Yazar: 19:25 Öykü

Ayine-i Ruh

Aslının rüyasıdır
Yol’onu bulmak
Kurt, kuzgun ve baykuşla.
Ağaçlardaki elimle
Onun resmini çizdim
İçimdeki çocuğa
Başkalarının gözlerindeki
ben’e hapsolmuşlara. Şatonun içinde bir oda, odanın içinde bir ayna. Aynanın içinde çirkin mi çirkin güzel mi güzel bir kadın. Ne fark eder!

Ayna ve aynanın ayak kısmı sert bir minder gibi yere doğru akmakta. Uzun kara saçları, mindere oturduğunda yere değiyor. Aynanın içinde uykuya dalan prenses Umay. Umay’ın içinde bir eski rüya. Karşısında Tarık.

Aynanın içinde uyanansa…

“Hayır Tarık! Gerçekten artık yeter. Her an peşimde olmandan, her yaptığımı aşağılamandan, bu halinden, tavrından gerçekten yoruldum. Belki bininci kez ama bu son. Bitti!”

“Umay, ne halin varsa gör tamam mı? Hey yavrum hey! Sen iyi duygulardan ne anlarsın!”                   

Umay’ın haksızlık ve en çok kendine olan kızgınlığı ile karılmış gözyaşları taşa damladı, kuzgun gagasını daldırdı. İçti, içti, içti. Taştaki gözyaşlarını kana kana içen kuzgun, başladı mırıldanmaya:

“Herkes sürülür bir yerlerden
Kendi yurdunu kur
Ak olan kara olur âlemde
Kendi levnini bul.”

Kuzgun şarkısını söylerken prenses bir başka rüyaya daldı. Taze ot kokusunu takip ederek çürümüş evin kapısından adımını attı. Şöminenin cılız ateşi odanın yarısını anca aydınlatıyordu. Diğer yarısı gece gibiydi. Gecenin içinde annesi…

“Ah, demek sonunda geldin, şükürler olsun. Beni bir daha bırakmayacaksın ya kızım? Sen de yapamadın bensiz değil mi?” İki kaşını yukarı kaldırdı. “Demiştim. Anne gibisi bulunmaz.”

Umay bir an bir şey demeden, karanlıkta büyüyen gözbebekleriyle annesine baktı.

“Neden sustun?”

“Hayır anne. Dönmedim. En azından senin istediğin türden değil. Aksine. Seninle vedalaşmaya geldim.” 

Sanki hiç ummadığı biri, kafasına bir darbe indirmiş gibi abartılı bir şaşkınlıkla kaşlarını çattı annesi. “Yok. Yapmazsın bunu bana. Hem, hem içlerinden en hayırlısı sensin. Hem, ben senin için nelerden vazgeçtim! Dur, gitme! Dışarısı yalnızsan tehlikeli!”

Umay, tahta kapıyı yarı açık şekilde tutup bir ayağını dışarı atmıştı ki bir yavru kurt, meraklı gözlerini kendisine dikti. Annesinin yakınlarda olma ihtimaliyle Umay’ın yüzü birden ciddi bir hal almış, sırtı ip gibi gerilmişti. Yavru kurdun gözbebeklerindeki kendine baktı Umay. Bir anlığına kendini onun gibi hissetti. Onun gibi meraklı gözleri ve pençesi…

Oysaki kurt, sürüden ayrı düşürülmüş bir yavruydu. Yumuşak topraktaki ayak izine baktı. Tekti. Ormana dalması gerekti. Gerekti ki yol’onu bulabilsin. Parmak uçlarında yürüyerek ilerledi. Umay, arkasından bakıp uzaklaştığına emin olunca diğer ayağını da eşikten dışarıya attı. “Belki büyür,” dedi. Belki ayak izleri çoğalır yanında. Kurttan aldığı güçle Umay, incecik patikadan yukarı doğru ilerledi. 

Varaklı aynanın tepesine bir kır baykuşu kondu.

Üçüncü göz kapağını yavaşça açarak bilge cadıya baktı. Gagasını aynaya vurdu. Vurdu ki içine eğilip kırığına bakan sadece bir yara görmesin. Suya atılan taşla büyüyen halkalar gibi, gittikçe büyüyen kendini görsün.

Orta yerinden darbe alarak etrafında halkalar oluşturmuş kırık aynada uyanan cadı, Umaydı. Hem prenses hem cadıydı. Hem saf hem kurnazdı. Hem güzel hem çirkin. Uman ve bulandı. Artık sadece ve birçok şeydi Umay. 

Editör: Hatice Akalın

Aslıhan Öztürk
Latest posts by Aslıhan Öztürk (see all)
Visited 70 times, 1 visit(s) today
Close