genzime doğru uzanan o hırıltılı, cızırtılı ses giderek artmaya başladı. Üstelik saçları, gözleri ile aynı babama, yani bana benziyordu. Tuhaftır yüzünün tam ortasında bir yara izi vardı. İlk defa görüyordum. Sehpadan gazeteyi alıp haberi gösterdiğimde başta anlam veremedi, sonra birden benimkilere benzeyen kadidi çıkmış elleriyle boğazıma sarıldı. Ellerinden kurtulup tırnaklarımı boynuna geçirdim. Sırt üstü yatırıp elime bıçağı aldım. O meşum ses giderek kana karışıp yok oluyordu.

***

Ses kaydını dinleyen savcılık, dosyayı intihar gerekçesiyle kapattı. Caddede yapılan kazılarda iki erkek cesedine ulaşıldığı belirtildi. İntihar eden şahsın evinde ve anahtarcılık yaptığı dükkânda Risperdal ve Zyprexa isimli ilaçlara rastlanıldığı basınla paylaşıldı. Ayrıca şahsın üzerinde yapılan otopside midesinde bir avuç anahtar bulundu. Şahıs otopsinin ardından aile mezarlığına annesi ve babasının yanına gömüldü.

Editör: Hatice Akalın

Fırat Haza
Latest posts by Fırat Haza (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close