Yazar: 15:04 Röportaj

Bir Yazar – Beş Soru: Derya Onaran

Sayın Derya Onaran, “Bir Yazar Beş Kısa Soru” isimli yazı dizimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Yazı dizimiz önceden belirlenmiş ve isim ayırt etmeksizin yazarlara yönelttiğimiz beş kısa ve net sorudan oluşuyor.

1- Derya Onaran kimdir?

Açıkçası bu soruyu ben de kendime soruyorum. Derya Onaran, sen kimsin? O kadar çok cevabı var ki doğru bir yanıt verebilmek çok zor. En kolay yanıtı, kökleri epey uzak geçmişe dayanan Yugoslavya göçmeni bir aileden gelmiş Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olduğumu söylemek ama bundan çok daha fazlası var. Derya Onaran, kendini asla çözememiş karmakarışık biri. Düz olmaya çalıştıkça daha büyük bir kaosun içine düşen, oradan çıkamayan ve o kaotik düzende yaşayıp üreten biri. Derya’nın geçmiş ile alıp veremedikleri vardır, geleceği kurgulamak ister fakat sonra fark eder ki geçmiş ve gelecek, bir kurgu değildir; gerçeğin ta kendisidir. Bu yüzden yaşamakta bile bocalar kimi zaman. Bir türlü vazgeçemez hesaplaşmaktan. Her günü kazanmak için yaşar, sonra fark eder ki kaybetmiş kendine. Yenilmeyi hazmedemez, hırslıdır. Yine o meşhur soruyu sorar: Derya Onaran, sen kimsin? Aslında Derya’nın hayatı, bu soruya cevap aramakla geçiyor. Türk öykücü, öğretmen, hiperaktif, dürüst ancak bunların haricinde de maalesef ki yaşadığı düzenden ve hayattan mutsuz, onu değiştirmek isteyen biri. Zaten yazmanın temeli bu değil mi? Yazıyoruz çünkü bir sıkıntımız var, yazdıklarımızla bu sıkıntıyı bir nebze olsun azaltmak istiyoruz. Yazdıkça sıkıntılar artıyor kimi zaman, biz de başka şeyler yazmak istiyoruz. Evet, Derya Onaran, her şeyden öte yazmayı çok seven ve yazdıklarıyla hayatına anlam katan, anlaşılmayı bekleyen biri! Bu soru için çok doğru bir cevap verebilmek gerçekten zor, şimdilik bunları diyebiliyorum.

2- Gelecek Asla Gelmeyecek isimli kitabı neden yayımladınız?

Bu soruya bir soruyla karşılık vermek istiyorum: Gelecek, geliyor mu? Hayır, bence gelmiyor. Sürekli geleceği düşlüyoruz, iyi bir gelecek istiyoruz ama gelecek diye bir şey yok. Ben şimdi bir şeyler diyeceğim ve bu diyeceklerim geçmişte kalacak. Geleceğe varmadan her şey eskiyecek. Sizce de öyle değil mi? Gelecek Asla Gelmeyecek, çok farklı içeriklere sahip bir öykü kitabı. İlk aşamada kafamdaki bu zaman çatışmasını vermek istedim, kitabın adı da en sevdiğim ve distopya sayılabilecek, en uzun öyküden geldi. Dikkatli okursanız görürsünüz, zamana meydan okunmuştur, “Gelecek Asla Gelmeyecek”te, her şey iç içe girmiştir. Yine aynı şekilde diğer bir öykü olan “Yarasalar Şehri” de bir distopya, yaşadığımız dünyanın imgesel bir dışa vurumu. Ben, yazmanın sadece yazmak olduğuna inanmıyorum. Yazmak demek, her konuya değinebilmek ve insanın kendi içindeki insana seslenebilmesidir. Bu kitapta da bu var: Aşk, toplumsal çözünme, sınıf çatışması, politika, muhalefet… Hepsinden bir parça koyabilmek istedim içine. Koyunca da ortaya Gelecek Asla Gelmeyecek çıktı. Gelecek, geldi mi? Bence gelmedi. Geçmiş ise çoktan geçmiş. Bu kitap, bir sorgulama alanı çoğumuz için. Haydar Ergülen, “kafa karışıklığı yaratan bir teknik” demişti; gerçekten de öyle, bu dünya fazlasıyla karışık ve ben de her şeyi biraz daha karıştırmak istedim. “Siyaset”te politik bir mizah üretmeyi, “Atlıkarınca”da bir ayrılığı betimlemeyi, “Meddah”da bir çocuğun dramını aktarabilmeyi, “Yabani”de günümüz toplumundaki insanın yerini sorgulayabilmeyi ve “Az”da herkese ve her şeye meydan okumayı hedefledim. Zaman, mekân, siyaset, aşk… Bu kitabın yayın sürecinde emeği geçen Mete Karagöl, Onur Özkoparan ve Sertaç Altuntepe’ye de çok teşekkür ediyorum, her aşamasında emekleri var.

3- Neden okuyorsunuz?

Okuma yazmayı üç-dört yaşlarında öğrendim. O günden beri okuyorum, sanırım ki meraktan. Harfleri öğrendikten sonra birleştirdim, kelimeler çıktı. İlk anda yazdıklarımı okudum. Sonrasında gazeteleri açıp okudum evde. Ailem şaşırmıştı. Okumak, anlamak için yapılan bir eylem. Evet, bu yüzden okuyorum. Anlayabilmek, anlamlandırabilmek ve dahası, öğrenmek için. Okumazsam ne öğreneceğim? Kim olursa olsun okuyorum. Okumadan muhalif olamam, okumadan aynı fikri savunamam. Eğer okumazsam insan olduğumu hissedemem, okumak bana ulvi bir duygu veriyor. Okuduğum zaman yaşadığımı, başka yaşamlar olduğunu ve yolumuzun kesiştiğini fark ediyorum. Okumazsam yazamam. Dikkat edin, Gelecek Asla Gelmeyecek’te birçok ünlü eser ve üstada selam vermişimdir. Okumasam, anlamasam, sorgulamasam bunu nasıl yapabilirdim? Yapamazdım. Okumak, her şeyin temeli. Okumak, dünyayı anlayabilmek için lazım. Denizleri, gökleri, mağara resimlerini… En çok da insanları ancak insanları anlayabilmiş olsam yazar mıydım? Sanırım hayır! Demek ki okunacak çok şey var, anlamam gereken de.

4- Neden yazıyorsunuz?

Anlaşılabilmek için. Kesinlikle bu yüzden. Kendimi bir türlü anlatamıyorum insanlara. İnsan, çok zor bir varlık. Basit falan diyorlar, değil. Nasıl basit? Kaç bin yıllık tarihi var, binlerce felaket gerçekleşmiş ve hâlâ gerçekleşiyor. Bunca şey yazılmış, yazılmaya devam ediliyor. İnsanlar anlayamamış, tamam ama birçokları da anlaşılamamış. Ben, anlatıyorum ve en çok da anlaşılabilmek için sürdürüyorum bu eylemi. Her eserimde bir sürü gönderme var, dikkatli ve kültürlü okuyucular yakalar eminim ki. Bir yapboz düşünün, ben o parçaları bir araya getiriyorum ama her birinde farklı bir anlam çıkıyor. Okurdan da anlamasını bekliyorum. Hayat da böyle, farklı durumlar karşısında farklı bakış açıları geliştirmek lazım. Yazmak, bana bunu katıyor ve ötesinde, insanlara da bu bakış açısını geçirmeye çalışıyorum her zaman. Yazmayı çok seviyorum, yazdıkça seslenebiliyorum insanlara. Oğuz Atay diyor ya “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin?” benimki de o hesap işte. Ben buradayım, okurlar nerede? Yazmanın temelinde bir sıkıntı vardır, ben de bu sıkıntıya -anlaşılabilmek- fazlasıyla sahibim. Bu sıkıntım bir gün biterse -hiç sanmıyorum- yazmayı bırakırım. Ancak ne zaman görülmüş insanların birbirini tam olarak anlayabildikleri? Görülmemiş, bu yüzden yazıyoruz işte. Bu derin sıkıntıları aralayabilmek, paylaşabilmek ve en çok da kendimizi bulmak, yeni şeyler keşfedebilmek için.

5- Hayatın amacı sizce ne olmalı?

Bence hayatın bir amacı olmamalı. Biraz fazla önemsemiyor muyuz sizce yaşamayı? Hayatın anlamı yaşamaktır, yaşanmadığı zaman bir hayat olmaz. O zaman ben de soruyu şöyle değiştireyim: Kaçımız yaşayabiliyoruz? Yaşamak zor bir eylem, hele günümüz dünyasındaki türlü mesele ile. Benim bu hayattan öyle çok büyük beklentilerim yok, bir amaç da geliştirmiyorum. Hiçbir amaç, tek başına gerçekleştirilmiyor. Eğer hayatımı bir amaca bağlarsam ve sonunda yalnız kalırsam başarısız olurum, tek başına kaldığım bir hayatı da yaşayamam. Benim hayatımda en çok istediğim şey ailemi kurup bir kız çocuğu (erkek de olabilir, cinsiyetçi bakılmasın lütfen), yazdığım her şeyi bir yaştan sonra çocuğumla paylaşmak istiyorum. Ona bırakacağım en büyük miras bu olacak. Bunu bir amaç olarak görmeyebilir insanlar fakat bir çocuk yetiştirmek, bunu hakkıyla yapabilmek çok güzel. Ona iyi bir insan olmayı öğretirken siz de büyüyorsunuz birçok açıdan. Kimi yazar, çocuk sahibi olduktan sonra çok farklı bakış açılarına sahip oluyor ve birçok açıdan zenginleştiriyor içeriğini. Bu bir amaç mı? En azından bir dilek diyebilirim kendim için. Hayatın amacı, çok uzun bir mesele. En azından yaşayabilmek, yaşamın hakkını verebilmek ve ölmemek (ölürsek yaşayamayız) bir amaç sayılabilir. Benim için bir de şimdilik ikinci kitabımı 2024 senesinde yine Mahal adı altında yayınlamak var, hayatımın amacı değil ama güzel bir amaç, hele ki genç bir yazar için.

Bu söyleşi için Mahal ailesine çok teşekkür ederim, tekrardan görüşmek üzere.

Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close