Yazar: 18:00 Film İncelemesi, Genel, İnceleme, Kitap İncelemesi, Yakup Kadri Dosyası

Bir Petroik Sinema Filmi 

Orhan Pamuk, Kara Kitap’ın son öyküsünde özüne yabancılaşmış bir şehzadenin acısını işler. Bu öyküde kendi değerlerinden kopmuş, iç sesini yitirmiş ve yazma hevesli bir şehzadenin asla özgün bir yazar olamaması anlatılır. Şehzade aslında yozlaşan bir milleti temsil eder. Şehzade, “Şehzadenin Öyküsü”, son zamanlarda Anadolu’dan kopmuş, onların acısına ve irfanına saygı duymayan Osmanlının aydın kadrosunun iç sesidir. 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, biyografik eserler üreten bir yazardır. Diğer bir anlamda, iç içe geçmiş ya da büyük küçük tarihleri karmaşık bir kurguyla anlatan bir Türk aydınıdır. Sosyal Milliyetçilik ideolojisini “Kadro” dergisinin pusulası yaptığı andan itibaren Türk devrimlerinin yılmaz savunucusu olmuştur. Bu dergiyi çıkarmadan önce gezdiği Anadolu’nun acısına saygı duymuş, bu acıya çoğu eserinde de sahip çıkmıştır. Yakup Kadri, Mustafa Kemal’in çevresini oluşturduğu “imtiyazsız, sınıfsız bir millet kuruluşu” fikrinin etrafında arkadaşlarıyla birlikte kümelenmesiyle beraber, “Anadolu’nun acısını” tutuculuğun ve gericiliğin kaynağı olarak görmeye başlamıştır.

Pyotr Alekseyeviç (Deli Petro), Avrupa seyahatinde Avrupa kültürünün üstünlüğüne inanmış ve Rusya’ya döndükten sonra memurlara sakal tıraşını zorunlu hale getirmiştir. Sakallarını kesmeyenlerden sakal vergisi almaya başlamış, üstelik eli jiletli memurlar köylere kasabalara giderek erkeklerin sakallarını zorla kesmişlerdir. Sakalsız Ruslar bütün kültürlü bir millettir. 

Cumhuriyet sonrası eli kalemli memurlar Anadolu’yu gezip gericiliğin ve tutuculuğun kaynağı olan Türk köylüsünü yeniden Avrupai bir tarzda yaratmak için kolları sıvamışlardı. Yaban böyle bir toplum mühendisi yazarın kitabıdır. Yakup Kadri’nin “Kadro”su bir yazarlar kümesinden daha çok eli jiletli Petroik memurlar kadrosudur.

Batıya öykünen aydınların bir millet yaratma çabası, “Köylü milletin efendisidir.” sözünün çevresinden dolaşılarak bütün bir hızla aynı kadrolar tarafından devam ettirilmiştir. Çünkü Türk aydını, kronik bir hastalığı olan toplumu benzeştirme hastalığından bir türlü kurtulamamıştır. 

Söz konusu olan yazar “İmtiyazsız ve sınıfsız bir toplum” şiarından çabuk kopmuş, Cumhuriyet yönetimini asla Anadolu halkına bırakılmayacak bir değer olarak görmeye başlamıştır. Bütün eserlerinde Anadolu irfanına tuhaf bir saldırısı gözlenir. Bu eğitimsiz (!) halkın yeniden bir jilet keskinliğinde eğitilmesini ve dönüştürülmesini metin aralarında işlemiştir.

Bu hedefli Yaban romanın yine aynı adla sinema filmine dönüştürülmesi, Türk milletinin ikinci defa dönüştürülme sürecine denk gelmiş olması tesadüfi değildir. 1990’ların başından sonuna kadar olan süreçte -özellikle 1996 yılı- Türkiye bir faili meçhul cennetine (!) dönüşmüştü. Sapık tarikat şeyhlerinin zina kasetleri, yazarların öldürülmesi, etnik saldırlar, mezhepsel katliamlar, laik-şeriatçı bölünmeler ve artan terör… Bu süreçte, şeriatın terörden daha tehlikeli olduğu söylemlerinin dolaşıma çıkmasının şafağında, Yaban romanının TRT tarafından 1996 yılında Ankara Televizyonu Drama Programları Müdürlüğü’nce filmi yapılmıştır.

Bu film, bir uyarlamanın ötesinde bir göstergelerarası çevirinin de tipik bir örneği olarak karşımıza çıkmıştır. Roman mı yoksa romanın filmi mi konuyu ve mesajı daha iyi aktarmıştı? Devletin, burada sinemayı bir ideoloji aygıtı olarak kullanmaya başladığı noktadır. Devlet göstergelerarası çevirinin aracı konumundadır. Aslında devlet kültürlerarası millet çevirisini önce bir kitap üzerinden yaparken aynı eser üzerinden bu sefer de sinema aracıyla yapmaya çalışmıştır.

Ankara Televizyonu (bu ifadenin diğer şekilleri İran ve benzeri ülkelerde çokça duyulur), Yaban filmini, tıpkı kitapta olduğu gibi birçok alt başlık altından beyaz perdenin diline çevirmeye çalışmıştır;

İslam, çaresizliktir.

İslam, teslimiyettir.

İslam, eğitimsizliktir.

İslam, gericiliktir.

Ankara Televizyonu, yabanla toplum arasında sosyolojik bir bağlam yaratma derdine düşmüştür. TRT, aydın kesime çağdaşlığı elden bırakmayın tarzında bir göz kırparken halka da “bakın sonunuz filmde gördüğünüz gibi olur” şeklinde bir tehdit dilini kullanmıştır.

Sinema zihinlerde düşünsel ve kurgusal yapıları inşa etmede oldukça ustadır. Bir terapi seansından çıktığınızda kendinizdeki değişimin farkına az çok varırsınız. Sinema bilinçdışı bir değişimi inşa eder, kesinlikle bireyi değiştirir ve birey bunun farkında olmaz. Hatta değişimini inkâr bile eder. Fakat birey değişmiştir. Otoriter ve ideolojik devletler, sinemanın bu gücünün farkında oldukları için bunu etkin bir biçimde kullanmaktadır. TRT’nin son zamanlardaki dizileri de buna en güzel örnektir.

Editör: Mete Karagöl

Visited 69 times, 1 visit(s) today
Close