Yazar: 18:29 Röportaj

Bir Yazar – Beş Soru: Emre Bostanoğlu

Sayın Emre Bostanoğlu, “Bir Yazar Beş Kısa Soru” isimli yazı dizimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Yazı dizimiz önceden belirlenmiş ve isim ayırt etmeksizin yazarlara yönelttiğimiz beş kısa ve net sorudan oluşuyor.

Emre Bostanoğlu kimdir?

1986 yılında İstanbul Kadıköy’de dünyaya geldim. 2007 yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İstatistik Bölümü’nden mezun oldum. 2012 yılında İstatistik yüksek lisansımı tamamladım. Bunların dışında; Anadolu Üniversitesi’nde Fotoğrafçılık ve Kameramanlık, Sağlık Kurumları İşletmeciliği bölümlerini tamamladım ve Sosyoloji okumaya devam ediyorum.

2007 yılında başladığım fotoğrafçılık hobim yıllar içinde bir tutkuya dönüştü ve bu alanda çeşitli başarılar elde ettim. Bunlardan benim için en anlamlısı dünyanın en önemli fotoğraf organizasyonu olan Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu (FIAP)’ın 2012 yılında düzenlemiş olduğu FİAP 7. Dünya Kulüpler Kupası’nda bireysel ödüllerde bronz madalya kazanmış olmamdır. 2014 yılında kısa film çalışmalarıma başladım ve şimdiye kadar beşten fazla kısa filmin yönetmenliğini yaptım.

2006 yılında çıkarttığım Büyük Ortadoğu Savaşı isimli romanla başlayan yazarlık serüvenimde kendimi geliştirmeye ve yaratmaya devam ediyorum.

Bir kamu kuruluşunda istatistikçi olarak çalışıyorum. Evliyim ve üç çocuk babasıyım. Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seven, kendisini sanat aracılığıyla ifade etmekten mutlu olan biri olarak fotoğraf, kısa film ve yazarlık çalışmalarımı tutkuyla sürdürüyorum.

İbrahim’i Duyarken adlı romanı neden yazdınız?

Fotoğraflarımda, filmlerimde ve kitaplarımda zıtlıkları kullanmayı çok seviyorum. İlk romanım Büyük Ortadoğu Savaşı’nda küresel çaptaki savaş felaketinde savaşın ne kadar kötü olduğunu ve barışın ne kadar değerli olduğunu bir takım hikâye ve karakterler üzerinden anlatmaya çalışmıştım. 1999 Depremi’ni yerinde yaşamamış olsam da İstanbul’da büyüyen, ailesi ve arkadaşları orada olan birisi olarak muhtemel İstanbul depremini kuşkuyla beklemekteyim. İlk romanımı yayımladıktan hemen sonra İstanbul depremi üzerine taslak bir giriş yaptım fakat üniversite bitirme telaşı, evlilik, aile hayatı, fotoğrafçılık maceram derken uzun bir süre bu amacımı ertelemek zorunda kaldım. Geçen uzun sürede deprem hakkında deneyimi ve bilgisi olan kişilerden destek aldım. Arada geçen yaklaşık on beş yıllık süreç tabii ki hayata bakışımı da fazlasıyla değiştirdi ve hayatın anlamını arayan bir karakterin hikâyesini kaleme almaya karar verdim. Bununla ilgili de bir taslak yazı yazdım. Fakat sonradan aldığım karar ile bu karakteri deprem hikâyesi içinde kullanarak her ikisini tek bir romanda birleştirmenin daha iyi olacağını düşündüm. Böylelikle; depreme olan farkındalığı arttırmanın yanında, politik, sosyal ve kültürel eleştirilere daha kolay yer verebilecek, kent insanları üzerindeki değişime olan baskıyı, değişmenin ve toplum içinde birey olmanın güçlüklerini ana karakterim üzerinden anlatabilecektim. Sonuç olarak; yaklaşık on beş yıldır hayalini kurduğum hikâyeyi güçlü bir karakter değişimi eşliğinde anlatmaya çalıştım.

Neden okuyorsunuz?

Okumayı zihnimin en değerli gıdalarından biri olarak görüyorum. Öğrenmek, değişmek ve bu değişimi hayatıma taşımak beni mutlu ediyor. Bir makale, araştırma ya da kurgusal hikâyenin her türlü detayından yararlanmaya çalışıyorum. Bilgi edinmek gibi temel amacımın yanında hayata bakışımı değiştirebilecek, vizyonumu geliştirecek kitapları tercih ediyorum. Yazarı ve karakteri anlamak bazen bir bulmaca çözmek gibi merak uyandırıcı oluyor ve çoğu zaman bunun sonucunda zihnimde yeni fikirler filizleniyor. İnsan okudukça hayata bakışı büyük ölçüde değişiyor. Artık dünyayı kendi gözünüzle görmeyi bırakıp, başkalarının gözlerinden de keşfetmeye başlıyorsunuz.

Raskolnikov, Gregor Samsa, İnce Memed, Hayri İrdal ve diğerleri zihnimin bir yerlerinde bana sürekli bir şeyler fısıldayan arkadaşım oluyorlar. Onları tanıdığım ve dünyalarına şahit olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Ve henüz tanışmadığım binlercesinin hikâyesini merak ediyorum.

Neden yazıyorsunuz?

Kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğime inanıyorum. Konuşurken hata yapma ya da sözleri bilgiye dayandırma gibi riskler olabiliyor. Kendimi ifade ederken hata yapmaktan çekinen biri olarak yazarken kendimi daha rahat hissediyorum. Düşüncelerimi doğrudan insanlara söylemektense bir metin ile anlatmak sözlerimi ve fikirlerimi tartarak ifade etmemi sağlıyor. Gereksiz bir tartışma ve demagoji çukuruna düşmek ya da sözümün kesileceği kaygısı yaşamadan özgür oluyorum. Kendimi ifade etme arzusu beni yazmaya iten en önemli etken. Zihnimde sürekli sorgulama, yargılama ve anlamlandırma süreci yaşanıyor. Adalet, barış ve hakikat arzusuyla kendimce yanlış gördüğüm konuları dillendirerek daha huzurlu ve müreffeh bir dünya için katkı sunmak istiyorum. Ne var ki sosyal, politik ya da kültürel eleştirileri, toplumun geneline ters gelen bazı fikirleri doğrudan söylemek çoğu zaman sert tepkilere neden oluyor. Karşılaştığım ve tespit ettiğim konuları bazen sözel olarak ifade etsem de çoğu zaman kameramın ve kalemimin arkasına saklanarak onların bana sunduğu sanat imkânını kullanıyorum.

Hayatın amacı sizce ne olmalı?

Bence hayatın amacı bilgiyi ve hakikati arama arzusu olmalı. Bilgiye ve hakikate hiçbir zaman mutlak olarak sahip olamayacağımızın farkında olsak da arama çabasının kıymetli olduğunu düşünüyorum. Yalnız şu var ki, insanı bu amaca götürecek binlerce yol bulunabilir. Bunu bazıları bilim, bazıları sanat, bazıları felsefe ile yapmaya çalışmış, bazıları dünyanın dört bir yanını gezmiş, bazıları laboratuvarından dışarı çıkacak zaman bulamamıştır. İnsanların fıtratlarına, yaşadığı toplumun ve çağın şartlarına göre hakikati arama metodu farklılık gösterecektir. Aslında bu arayışın metodu bir yerden sonra hayatın amacına da dönüşüyor. Çünkü uğraşında başarılı olmak; o alanda çok bilgi sahibi olmayı, uğraşının başarılı olup olmadığını mukayese edebilmek için de hakikate o denli yakın olmayı gerektirecektir.

Editör: Melike Kara

Visited 16 times, 1 visit(s) today
Close