Yazar: 14:08 Anlatı

Bulutların Arasında Bir Homeros

“Bazı kuşların gözleri daha güzel ötsünler diye kör edilir.’’

Friedrich Nietzsche

Sokrates, kendisini idam etmek isteyen Atinalılara suçsuz olduğunu ispatlamaya çalışırken kendisinden daha bilge olup olmadıklarını soruşturmak için ozanların, el sanatkârlarının ve devlet adamlarının yanına gittiğinden bahseder. Sorgulamalarında bu insanların hiçbirinin edimlerini neden öylece yerine getirdiğini bilmediklerini ispat ettiğini ve dolayısıyla bilge sayılamayacaklarını anlatır. Böylece Platon, Sokrates’in Savunması kitabında o meşhur şairlik eleştirisini yapmış olur. Çünkü bilmek, bir şeyin var olup olmadığını bilmek değildir sadece. Bilmek, bir şeyin neden öylece olduğunu ve neden başkaca olamayacağını bilmektir. Sokrates’i dinleyelim:

“Böylece yine kısa bir sürede, şiirlerini bilgelikle değil, ancak doğalarından kaynaklanan bir şeyle ve bir peygamber ya da kâhin gibi vecde gelerek yarattıklarını kavramış oldum.’’

Platon’un bu konudaki daha açık ve seçik düşüncelerine, bir Homeros eleştirisi olarak bildiğimiz ve şairlerin bilge olamayacağı düşüncesini ileri süren Ion diyaloğunda şahit oluruz. Platon, şairlerin filozof ya da bilge sayılamayacaklarını ciddi bir şekilde eleştiren ilk filozoflardandır. Ona göre, şairler sanılanın aksine bilge (filozof) sayılacak niteliklere sahip kimseler değildir. Bizatihi şiir tanrısal bir nüfuza işaret ediyordur çünkü. Şair, tanrının ele geçirip söylemek istediklerini onun ağzından söylemesine aracılık eden biridir sadece. Vecde gelmiş, kendinden geçmiş, aklını kaybetmiş kişidir. Kendisine ait sözleri yoktur bir ozanın. Bir peygamber ve kâhinden farkı, söylediklerinin içeriği ve muhataplarından başka bir şey değildir. Ion diyaloğunda Sokrates’in ağzından dinleyelim:

“Büyük epos şairleri, şiirlerini bir sanatla değil Tanrının ilhamıyla yazarlar. Nasıl ki Korybantlar dönmeye başladıklarında kendilerinden geçerler, aynı şekilde lirik şairler de eserlerini yaratırken kendilerinden geçerler. Ahenkle ölçüye girdikleri zaman kendilerinden geçerler, onlar artık akıllarını yitirmişlerdir. Çünkü şair denilen insan hafif kanatlı, kutsal bir insandır. İlham gelmeden ya da kendisinden geçmeden bir şey yaratamaz.”

Dolayısıyla şair böylesi bir esrik halde iken nasıl olur da söylediklerini uslamlamaya çalışan bir bilge sayılabilirdi? Felsefe bizatihi böyle bir “trans” halinin -daha popüler anlamıyla mitolojilerin- karşısında durabilmeyi yeğlediği için bir bilim olarak ortaya çıkmıştı. Platon bu karşı-çıkışta şairlerin naralarının Tanrı’ya ait olduğunu düşünüyordu. Çok sonralarda çağdaş sanat felsefesi böyle bir ilk sebebe ilham adını verecekti tabii. R. G. Collingwood’u dinleyelim:

“Estetik bilinç ise kendisine ilham veren güce bir isim koymamıştır; yalnızca o güç tarafından sahiplenilmesi deneyimine bir isim koymuştur.’’

İmdi, bu gürültülü girişten sonra Platon’a katılabilir miydik? Yoksa estetik yaratım ile entelektüel yorum az çok aynı şeyi mi imlemeli? Bugün biz de Platon’a büyük ölçüde katılıyoruz. Şairleri ve düşünürleri birbirlerinden ayıran bu kadim düşüncede çok açık ve pedagojik olarak sanat felsefesi literatürüne oldukça katkı sağlayabilecek ince, ciddi hatlar olduğunu düşünüyoruz. Her şeyden önce şairler, mecnunlarla/delilerle akraba olabilirler ancak. Düşünürlerle değil. Bir Kant’a “arif” veya “şair” demek ne kadar abes ise bir Balzac’a “filozof” veya “düşünür” demek o kadar garip kaçmalıdır. Balzac örneğini boşuna vermediğimizi edebiyatseverler tahmin edeceklerdir sanıyorum.

Balzac demek gerçekçilik demektir. Fransız yazar, içinde yaşadığı çağı tekrar edilemez ustalıkta romanlaştırmıştır. İnsanlık Komedyası sosyologlar için inanılmaz bir bagaj taşıyan hazinelerdendir. Edebiyatımızdan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unu hatırlıyoruz. Hiç kuşkusuz memleket insanını ve onların dünyayla ilişkilerini, sosyolojisini, en iyi gözlemleyebileceğimiz romanlardan biridir Huzur. Oysa edebiyatın (imgelem) ve sosyolojinin (us) belirlenimleri oldukça farklı olmalıdır. Okurunu metafizik düşünceye zorlayan her roman kötü bir romandır. Hayal gücüne uslamlanamayacak kadar teslim edilmiş bir sosyoloji gibi. Bir şair, mısralarında bahsettiği bir tacirin nesillerin ezbere hatırlayacağı denli hoş şiirleştirilmiş akıbetini, tüccarlık mesleğini herhangi bir şekilde deneyimlemeden veya o konuda kuramsal olarak üzerine konuşacak bir edinime sahip olma zorunluluğu olmadan da yazabilir. Bir özne olarak şairin kelimelerini seçmesi, şiirine alelade bir başlığı layık görmeyip yıllarca beklemesi, üslubunda zirve olması, o dizelerin metafizik anlamda oluşturulduğunu imlemez. Çünkü imgesel bir yaratımın içerisindedir şair; tarihsel değil. Koparılan bir gülden bahsettiğinde dış dünyada bir gül eksilmez örneğin. Estetik anın bu tarihsel lâhzalarında bir bilinci varsayan çoğu zaman okurlar olarak bizizdir. Oysa biz aynı kanaati taşımıyoruz. Çoğu kez yapılan hata şudur ki: Muhatap bir şiir okurken hissettiği şeyin haklı olarak tesadüfi olmadığına inanmak ister. Ve rastlantının karşısına usu koyar. İmgelemi değil. “Şair, hissettiğim şeyleri düşünmemiş olamaz,” der adeta. Oysa rastlantının karşısında sadece us değil, imgelem yetimiz de vardır. İmgelerimiz, hislerimizdir. İnsanın hisleri de rastlantısal değildir. Öyle olsaydı, sanat formu diye bir şeyden bahsedemezdik. Bilinci olmayan bir canlı tahayyül edemez. Hayal gücümüz bu sayede tarihsel zamana karşı yeni bir zaman ve mekân imkânını sağlar.

İşte şair tarafından estetik yaratım sonucu, yaratılan dünya ile içinde yaşadığımız tarihsel/fiziksel dünya arasında gidip gelme yeteneğine sahip kişilerdir edebiyat eleştirmenleri. İmgelemin bahçelerine kanatlanıp yeryüzündeki insanlara goncalar toplayabilme inceliğine sahip ruhlardır. Filozofların ve şairlerin arasındaki deryada kendisine yurt bulabilmiş kayıkçılardır. Şairler ve filozoflar katının ikisinin de kapı anahtarlarına sahip sadık hizmetkârları… Onlar bir mısrayı, hissedilmiş olanı, düşüncenin konusu yapan iki kültür taşıyıcılarıdır. Şairlerin sezgi yoluyla ulaştığı dizeleri edebiyat eleştirmenleri bilince getirerek uslamlamaya çalışan kişilerdir. Bir şiiri çoğu zaman şairinden daha iyi açıklayabilirler. Açıklamak ussal bir edimdir çünkü. Şair ise sezgileriyle oluşturduğu dizeleri açıklayamadığı için şairdir. Platon’un da söylediği gibi onlara bilge demek yapılabilecek en toy adlandırmadır. İmgesel hareket, usun devinimine izin vermediği müddetçe şiirdir çünkü. Bir şair duygulanımlarını elinde olmadan dizelere dönüştürebiliyorsa bir edebiyat eleştirmeni de şairin dizelerinde gördüğü estetik yüceliği anlatmaktan başka çaresi olmayacaktır. Tam da burada yöneltilebilecek an çarpıcı soru şudur: Bilgeliği yakıştırmadığımız şairin hislerini düşüncenin konusu yapabilmek mümkün müdür? Yukarıda şair ve düşünür arasında yaptığımız ayrımlar doğruysa bir şairin spekülatif anlamda düşünmeyip tahayyül ederek ortaya koyduğu bir mısra, edebiyat eleştirmeni tarafından yorumlanma cesaretiyle karşı karşıya gelebilecek midir? Edebiyat eleştirmeninin yorum yapma hakkı olduğunu düşünsek bile o yorumun diğer yorumlardan daha doğru olup olmadığını kim, nasıl karar verebilir? Zira böyle bir yorum esere kilit vurmak anlamına da gelebilir. Bir dizenin ne anlama geldiğini ileri sürmek diğer anlamların ölümüne yol açmaz mı? İmdi, imge yüklü bir eserin us ile yorumlanması mantıksal olarak en doğru yöntem olarak karşımıza çıkmalıdır. Düşünme, üzerine eğildiğimiz şeyle kurduğumuz mesafe ile olanaklıdır çünkü. İşbu gökyüzünde imgelem yetisine en uzak yıldız ise us olmalıdır. Düşünmenin en büyük zaafı her neyi düşüncenin konusu yapmışsak o şeye duyduğumuz yakınlıkla (muhabbetle) artacaktır. Antik bir kente orada yaşayan bir vatandaş ile bir arkeoloğun yaklaşımı arasındaki farkı, okurların değerlendirmelerine bırakıyoruz. Her şeyden önce edebiyat eleştirmenlerinin yorumları rastlantısal birer hayal ürünü değildir/olmamalıdır. Şairlerin birkaç cümleyle anlattıklarını sayfalarca açıklayabildikleri için edebiyat eleştirmenlerine ve düşünürlere bu yorumlarının genelde abartılı olduğu ve şairin bunları düşünmesinin imkânsız olduğu hatırlatılır. Haklı bir serzeniştir bu. Ancak şairler bunları düşünmedikleri için onlar düşünmek zorundadırlar zaten. Hiçbir düşüncenin yalın olmak gibi bir zorunluluğu da yoktur. O yüzden yorumculara yöneltilen karmaşıklık klişesi dersini çalışmamış bir öğrencinin önyargısından başka bir şeyi imlemez.

Keşif, doğa bilimlerine ait bir kavramdır. İnsanın bilincinden bağımsız varlıklarını sürdüren olgular için kullanılır. Yerçekiminin bizim onu keşfedip keşfetmememizden bağımsız var olması gibidir. İşte bazı düşünceler de o kadar ihtişamlıdır ki insana keşif gibi görünürler. O düşünceler, insan yaratımı değil de doğanın veya Tanrının kudretine işaret edebilirler. Platon’un Antik Çağ’da böylesi düşüncelerin yolunu açıp çağdaş felsefe ve sanat tarihine ulaşan görüşlerinin birkaç düzenleme ile doğruluğunu ve samimiyetini hala koruduğunu düşünüyoruz. İnsanın us, imge ve yaşam karşısındaki kısa hikâyesini anlatmaya çalıştığımız bu yazıyı yazarken böylesi bir keşif duygusunun bizlere de eşlik ettiğini itiraf ediyoruz.

Editör: Enes Yılmaz

Sezer Erdem
Latest posts by Sezer Erdem (see all)
Visited 46 times, 1 visit(s) today
Close